CHP lideri yerel seçimlerde kutuplaşma değil halkın sorunlarının çözümüne yönelik bir strateji ile hazırlandıklarını dile getirdi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, aralarında PolitikYol Genel Yayın Yönetmeni Ali Haydar Fırat'ın da olduğu internet medyasının temsilcileri ile sabah saatlerinde partisinin genel merkezinde bir araya geldi.
Gazetecilerle bugün sabah saatlerinde bir araya gelen ve gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan Kılıçdaroğlu, Binali Yıldırım'ın istifa tartışmaları konusunda, "Anayasa ihlali bir kısır çekişme değil ama bunların yetkin çevreler tarafından dile getirilmesi demokrasilerde çok değerlidir. Medyanın, baroların dile getirmesi demokrasilerde çok değerlidir." ifadelerini kullandı. Kılıçdaroğlu, partinin sağcılaştığına yönelik eleştirilerin hatırlatılması üzerine ise "Bizim sağa falan yöneldiğimiz yok. Sağa yönelen bir parti taşeronun hakkını mı savunur? Bize oy vermeyen geniş kitlelerin sorunlarına ürettiğimiz çözümleri onlara anlatacağımız bir mecra yaratmaya çalışıyoruz" dedi.
Yerel seçimler, Binali Yıldırım'ın istifa tartışmaları, sandık güvenliği gibi pek çok konuda konuşan Kılıçdaroğlu, Binali Yıldırım'ın istifa tartışmalarında partinin bunu yeterince gündem etmediğine ilişkin sorular üzerine, tartışmayı baroların, STK'ların, sendikaların da yapması gerektiğini, Binali Yıldırım'ın talimat üzerine aday olduğunu ve Ankara'ya geri döneceğini söyledi.
Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarının satırbaşları şöyle:
- Milletvekillerinin oluşturduğu fon nedense iktidarın çok canını sıkmış görünüyor. Neden böyle bir şey ihtiyaç duyulduğundan öte sanki yasadışı bir şey yapılıyormuş gibi, hatta çok enteresan haberler de okuduk, eşinizle aranızın açıldığı (Kılıçdaroğlu gülüyor) bu tazminatlar nedeniyle…
Öyle mi ben okumadım.
- Hatta aday tanıtım töreninde Selvi Hanım ile sizi yanyana fotoğraflamışlar zaten bakışından da belli Selvi Hanım’ın diye, evi satmak zorunda kaldıkları için çok kızgın gibi haber çok ilginç geldi bana. Aile içinde böyle bir gündem var mı?
(Kahkahalar ile gülerek) Şöyle birincisi yok tabi, eşimle bu konuda herhangi böyle özel bir tartışma söz konusu bile değil. İkincisi, milletvekili arkadaşlarımızın fon kurmak için biraraya gelmelerinden gerçekten haberim yoktu. Ben de gazetelerden okudum. Sonra Engin Özkoç arkadaşımız geldi bana bilgi verdi biz böyle bir fon kurduk diye.
Çok sayıda vatandaştan talep vardı. Biz de bu tazminat ödemelerine bir şekliyle katkıda bulunmak istiyoruz diye. Ama biz o kapıyı açmak istemedik doğru bulmadık. Tabi bu fon sadece benim için değil, bütün CHP milletvekilleri için geçerli olan bir fon.
Buna biz ‘özgürlük ve demokrasi fonu’ diyebiliriz. Siyasal iktidarın yargıda kurduğu bir çeteye karşı mücadele ediyoruz. Çünkü bizim davalarımız özellikle belli mahkemelere düşürülüyor ve o mahkemelerin yargıçları siyasi otoritenin arzusu üzerine yenileniyor, oradaki dürüst hakimler alınıyor başka yerlere atanıyor. Siyasi otoritenin talimatını yerine getirecek olan yeni yargıçlar atanıyor oraya. Onlar da delil toplamadan hem bugüne kadar Türkiye’de uygulanan Yargıtay kararlarıyla da artık içtihat haline gelmiş olan anlayışın tamamen dışında ağır para cezalarına hükmediyorlar. Buna karşı biz de bir ‘özgürlük ve demokrasi fonu’ kurduk yani fonu böyle tanımlamak gerekiyorsa. İnsanlar düşüncelerini özgürce dile getirecek, CHP’li milletvekilleri, genel başkanı, genel başkan yardımcıları, herkes düşüncesini özgürce dile getirecek. Böylece iktidarın ağır para cezalarıyla susturmak istediği bir siyasal parti karşı önlemini aldı ve dolayısıyla susmayacağı, bütün para cezalarına rağmen de düşüncelerini özgürce ifade edeceğini söyledi. Bir anlamda bu.
