Cumhuriyet Halk Partili olsun-olmasın dün yaşanan kurultay sanırım Türkiye’de yaşayan büyük bir çoğunluğun heyecanla, merakla, tedirginlikle, kaygıyla beklediği bir kurultaydı.
Bu satırların yazıldığı dakikalarda müstakbel Genel Başkanın kim olacağı ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte, benim şahsi fikrim yeniden Kılıçdaroğlu’nun seçileceği yönünde. Sonucu şahsen çok merak da etmiyorum çünkü geçen haftalardaki yazılarımdan birinde Sayın Özgür Özel’in seçilmesi halinde partinin duruşunda veya prensiplerinde herhangi bir değişiklik olacağını düşünmediğimi zaten iletmiştim. Türkiye siyasetindeki mevcut özneler ile herhangi bir muhalefet değişimi veya başarısı beklemediğimi de iletmeliyim.
Muhalefetin, CHP seçmeni olmayan fakat ülkede dik duruşlu, samimi, dişli ve hedefi iktidara gelmek olan bir muhalefet aşkı ile yanıp tutuşan ben ve benim gibi -inanın- milyonların kalbinde bir umut tomurcuğu ekebileceği bir alternatif Sayın Özel’in seçilememesi durumunda takınacağı tavır ve alacağı aksiyonda gizli. Ben bir CHP seçmeni olmamama rağmen Sayın Özel’den-şayet değişim talebinde samimi ise-acilen fiili bir aksiyon beklemekteyim. Yoksa tarih Kılıçdaroğlu’nun “Koltuk Sevdası”nı yazdığı kadar Özel’in de “Korkaklığı”nı yazacak...Fakat yazımın konusu bu değil...
Kurultay’da Sayın Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını bi’ umutla açıp hususi şekilde özene bezene dinledim. İstedim ki değişim talebine, konuşmasında açık açık olmasa da en azından alt metinlerde göz kırpsın. “Açık açık olmasa da” dedim, çünkü bu tarz keskin dönüşlerin kimseye inandırıcı gelmeyeceği ortada. İstedim ki kendisi her olgun birey gibi önce kendi iç sorunlarını halletmeye odaklı bir duruş sergilesin ama gördüm ve duydum ki konuşmasının başından itibaren suç ve suçlu yine hep öteki... “Bu salon diğer partilerin kurultaylarına benzemez” dediği an inanın kulaklarıma inanamadım. Çünkü bu konunun şu anki CHP’nin sorunları ile uzaktan yakından alakası yok. O salonda beşli çetelerin, sarayın oligarklarının, uyuşturcu baronlarının, mafya bozuntularının, harama ekmek doğrayanların, rüşvetçilerin, beytülmare el uzatanların olmayışının da CHP’nin bugün var olan sorunları ile alakası yok. Kılıçdaroğlu’nun kullanmış olduğu bu dili ben bir siyasal iletişimci olarak, afedersiniz ama “oyalama dili” olarak isimlendiriyorum. Benim asıl şaşırdığım nokta bu dilin o salonda halen alkış alıyor olması. Veya Kılıçdaroğlu’nun “Ben dahil hiç kimse kendisini partinin üstünde asla ve asla göremez” deyişindeki kibir mi alkışlanıyor? “Ben dahil...” Ülkenin içinde bulunduğu durumu 7 maddede bizlere sunan Kılıçdaroğlu’nun metin yazarını mı alkışlıyoruz, zannediyorum metine bilimsellik katmak adına en klasik yöntem olan “7 rakamını kullanma” tekniğine sıkça başvuran? Seçim döneminde hepimizi çok heyecanlandıran o Ortak Mutabakatlar Metni’nde 1 kere bile Atatürk’ten bahsedilmesini sağlamadığı fakat Kurultayında Atatürk’ü dilinden düşürmediği için mi alkışlıyoruz? Her detayını bu yazıda ayrı ayrı ele almaya kalkmak sanırım hepimiz adına yıpratıcı olacak ama hani olur ya “yazsam olmuyor, yazmasam olmaz”...Sayın Ekrem İmamoğlu’nun Kurultay’da Divan Başkanı olarak yer alışının da alt metninin çok masum olmadığını düşünüyorum ve hatta çok da cüretkar bir hamle olduğu kanısındayım. Kendisine en büyük rakip olarak gösterilen kişiye verilen bu görev “Hiçbir şeyi değiştirmeyeceğim ve siz de buna alışsanız iyi olur” mesajı vermekten öte bir durum değil. Bunların hepsini yaşayıp göreceğiz tabii ki ilerleyen günlerde ama Kılıçdaroğlu siyaset tarzı ile bizi pek şaşırtmıyor. Yine şaşırtacağını sanmıyorum.
Konuşmanın “Hançerler” kısmı ise benim en çok “Keşke bunu hiç demeseydi” dediğim bölümdü. Masadan kalkma, masaya oturma, oturmuş gibi yapma, masada yokken var olanlar, masada hiç olmasa da masadaki her şeyden haberdar olanlar, masada varken yok gibi olanlar... Bunların hepsi yaşandı evet, fakat bugünümüzde artık bu “masadan kalkanlar” üzerinden tabir-i caizse ekmek yemeğe çalışmak siyaset yapmak değildir. Hele ki bunun yeri o Kurultay hiç değildir. Çünkü biri de size çıkıp sorar: “Madem o kadar rahatsızdınız, geri dönenleri neden kabul ettiniz?” diye. Sahi Sayın Kılıçdaroğlu, özel ikili ilişkilerimizde dahi “hançer”lendiğimizi düşündüğümüz kişi ya da olaylara bile daha temkinli yaklışırken ve hatta çoğunlukla da ikinci şansı vermezken siz ülkenin kaderi olarak gördüğünüz bir seçimde o “hançer”lilere masanızı neden ikinci defa açtınız? Eminim buna verilecek birçok cevap vardır, “Kabul etmeseydik seçim bizim yüzümüzden kaybedildi diye suçlanacaktık” anlamına gelen.
Fakat şu an yapılan nedir? Yıllardır kaybedilen onca seçim üstüne kaybedilen “Türkiye’nin kaderi” seçimi sonrası takınılan bu tavrın CHP’ye yerel seçimde çok acı sonuçları olacağını bile bile gösterilen bu direnç ve kararlılığı masaya ikinci kere dönmek isteyenlere o zaman gösterseydiniz belki de seçim sonuçları 6’lı masanın lehine çok farklı olacaktı.
Tekrar söylüyorum ki, CHP seçmeni olsun-olmasın değişim isteyen milyonlarca seçmene kulak tıkamak, seçim yenilgisinin sorumluluğunu halen başkasında aramak, bir suçlu ilan etmeye çalışıp yerel seçime o suçlunun üstüne basarak gitmeye çalışmak siyaset değildir. Bu konuşma bu şekilde olacağına, keşke hiç olmasaydı. “Konuşmaya gerek görmüyorum, benim yanımda olanlar gerekli cevabı verecektir” demek bile çok daha kararlı bir duruş gösterirdi, suçu devamlı başkasında aramak yerine.
Kılıçdaroğlu seçimin ertesi günü istifa etmeyerek Türkiye siyasetinde bir efsane olma şansını elinin tersi ile itmiştir. Ama bana çok keder ve umutsuzluk veren bu Kurultay’ı ülkede televizyon başında müthiş bir keyifle izleyen bir kişi var. 6’lı masadaki her bir bireyin el birliği ile var ettiği Türkiye siyasetinin gerçek efsanesi: Sayın Recep Tayyip Erdoğan.