Manşet

Kobani Davası nedir, ne değildir?

Abone Ol
Cahit Kırkazak Terör örgütü İŞİD, Musul ve Şengel’de cins kırımına uğrayan kadınların sistematik cinsel şiddet ve köle pazarlarında satılmasını Kobani’de de gerçekleşmek istedi. Uluslararası Koalisyon’dan ve Türkiye’den Kobani’ye insani yardım koridorunun açılması taleplerinin gerçekleşmesi için dünyanın her yerinden başlayan barışçıl yürüyüş, protesto ve basın açıklamaları, ‘Kobani düştü, düşecek!’ açıklaması üzerine devreye giren paramiliter güçlerin ortaya çıkardığı katliamlarla gölgelenmeye çalışıldı. İşte Kobani Davası her şeyden önce 7-8 Ekim sonrası başlayan olaylar sonrasında yaşanan ölümleri ve saldırılara ilişkin gerekli ve etkin soruşturma yapmayan siyasal iktidar aradan altı yıl geçtikten sonra Kürt Siyasal Hareketinin ve HDP’nin tasfiyesi için tekrar gündeme aldılar. Bu yönüyle bu dava, bir kumpas ve tasfiye davasıdır. Diğer yandan bu davayı önemli kılan bir başka unsur ise dava dosyası içerisine konulan belgeler ve yapılan suçlamalara bakıldığında ‘Çözüm Sürecinin’ yargılanması gerçeğidir. Bu konu önemli; çünkü bu yargılamada istediklerini alamayacak olanlar, bir sonraki adımda Türkiye’nin o dönemki siyasal iktidarını ve kamu bürokratlarının da içinde olduğu yeni bir yargılama pratiğine başlayacaklarının ayak sesleridir bu yargılama. Muktedirlerin merakının giderilmesi uğruna niyet okumalarla bezenmiş bir yargılama sürecinde ülkenin geleceğinin ve aydınlık öznelerin özgürlüklerinden alındıkları bir yargılama pratiğidir Kobani yargılamaları. Bu dava, Kürt siyasal hareketi üzerinden HDP’yi dizayn etmeye, HDP üzerinden Türkiye toplumunu dizayn etmeye çalışılan bir siyasal mühendislik pratiğidir. Siyasal iktidar bu dava ve özellikle sık sık ‘Kobani Olayları’ ve ‘Gezi Eylemleri’ kavramlarını kullanarak, bu iki barışçıl ve toplumsal talepli eylemleri itibarsızlaştırma ‘şeytanlaştırma’ algısı ile toplumu sokak muhalefetinden uzak tutmaya çalışmaktadır. Buradan tek çıkış yolu ise bütün baskılamalara rağmen faşizme varan iktidar pratiklerine karşı sokakta demokratik haklarının kullanılmasının ısrarıdır. Çünkü demokratik talepleri dile getiren barışçıl protestolar bir ifade yöntemi olup, ifade özgürlüğünün güvencesindedir. HDP sadece bir siyasi parti değil, Türkiye halklarının buluştuğu ortak mücadele alanıdır. Halkların buluşması, ‘tekçilik ve erillik’ üzerine inşa edilen zihniyet, ortak mücadele alanı ve kolektif yaşamın kendisi için tehdit olarak görüldü. HDP bu yüzden hedef oldu. ‘Tekçi eril zihniyet’ şimdiye kadar toplumu dizayn ederken ‘etnik milliyetçilik ve din argümanları’ kullanmış ve bu iki argüman üzerinden toplumun bir kısmını da ikna etmiştir. Ancak HDP ile ‘tekçi/eril zihniyet’ topluma hangi alanda saldırmışsa HDP de o alanda mücadeleyi örgütlemiştir. Kadın mücadelesi başta olmak üzere, ekoloji mücadelesi, emek mücadelesi, iş cinayetleri, halk sağlığı, gençlerin yaşamda aktif rol alma mücadelesi gibi birçok alanda mücadeleyi örgütleyen HDP, ‘tekçi eril zihniyetin’ saraylarındaki saltanatlarının sallamasına neden oldu. Bu nedenle öncelikle 2015 