Bu fon yasal bir fon, yasa dışı bir fon değil. Fonun nerede kullanılacağı da belli. Adına biz fon diyoruz aslında öyle bir fon falan değil, işte parayı bir yerde tutacağız, bir bankada. Eğer bir arkadaşımız siyasal söylemi nedeniyle tazminata ağır para cezasına mahkum edildiyse, tazminatını ödeyeceğiz. Daha sonraki aşamaları tabi yargı aşamalarını da bir şekilde izleyeceğiz.
Bütün bu davaları adım gibi biliyorum kazanacağız. Bu davaların tamamını kazanacağız. Erdoğan’ın özellikle ağır para cezaları vererek bizi susturmak istemesinin özünde kendisinin eleştirilmesinin istemiyor, özellikle haklı dayanakları olan eleştirilere Erdoğan tahammül edemiyor.
- Hiç kazandığınız bir dava var mı?
Şu ana kadar bir davayı Anayasa Mahkemesi bir davayı kaybettim. O da zamanında başvurmadığımızı iddia ettiği için Anayasa Mahkemesi. Onu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürdük. Çünkü zamanında başvurduğumuzu söylüyoruz. Onun dışında kaybettiğimiz bir dava yok.
- Ama ödediğiniz tazminatlar var…?
Şöyle alt mahkeme onlar. Daha bunun yargı süreci var, büyük bir ihtimalle Yargıtay bu davaları…Eğer Yargıtay daha önce aldığı kararlara uygun kararlar verecekse yani içtihatlara uygun karar verecekse bu davların tamamını kazanacağız. Ama diyelim ki Yargıtay da Saray’ın talebini dile getirirse Anayasa Mahkemesi ve AİHM’ne götüreceğiz.
Burada tuhaf bir şey de yok mu, garip bir hukuk anlayışı, para kazanmak davada, yargıda haklı olduğunu ispat etmek değil de garip bir yöntem izleniyor, gazetecilere de çok büyük miktarlarda davalar açıyorlar artık
Şimdi normalde Yargıtay’ın bugüne kadar verdiği kararlarda tazminat davlarında verilen para cezalarını karşı tarafın zenginleşmemesine yol açmaması lazım. Ama öyle paralar cezalar istiyorlar ki şimdi onu, evine haciz koyarak, banka hesaplarına haciz koyarak, aylığına haciz koyarak bir anlamda susturmak istiyorlar. Yani ağır para cezaları vermelerinin nedeni bu. Bu ağır para cezalarının tamamı alt mahkemelerde veriliyor. Henüz daha Yargıtay’ın bu konuda verilmiş bir kararı yok. Alt mahkemelerde ise Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu siyasi otoriteden aldığı talimatlar çerçevesinde bir, ben ona yargı çetesi diyorum, belli bir mahkemelere yargıçlar atanıyor veya yargıç orada dürüst davranacağı anlaşılıyorsa süratle değiştiriliyor, başka bir hakim atanıyor. Dolayısıyla sarayın beklentilerine uygun yüksek cezalar verilmiş oluyor.
- Siz çok yargıya başvurmuyorsunuz galiba?
Ben başvuruyorum, hakaret davaları olduğu zaman ben Erdoğan için beş paralık dava açıyorum. Çünkü değeri beş para. Onu da söylüyorum, dava dilekçesinde de söylüyorum, beş para olmadığı için mecburen beş kuruşluk açıyoruz diye ama bu davayı kimse unutmasın beş paralık bir davadır, çünkü muhatabımızın değeri beş paradır diye açıyoruz.
- Size yönelik ağır eleştiriler, sosyal medyada hakaretler, o konuda da gelen tazminatlar?
