İktidar, KKM ile hedeflenen amaca ulaşamadı. Diğer yandan KKM’nin hukukiliği sorgulanıyor. KKM yasal değil mi? Ekonomist Dr. Murat Kubilay KKM’nin iktisadi ve hukuki boyutunu yazdı.
Bu başlığa pekâlâ; “bu ülkede hukuka uygun olan ne var ki ya da değilse ne değişecek ki” şeklinde karşılık verebilirsiniz. Şüphesiz mevcut iktidar döneminde ve denetim ile yargıdan sorumlu meclis ile mahkemeler sesini çıkarmadığı şu an için pek bir anlamı yok. Ancak tüm zorluklara rağmen bir iktidar değişimine yaklaşıyoruz, tıpkı 128 milyar dolar vakasında olduğu gibi işlenen suçu ve işleyen suçluları açıkça ortaya çıkarmanın anlamının olacağı günler ufukta görünüyor. Unutmayalım mali kabahatler ve suçların belgesi çoktur ve kanıtlanmaları kolaydır. Gerekli olan önce yeterli teknik bilgi ve ardından güçlü bir siyasi iradeyle toplumsal destektir.
İlk olarak
kur korumalı mevduatın (KKM) ne olduğunu hatırlayalım. Aralık 2021’de benzeri görülmemiş bir döviz kuru şoku yaşanınca, önceden hazırlıkları yapılmadığı aleni olan bu finansal araç hayatımıza girmişti. Bankalar TCMB’nin belirlediği politika faizi olan %14’ün en fazla %3 üstüne kadar faizi bu mevduatlara ödeyecekler; bu esnada dövizde bir artış yaşanırsa aradaki fark devlet tarafından karşılanacak.
KKM’ye beklenen yatırımcı talebi oluşmayınca; kapsamı tüzel kişilere ve yurt dışında yerleşik olanlara genişletildi, getirilere ilişkin stopaj muafiyeti ve kurumlar vergisi teşviki sağlandı ve bir de ısrarla dövizde kalanlar için bankalar üzerinden caydırıcı önlemler alınmaya başlandı.
En nihayetinde son açıklanan 22 Nisan 2022 sonu verisine göre 53,3 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşıldı. Bunun tahmini 28 milyar dolarlık kısmı döviz hesaplarından TL’ye dönüşten, kalanı ise standart TL mevduatta olup yeni bir döviz kuru artışından endişe ederek döviz benzeri yatırım aracı arayanları bankaların yönlendirmesinden.
İlk grubun olası döviz kuru farkını Merkez Bankası (TCMB), ikinci grubunsa Hazine ve Maliye Bakanlığı (HMB) karşılayacak. Son verilere göre döviz ve kıymetli maden hesaplarının toplam mevduatlardaki oranı %57,1. Buna döviz olmayan ama dövize endeksli olan %12,8 oranındaki KKM’yi de eklersek toplam oran neredeyse %70’e ulaşıyor ki bu bir rekor. Son olarak yakın dönemde doların gelişmiş ülke para birimlerine kıyasla dahi %5-7 oranında değerlendiğini ancak Türkiye’de dolar kurunun ısrarla 15 TL altında tutulup baskılandığını belirtelim. Bu süreçte TCMB’nin örtülü veya açık yollardan döviz rezervi satışı ise yaklaşık 28-30 milyar dolar.
Şimdi başa dönelim ve KKM’deki hukuksuzluğun temeline değinelim. KKM’nin yarattığı yükün bir kısmı Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda; yani maliye politikası ile öncelikli sorumlu kurumda. KKM ile hedeflenen ise dolarizasyonu bozma, yeni çıkarılan tabirle liralaşma, böylece TL’nin değerini koruma. Merkez Bankası kanunu itibarıyla bu görev açık bir şekilde TCMB’ye verilmiş. Para politikasının etkisinin artırılması amacıyla, şüphesiz maliye politikası destekleyici olarak kullanılabilir. Örneğin Türkiye’deki tasarruf eksikliğinin giderilmesi amacıyla bireysel emeklilik sisteminde (BES) tutulan birikimler için %30 dolayında (öncesinde %25 idi) ek getiri doğrudan Hazine kaynaklarından aktarılarak sağlanıyor. Yani destekleyici kullanım mümkün, tabii para politikasının etkin kullanımına rağmen destek şart olursa.