seçimleri döneminde HDP’nin parti olarak seçime girmeme beklentisi içinde olan AKP, HDP’nin parti olarak seçime girip AKP’nin tek başına iktidar olmasını engellemesi ile hedef olmuştur. Gelinen noktada AKP, AYM ve AİHM kararlarını da uygulamayarak HDP’den ve Kürt siyasetinden intikam almaktadır. Bu yönüyle de bu dava aynı zamanda bir intikam davasıdır. DURUŞMALARDA NELER OLUYOR? Yargılama pratiğinden söz edilecekse en başta şu söylenebilir; duruşma salonlarında kurucu resmi ideoloji ile başlayan tekçiliğin tek adamlığa dönüşmesi pratiği mahkeme ve yargılamalara yansımıştır.  Mahkeme heyetinin 26 Nisan ile başlayan bu yargılamada, yargılanan kişileri ve avukatlarını dinlememe ve söz vermeme, pandemi koşullarını bahane edip avukatları salona almama muktedirlerin davaya bakışının özeti niteliğindedir. Her bir duruşmada, ceza usul kanunlarını bahane edip yasal boşlukları kendi keyfi alanlarının bir parçası olarak görerek, fırsattan fırsat devşirmek için daha kolay uygulanır hale geldi. Devletin tüm idari yapı teşkilatlarının ve bazı siyasi partilerin  yine katılan sıfatıyla dahil olduğu bu yargılamada, katılanların katılmaları yönünde bir karar verilmemiş olmasına rağmen katılan sıfatları olmayan ‘bindirilmiş kıtalar’ halinde salona getirilen kişilerin, yargılanan kişilere doğrudan ve iddianamede olmayan olaylara ilişkin sorular sorulmasına izin verilmesi mahkeme heyeti ile birlikte yargılanan kişilerin makasa alınması, sıkıştırılması hedeflenmektedir. En son 14 Haziran 2021’de başlayan 3. Duruşma periyodunda görüldüki, bu heyetin dosyanın kabul etmesi, aldığı ara kararlar, AİHM Büyük Daire Kararı’nın uygulanmaması yönündeki direnç, yargılamayı bir bütün olarak savunma hakkının aksine bir usulle yürütmeye çalışması, itirazların ve taleplerin sürekli gerekçesiz bir şekilde reddi adil bir yargılama görüntüsüne dahi ihtiyaç duymadıklarının ve bu yönüyle iktidarın siyasal bir uzantısı olduğunun ikrarı anlamı taşımaktadır. AİHM’E DİRENİŞ VE ZİHNİYET AİHM Büyük Dairesi’nin Demirtaş/Türkiye Kararı, bu yargılamalarda oldukça önemlidir. Dosya kapsamında yargılanan siyasetçilere, HDP’nin Twitter hesabı üzerinden atılan tweetler ile suçlama yapılmaktadır. Oysa AHİM Büyük Daire Demirtaş/Türkiye kararında bu tweetler uzun uzun değerlendirilmiş ve sonuçta söz konusu tweetlerin içeriğinin siyasal ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu, bu tweetler gerekçe gösterilerek soruşturma yapılamayacağını,  dolayısıyla tutuklanma da olamayacağını ve ihlallerin ortadan kaldırılmasına, Sayın Demirtaş’ın tahliyesine karar vermiştir (AİHM Büyük Daire Demirtaş/Türkiye kararı; prg; 327, 433, 440). Ancak mahkeme heyeti, bugüne kadar deyim yerindeyse ‘ihsası rey’ yaparak AİHM Demirtaş/Türkiye kararını uygulamamış ve halen başta Demirtaş olmak üzere bütün siyasetçileri özgürlüklerinden alıkoymaya devam etmektedir. Bir mahkeme heyetinin düşünün ki; 3530 sayfalık iddianameyi 3 günde okuyup iddianameyi kabul etsin. Bu iddianamede tartışılmayan bir veriyi sonrasında tutukluluk için devam gerekçesi yapsın. Yargılanan siyasetçiye, “Kobani eylemlerinde HDP binaları neden zarar görmedi?” sorusunu yöneltebilsin. Oysa gerçek şu ki; bu olaylarda hayatını kaybeden 37 yurttaşın 27’si HDP üyesi, yöneticisi veya gönüllüsü olduğudur. Bu soru, hukuki olarak değil, ahlaki ve vicdani açıdan da iktidar politikalarının bir argumanını yerleşik bir zihniyetle örülmeye çalışıldığını göstermektedir.  