Genelde sosyal medyada, bilmiyoruz tabi onu, bazen savcılar tespit ediyorlar, davalar açıyorlar, kişi pişmanlığını ifade ediyor, işte davadan vazgeçer misiniz diye. Diyoruz, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne örneğin davanın ağırlığına bağlı olarak 5 çocuğu 10 çocuğu bir yıl süreyle fakir aile çocuğunu burs verirsen davadan vazgeçeriz diye. Bu çerçevede o davalardan da vazgeçiyoruz. Böyle epeyi var.
- En son bir hakimin Çanakkale hakimi sanıyorum, lafları vardı. Ona ilişkin HSYK bir soruşturma başlatmıştı ama yargının bugünkü görünümü nasıl bir his uyandırıyor. Herhangi bir hakimin karşısına çıktığınızda ben burada adil yargılanabilirim gibi bir hissiniz var mı?
Şimdi iki şeyi ayırmak gerekiyor. Bütün eleştirilerimize karşın yargıda gerçekten bir yargıcın davranabileceği titizlikte davranan, kararını veren, içtihatlara uyan, yasalara uyan yargıçlar ve savcılar var. Bütün yargıyı bir şekliyle aynı kefeye koymak doğru olmaz. Bunları ayrı bir yere koyuyorum. Ama bir de onun dışında özellikle yeni atanan hakimler ve savcılar var. Bunların büyük bir kısmı siyasal iktidarın militanı gibi davranıyor. Örneğin seçimlere giren bir hakim veya savcı eğer seçimlerde başarı sağlayamıyorsa yani kazanamıyorsa görevine dönemiyor. Yasada çok açık net bir hüküm var, görevine dönemiyor. Neden? Çünkü siyasi görüşü ortaya çıktı, dolayısıyla kürsüde otururken onun artık tarafsız olmayacağına dair bir kanahat oluşur diye. Bu hüküm var olmasına karşın, özellikle 20 Temmuz sivil darbesinden sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yönetiminde görev alan pek çok avukat fiilen görev alan pek çok avukat, hakim veya savcı olarak atandı. Hakim veya Savcı olarak birisi seçime girdiği zaman mesleğine dönemiyor, çünkü hangi partiden girdiği belli oluyor ve onun adalet dağıtamayacağı yönünde ya da sanık yönünde adalet açısından bir kuşku belirir diye davranırken, yasa bu kadar duyarlı davranırken, yasayı tersinden dolanıp, siyasi partinin yönetiminde yer alan kişi yargıç olarak atanıyor. Bunlar dediğimiz yargı çetesini oluşturan gruplar. Bunların büyük bir kısmı siyasi otoritenin beklentilerine uygun olarak karar veriyorlar. O nedenle yargıya güven var mı, onu Yargıtay Başkanı söyledi zaten, yargıya olan güven yüzde 30’a düşmüştür. Yine iyi bir rakam yüzde 30 kabul etmek lazım. Aslında yargıya olan güvenin yerlerde süründüğünü hepimiz üç aşağı beş yukarı sokağa çıktığımızda görürüz. Adalet var mı diye sorun bu ülkede emin olun vatandaşların yüzde 99, 9’u adalet yok diyecektir. Gerçekten de adalet yok bu ülkede.
- Burada hakim ve savcılardan bahsettiniz, tarafsızlıklarını yitirmesinden bahsettiğiniz, böyle bir süreç. Aynısını bugün de Meclis Başkanı’nın tersinden aday olmasıyla bir süreç aşıyoruz. Binali Yıldırım’ın Meclis Başkanlığı’ndan istifa etmemesi söz konusu. Anayasaya aykırılık iddiası konusunda sessiz kaldığınız eleştirileri var.