Peki ya mevcut halde para politikası enflasyonla mücadelede ne sıkılıkta kullanılıyor? Politika faizi ile başlayalım. Mevcut politika faizi %14, gerçekleşen tüketici enflasyonu %70, çekirdek tüketici enflasyonu %52, üretici enflasyonu %122, 1 yıl sonrasında tüketici enflasyonu piyasa beklentisi %28, TCMB’nin aynı dönem beklentisi ise %23. Yani uygulanan politika faizinin enflasyonla mücadeledeki hiçbir gösterge ile tutarlılığı yok.
Ya parasal büyüklükler? Belki Merkez Bankası faizi yüksek tutarak tüketimi dengelemek yerine piyasaya verdiği veya piyasada oluşmasına müsaade ettiği paranın düzeyini sınırlı tutarak enflasyonu kontrol altına almak istiyordur. M1 isimli dar para arzındaki yıllık artış %85 ve daha geniş tanımlı M3’te ise %63. Üstelik son 3 aylık yıllıklandırılmış artışlar da sırasıyla %49 ve %60. Kısacası bu alanda da enflasyonla mücadele amaçlı hiçbir girişim yok.
Hatırlatmada bulunalım; enflasyon hedeflemesi TCMB’nin kendi seçtiği veya hükumetle birlikte tercih ettiği bir hedef değil; kanunda açıkça bu kuruma bu görev verilmiş, yani bağlayıcılığı kati. Hatta her başarısız yılın ardından TCMB başkanı içeriği kamuya da açıklanan bir mazeret ve telafi mektubunu hükumete yazmak zorunda. Dahası enflasyon hedefi TCMB ve hükumet tarafından istişare ile belirleniyor ve 2012’den beri %5 ve istisnasız bir biçimde %7 üst bandının dahi üstünde, hatta çok üstünde. Tabii bir noktayı da asla atlamamak gerek, yaklaşık 1 yıl sonra seçimler var ve bu seçimlere yönelik bir kredi genişlemesi henüz başlamadı bile.
Uzun lafın kısası KKM ne planlarda yer almakta ne de hukuki uygunluğu bulunmakta. Sonuçları toplumsal fayda olarak kötü olacak.
Özetle, TCMB siyasi tercihlerden ötürü kanunlarca açıkça belirtilmiş olan görevini yapmıyor, bunun yarattığı yükü maliye politikasına atıyor. Yaşanması muhtemel senaryo HMB’nin vergilerimizden TCMB’ninse bir nevi para basımıyla ödeme yapması. Yani daha çok borçlanmayla azalan kamu hizmeti ve yüksek enflasyonla düşen satın alma gücü.
Elbette Türkiye’de hukukun üstünlüğü iyice zayıflatıldı, dolayısıyla KKM’nin yürürlüğe girmesi gibi ona dair ödemelerin yapılması da aynı hukuksuzluk içerisinde gerçekleşiyor. Devlet bütçesinden bir harcama yapılacaksa, buna ilişkin ödenek bütçe kanununda belirtilir. Çeşitli nedenlerle bu ödenek yeterli olmazsa, ek bütçe çıkarılarak gerekli ödemeler yapılır.
Peki ya bütçe kanununda bu ödemelere dair herhangi bir madde var mı? Tabii ki yok. Çünkü merkezi yönetim bütçesi 17 Aralık tarihinde kanunlaştı; hâlbuki KKM 21 Aralık tarihinde duyuruldu. Peki ya ek bütçe? Maalesef bu da gerçekleşmedi, HMB Bakan Yardımcısı’nın açıklamasına göre, sadece 8 Nisan tarihine kadar HMB tarafından 13,2 milyar TL ve TCMB tarafından 1,6 milyar TL ödeme yapıldı. Üstelik bu esnada katılım gösteren şirketlerden 10,2 milyar TL’lik kurumlar vergisi tahsilatından da feragat edildi. Hepsi bu kadar değil, çünkü yapılan bu ödemeler 3 ay gibi en kısa vadeyi tercih edenler içindi; yani 6 ve 12 aylık vadeyi seçip mevcut döviz kurları itibarıyla ödemeye hak kazananlar için henüz ödeme yapılmadı, döviz kurlarında bu seviyenin korunması halinde dahi, devletin yükü daha da artmış olacak.