Üstelik heyet üyesinin sormuş olduğu bu sorunun hemen ardından azmettiricileri belli olan katilin, HDP İzmir İl Binasına saldırmış ve Deniz Poyraz’ı öldürülmesi de aynı ana denk gelmiş olması da özelde içeride Kürt siyasetinin yargılandığı, dışarıda da Kürt kadının katledilmesi ve HDP’nin kapatma davasının kabulü bir bütün olarak değerlendirildiğinde topyekün bir saldırının ve zihniyetin ortak mesajı olarak okunulmalıdır. YARGILAMA DEĞİL NİYET OKUMA Yine gerek dosya savcısının gerekse de heyetin yargılanan siyasetçilere, ‘merakımdan’ diye başlamaları, veya ‘nasıl bir rejim istiyorsunuz’, ‘bu konuda ne düşünüyorsunuz’ şeklindeki sorularla siyasetçileri Anayasanın 25. Maddesi olan; “Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz” ilkesine aykırı şekilde düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlaması aslında dosyanın içeriğinin iktidarın kişisel merakına yargı kolu olarak katılan bir kişisel merak tartışmasının yürütüldüğünü açıkça göstermektedir. Kişisel merak ile 37 insanın ölümünden sorumlu tuttuğu siyasetçilerin 37 ağırlaştırılmış müebbet ile yargılamaya çalışan yargı erki elbette burada bir fren denge mekanizması gözetmemektedir. Aksine yürütmenin siyasal iktidarının siyasal güvencesi ve yürütmenin kırbacı haline geldiğini kabul etmektedir. Bir mahkeme için olgu ile kurgunun yer değiştirmesi en çok siyasal ve toplumsal taleplerinin büyük bir dirençle savunulduğu coğrafyalarda ve toplumsal alanlarda cezalandırma pratiklerine dönüşmektedir. Burada en büyük tehdit fikirler ve bu fikirlerin galip gelmesine karşı duyulan öfkenin yeni suçlarla örtülmeye çalışılması olmaktadır. Özetle Kobani Davası, birçok tarihi yargılamaların birebir iz düşümüdür. Leipzig Yargılamaları, Dreyfus Davası, Nürnberg Yargılamaları gibi birçok yargılamayı sıralayabilirz. Özellikle sahte delilerin yaratılma şekli Dreyfus Davası’na çok benzemektedir.  Çarpıtmanın ve suçları örtmenin bir hakikat arayışına dönüştürüldüğü bu yargılamadaki amacı deşifre edecek ve kara propagandalarla yaratılan yanlış algıları tersine çevirecek çağdaş Emile Zola’ların kollektif mücadelesine ihtiyaç vardır. * Avukat
1979 yılında Diyarbakır/Silvan'da doğdu. İlk, Orta ve Lise eğitimini Diyarbakır, Bursa ve Ankara'da tamamladı. Anadolu Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi, Ankara üniversitesi Adalet Meslek Yüksek Okulu, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümü lisans eğitimini tamamladı. 2014 yılından beri Bursa Barosuna bağlı serbest avukatlık yapmakta ve Bursa Barosu’nun İnsan Hakları Komisyonu, Çocuk Hakları Komisyonu ve Avukat Hakları Komisyonlarında çalışmalarını sürdürmektedir. Çoğunlukla toplumsal davalarda politik dava savunmanı olarak faaliyet yürütmektedir.