Şöyle söyleyeyim. Bir, Türkiye’de bir yazılı anayasa var. Ama ülkeyi yöneten otorite bu anayasaya uymuyor. Çünkü anayasaya uymak, kurallara uymak, onun için görevinin engellenmesi sonucunu doğuruyor diye bir düşüncesi var. Bunu da zaten değişik ortamlarda dile getirdi. Yani güçler ayrılığı ilkesine ben uymayacağım diyor. Ne demek hakim, ne demek bilmem TBMM, ben karar veriyorum ben buna uyacağım diye. Birinci noktamız bu yani anayasa ve yasalar bir kişi için çalışmıyor. İkincisi şu, eğer tepedeki kişi yasaları ve kuralları yani anayasayı ve yasaları ihlal ediyorsa uymuyorsa bunun izdüşümü olan TBMM Başkanı, onun izdüşümü olan milletvekilleri, onun izdüşümü olan belediye başkanları da biz de uymuyoruz diyorlar. Bunlar parlamentoda çoğunluğu oluşturdukları için bunlara karşı bir yaptırım söz konusu değil. Aslında yasalara uymak anayasaya uymak her şeyden önce ahlaki bir sorun. Yani yasalara uymamak ahlaki bir sorun. Niçin? Siz yasalara uyacağınıza dair namusunuz ve şerefiniz üzerine parlamentoda yemin ediyorsunuz. Yasalara uyacağım, anayasaya uyacağım diye namusunuz ve şerefiniz üzerine yemin ediyorsunuz ama yasayı da ihlal ediyorsunuz, anayasayı da ihlal ediyorsunuz ve dönüm bunu topluma ‘ne var burada bir şey yok ki, ben ihlal edebilirim’ diyorsunuz. Yani kendinizi yasaların ve anayasanın üzerinde bir yerde konumlandırıyorsunuz.
Ne yapmak gerekiyor buna karşı. Şimdi buna karşı yapılması gereken, toplumun bilgilendirilmesi ve toplumun özellikle kendisini yasaların, parlamentonun hatta milletin üstünde gören, onlara karşı biraz kibirle bakan bir anlayışa toplumun dur demesi lazım. Bunun yolu yöntemi budur. Demokratik yollarla bunun mücadelesinin yapılması lazım. Kim yapacak bu mücadeleyi? Bu da önemli. Bu mücadeleyi halk adına medya, radyosu, tv, yazılı basını, internet medyası bunlar yapacaklar. İki, barolar yapacak. Çünkü barolar bir ülkede en önemli hukuk kurumlarıdır. Onların yapması gerekir. Üç, hukuk adına sivil toplum örgütleri var. Dört, onun dışında diğer sivil toplum örgütleri, Çağdaş yaşamı Destekleme Derneği’nden tutun Mehmet Akif Ersoy’un diyelim ki, onun hakkını hukukunu savunan veya onu bir şekliyle toplumu tanıtan derneklere kadar. Yani bir uçtan öbür uça kadar bütün sivil toplum örgütlerini de görüşü, siyasal anlayışı, olaya bakışı, işte diyelim ki çevreyle ilgili bir denekteler, onlar da demokrasiyi savunmak zorunda, hukuku, hukukun üstünlüğünü savunmak zorunda. Yani bütün sivil toplum örgütlerinin ve sendikaların, sendikaların varlık nedeni nedir, işçinin hakkını savunmaktır, işçinin hakkını nasıl savunacak, demokratik ortamda savunacak, hukuk varsa savunacak, bugün anamuhalefet partisinin, ana muhalefet demeyelim kalmadı artık, parlamentodaki ikinci büyük partinin, genel başkanını ve milletvekillerinin seslerini kesmek için, yargıyı kullanan bir otorite varsa, ve bu otorite baskın olarak ortaya çıkıyorsa yarın sendikaların, sivil toplum örgütlerinin de sesini kesecektir eğer mücadele etmezse. Dolayısıyla teslim olmak değil, demokrasiden yana, özgürlükten yana mücadele etmek gerekiyor. Bu sadece bakın, saydık işte, siyasal partiler, sendikalar, barolar, sivil toplum örgütleri vs, ve sokaktaki vatandaş. İşsizim diye bağırıyor, geçen Kayseri’de var, belediye başkanı bana iş vermedi, şu vermedi, bu vermedi falan. İyi de ekonomiyi bu hale getiren oradaki belediye başkanı mı, hayır, ülkeyi yönetenler. Ona bu bilincin verilmemesinin sorumluluğu kimde. Erdoğan’ı hiç sulamıyor hiç ama, onu ayrı bir yere koyuyor. Aslında onun işsizliğine yol açan kişi Erdoğan, tepedeki kişi. Dolayısıyla vatandaşa bu siyasal bilincin de verilmesi lazım. Vatandaşın bunu öğrenme lazım; ‘ben işsiz kalıyorsam, haklarımı alamıyorsam, devlet sosyal anlamda sosyal devlet olarak görevini yerine getirmiyorsa ve bunu ihmal ediyorsa en başta sendikalar olmak üzere ortak mücadele etmek gerekiyor. Bu mücadeleyi yaparken de bu kurulların, siyasal partilerden en aşağıdaki sivil toplum örgütüne kadar, meslek kuruluşlarına kadar, bütün bu kurulların korkuya teslim olmaması lazım. Mücadele, mücadele. Bu tür demokrasi talepleri, demokrasi mücaleleri, hukukun yeniden inşası, çağdaş demokratik bir anayasaya kavuşma sıradan bir olay değildir. Köklü, kalıcı bir mücadeledir. Ve bu mücadeleyi yürütecek olanlar eğer birlikte hareket edebilirlerse sizin söylediğiniz o hukuka uygunluk, anayasaya uygunluk bu süreç kendiliğinden gelmiş olur.