KKM’nin sürdürülebilirliğinin dayanağı, bu esnada yüksek döviz kurları neticesinde ihracatın artması ve ithalatın kısılmasıydı. Fakat enflasyon sarmalına girilmesiyle beklenen rekabet gücü sağlanamadığı gibi Ukrayna Savaşı neticesinde artan enerji ve emtia fiyatlarıyla dış açık yeniden genişlemeye başladı. 2022 yılının henüz ilk 4 ayındaki ihracat 83,6 milyar dolar ve ithalat 116,1 milyar dolar. Yani dış ticaret açığı 32,5 milyar dolar. Pandemi açılmaları sonrası, Ukrayna Savaşının yarattığı kayıplara rağmen, turizmde 28-30 milyar dolar gibi hedeflenene yakın gelir elde edilebilir. Yılın sadece ilk 4 ayındaki açık dahi bu gelir beklentisini aşıyor.
Yeni bir döviz kuru atağının yaşanma ihtimali, ölçüsü ve zamanlaması ayrı konular; fakat döviz kurunda kalıcı istikrar yaşanamayacağı, en azından %14 düzeyindeki politika faizinin üstünde artış yaşanabileceğini söylemek, hiç de zor değil. Bu esnada son açıklanan verilere göre TCMB’nin brüt rezervlerinin 106,9 milyar dolar, net rezervlerinin 17 milyar dolar, swaplar hariç net rezervlerin -47,6 milyar dolar ve kamu mevduatı da düşüldüğündeki bakiyenin -58,4 milyar dolar olduğunu hatırlatmakta fayda var. Yeni swap anlaşmaları da bu verilere etkide bulunamıyor, sadece ilk 2 verinin şişik görünmesine yarıyor. 1 yıldan kısa vadeli dış borç stoku ise 173,7 milyar dolar ve önümüzdeki 12 ayda 26 milyar dolarlık cari açık gayet olası; kısacası 200 milyar dolarlık borcu bu derece düşük rezervler varken döndürmeye çalışacağız.
TCMB’dekilerin ücretleri ve yan hakları çok yüksek, öyle ki açıklayamıyorlar bile. HMB’de yer alanların da kamu bankalarıyla ticari ilişkileri olabilir.
Uzun lafın kısası KKM ne planlarda yer almakta ne de hukuki uygunluğu bulunmakta. Sonuçları toplumsal fayda olarak kötü olacak, Türkiye’nin 1967’de başlayan, 1974’te kapsamı genişletilen, 1978’de duvara toslayan ve 1989’da ancak devlet tarafından kapatılabilen oldukça acı bir dövize çevrilebilir mevduat (DÇM) tecrübesi var. Yani bu işe girişmek bir idari karara baksa da çıkmak pek kolay olmuyor. Üstelik hacmi büyüdükçe tehlikesi artıyor ve olası döviz kuru şoku şiddeti artarsa tümden yıkıcı etkide bulunabiliyor. Peki, ne kadar yıkıcı?
Bunun için deprem bilimciler tarafından beklenen İstanbul depremi gibi bir şok sonrasındaki mali durumu tahayyül etmek gerek. Endişe edildiği gibi şiddetli bir depremde ana üretim merkezlerinde büyük hasar oluşacak, turizm gelirleri daralacak ve cari açık patlayacağı gibi oluşan panikle yurt dışına ve yastık altına sermaye kaçışı yaşanacak. Yüksek can ve mal kaybının gerçekleşeceği bu ortamda; devlet depremzedelere ve zarar gören işletmelere destek olmak yerine birçoğu varlıklı birey veya büyük şirket olan kurumlara milyarlar aktaracak.
Tabii tüm bu paylaştığım bilgileri HMB ve TCMB üst yönetiminde yer alanlar haiz. Aralarında teknik bilgisi yetmeyenler varsa da onlara tüm bu ayrıntıları aktaracak nitelikte çalışanlar hala mevcut. Yani her şeyi bilerek, isteyerek ve sonuçlarını öngörerek yapıyorlar.
Bunun nedenini tahmin etmek zor olmasa gerek; TCMB’dekilerin ücretleri ve yan hakları çok yüksek, öyle ki açıklayamıyorlar bile. HMB’de yer alanların da kamu bankalarıyla ticari ilişkileri olabilir. Tabii tüm bu ücret ve yan haklarla olası kredi ilişkilerinin (aile üyeleri de dahil) kamuya açıklanması gerekir ama bu şimdilik hayal. Fakat iktidar değişiminin ardından bu devran şimdiki gibi sürmeyecek; ben notumu düştüm, gerisini hep beraber yaşayarak göreceğiz.