Bu bağlamda yerele seçimleri önemsiyoruz. Bu yerel seçimlerde… Binali Bey istifa etsin mi etmesin mi, istifa etse ne olur etmese ne olur, hukukun olmadığı bir yerde, anayasanın açıkça ihlal edildiği bir yerde, siz Binali Bey istifa ederse çok iyi olacak, istifa etmezse çok kötü olacak… Ne yaparsa yapsın, Binali Bey sonuçta İstanbul’dan kalkacak Ankara’daki makamına oturacak zaten, zaten oturuyor. Onun İstanbul Büyküşehir Belediye Başkanı olma gibi bir derdi yok zaten, öyle bir düşüncesi de yok. Talimat geldi, talimatın gereğini yapıyor. Zaten demokrasiyi yozlaştıran temel anlayış da bu. Bir kişinin talimatıyla bütün işlerin yürümüş olması. Bu geniş kitlelerin yani bir kişinin talimatına uyan kitlelerin akıllarını bir kişiye kiraya vermeleri anlamına geliyor.
- Yıldırım'la ilgili Erdoğan'dan önce Bahçeli “istifa etmesine gerek yok” dedi. Ama sonra İçtüzük'teki “vekalet” yöntemine başvurabileceğini söyledi... Bunu nasıl yorumluyorsunuz, geri adım mı?
Bahçeli'nin bütün derdi AKP tabanından nasıl oy alırım. Bütün derdi o. Erdoğan da bunun farkında, herkes bunun farkında.
- Bu konuda CHP'ye de bir eleştiri var. CHP de toplumu bilgliendiren sert bir muhalefet yapmıyor, işte “Ankara'ya dönecek” deniyor ama bir şey yapmıyor’ diye. Eleştirileri nasıl değerlendiriyrosnuuz?
Dün Parti Meclisi'nde de söyledim: Eleştirilecek -bunu binali beyden bağımsız olarak söylüyorum- diyelim ki çevre ile ilgiliyse bir kamu fabrikasının satışıyla ilgiliyse, diyelimki her hangi bir sendikayla ilgiliyse, doğrudan ilk tepkiyi bir siyasal partinin vermesini doğru bulmuyorum. Nedeni şu, Demokrasilerde önce işin ana aktörünün buna tepki göstermesi lazım. Arifiye'deki fabrikayı alalım şimdi. Buna ilk tepkiyi sendikanın, oradaki işçilerin göstermesi lazım ve o işçilerin tepkilerinin geniş kitlelere duyurulması lazım. Herşeye siyasetçi atladığı zaman sivil toqlum örgütlerinin talepleri beklentileri eleştirileri kaybolup gidiyor. Binali beyin tablosuna itiraz edecek olan kim? Türkiye, Barolar Birliği. Barolar, hukukçular itiraz edecek buna. Anayasa ihlal ediyorsunuz diyecekler. Biz zaten söylüyoruz. Ama biz dominant olarak çok öne çıktığımızda bütün sivil hayatı öldürüyoruz. Tipik örnek vereyim. Gezi olaylarında Taksim açılmadığı için biz müdahil olduk, Taksim'i açtık, mitingimizi iptal edip, Taksim'i açtık ve tekrar geri çekildik. Niçin, biz oraya girdiğimiz zaman olay CHP'nin olacaktı. Ama oradaki gençlerin o zaman biz hakkını vermiş olacaktık. Onların verdieği emeği istismar eden parti durumuna düşecektik. Demokrasilerde siyasetçilerden ççok daha önemli olan unsur sivil toplum örgütleridir. Çünkü siyaset bilimciler şunu söylüyor: Önümüzdeki 50 yıl içinde siyasi partiler daha da zayıflayacak ama sivil toplum örgütleri daha da güçlenecek. Çünkü STÖ'lerin konu bazında farklı siyasi görüşten insanların aynı amaca yönelik biraraya gelip, üstelik kendi ceplerinden para koyup, mücadele ettikleri örgütlerdir. İşte çevre dernekleri bunlardan birisidir. İşte HES'lere itiraz ediyor, deniz kirliliğiyle mücadele ediyorlar. Bu örgütlerin güçlenmesi lazım. Bizim de siyasetçi olarak bu örgütlerin güçlenmesine katkı vermemiz lazım. Ben daha önce pek çok yere gittiğimde iki ayrı toplantı yaptım. Bir Denizli’ye gittik veya İzmir'e gittik, sanat dünyasıyla toplantı yaptık. Sanatçılara destek vermemiz lazım. Onları onore etmemiz lazım. Oturduk konuştuk, sanat ikliminden söz ettik karşılaştıkları zorlukları konuştuk. İlk kez böyle bir toplantının olduğunu bize ifade ettiler değişik yerlerde. STÖ’ lerle görüştük, onların da güçlenmesi lazım. Onların medyada yeterince sesi çıkmıyorsa, onların sesinin çıkacağı ortamları bizim hazırlamamamız lazım. O zaman şöyle bir tablo çıkıyor, biz bunu yaptığımız zaman: Daha güçlü bir demokrasi platformu ortaya çıkıyor. Çünkü demokrasiyi ancak böyle yaşatabiliriz. İki düşmanın -karşı tarafın gözüyle bir CHP , diyelimki bir tarafta bir tarafta AK Parti'nin olduğu ve bunların da düşman ilan edildiği bir ortamda toplum, ikisinin arkasında yer alıp ve sağlıklı düşünemeyen bir yapının oluşmasına katkı veriyor. Yani bir tarafta CHP, bir tarafta AKP var, bunlar kanlı bıçaklı vaziyette. Sivil toplum yok, sesleri çıkmıyor, sendikalar yok sesleri çıkmıyor. Bizim bu alanı büyütmemiz lazım. Demokrasi dediğimiz zaman belki de CHP tarihinde gidip ben Mazlumder’i ziyaret ettim, CHP ye destek vermediğini biliyordum, Hak-İş i de ziyaret ettim, CHP'ye destek vermediğini biliyordum. Ama onların güçlenmesi lazım, çünkü onlar da bir gün gelecek demokrasiyi savunmak zorunda kalacaklar. O yüzden Binali Bey'in istifası konusunda dominant olarak CHP eğer çok öne çıkarsa tamam, söyleriz onu ne olacak yani.. Ama baroları öldürürüz o zaman. Barolar sesini çıkarmayacak diğer sivil toplum örgütleri sesini çıkarmayacak. Biz bir hukuksuzluğu, bir siyasal partinin dilinden değil de o konuda emek vermiş ve topluma da bir anlamda söylemiyle güven vermiş kurumlar tarafından dile getirilmesini ve bizim de onu desteklememiz gerektiğine inanıyorum. Böyle bir bakış açım var.
- Binali Yıldırım seçim siyasi bir faaliyet değildir dedi. Tartışmanın buraya odaklanmasının bilinçli olarak yapıldığı, muhalefetin buna odaklanacağını, adayların projelerinin ve 25 yıldır kentlerdeki tahribatın tartıştırılmayacağını dolasıyla bilinçli olarak istifa ettirilmediği yönünde bir yorum var. AKP tarafından böyle bir strateji izlediği yorumuna katılıyor musunuz?
Olabilir. Ekonomi tartışılmasın istiyorlar, projeler tartışılmasın istiyorlar. Kısır çekişmelerle bu iş devam etsin istiyorlar. Gerçi hukuka uymamak bir kısır çekişme değil, onun altını özenle çizmek isterim. Anayasa ihlali bir kısır çekişme değil ama bunların yetkin çevreler tarafından dile getirilmesi demokrasilerde çok değerlidir. Medyanın, baroların dile getirmesi demokrasilerde çok değerlidir. Biz hiçbir siyasi partinin yapmadığı şeyleri de yaptık. Örneğin, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ve DİSK’i kıdem tazminatı konusunda bir araya getirdik ve çıktılar, konuştular. Çünkü kıdem tazminatı sadece TÜRK-İŞ’in, sadece HAK-İŞ’in, sadece DİSK’in olayı değildi. Bütün işçileri, bütün sendikaları ilgilendiren bir olaydı. Taşeron işçileri dile getirdik ki sendikalardan çok daha güçlü bir biçimde dile getirdik bu konuyu. Oysa gönül isterdi ki bunu bizden çok daha önce sendikalar dile getirsinler. Sonra sendikalar da bunu dile getirmeye başladılar. Haksızlık etmeyelim, belki sendikalar belli konuları dile getirirken yeteri kadar kamuoyuna seslerini duyuramıyorlar. Böyle bir medya bozulması da var. Haberlerin çok gerilerde kalmaları gibi bir tablo da var.
-
- Sözünü ettiğiniz kuşatılmışlık meslek örgütleri, sendikalar, sivil toplum örgütleri için de geçerli. Sizin yapmadığınızı bu örgütlerden yapmasını beklemek çok anlaşılır gelmiyor. Sizin bir ifadeniz vardı gazeteci arkadaşlarla buluşmanızda, “Yüksek Seçim Kurulu’na güvenmiyoruz” şeklinde. Hiç kimse güvenmiyor ve bu seçimin sonucuna dair de şüphe uyandırıyor. Biz güvenmediğimiz bir kuruldan nasıl doğru sonucu alacağız. Siz güvenmezken bu örgütler nereye müracaat edecek?
Eğer işçi hakkı zedeleniyorsa sendikaların mücadele etmesi lazım. Eğer sendikalar mücadele etmeyip haklarını aramayıp bir siyasal parti bizim hakkımızı dillendirsin deniyorsa o yöneticiler görevini bırakmalı. Onlar işçi haklarını savunan kişiler değildir. Bunu her yerde söyledim, ben bunlara sendika ağaları, işçinin parasıyla geçinen ağalar diyorum. Bu bağlamda sendikacı eğer bir işçi hakkı ihlali varsa TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, hangi görüşten olursa olsun ortak hareket etmek zorundalar. Nasıl ortak hareket edecekler? Alanlara çıkacaklar, protesto yapacaklar vs. Cam çerçeveyi kıracaklar değil. Demokratik yollardan mücadelelerini sürdürecekler. Batıda, çağdaş demokratik bir ülkede nasıl yapılıyorsa bu öyle yapılır. Siyasi partiler ziyaret edilir, siyasi partilerden destek istenir. Biz bunların hepsini yaparız. Ben üç sendikanın genel başkanını da bir yemekte buluşturdum kıdem tazminatı konusunda. Bir siyasi partinin genel başkanı olarak üstüme düşen görevi fazlasıyla yaptım. Sendikacıları en fazla eleştiren kişi benim ama TÜRK-İŞ Genel Kurulunda şunu söyledim, “Sizi en fazla eleştiren benim çünkü ben sizden biriyim. Benim hakkımdır sizi eleştirmek”… AK Parti’den birisi gelip sizi eleştirmeyebilir, size güzel şeyler söyleyebilir ama ben beğenmediğim bir konuyu, işçi hakları yeteri kadar savunulmuyorsa gelir sizin genel kurulunuzda sizi eleştiririm çünkü ben sizden birisiyim ve işçinin hakkını sonuna kadar savunmak zorundayım. Bu bağlamda baktığınız zaman yaptığımız doğru aslında. Son zamanlarda bizim işçi sendikalarıyla bir araya gelmemiz çok önemli ve değerli bana göre. Bakın biz taşeron işçilerin örgütlenmesine de katkı verdik. Nasıl örgütlendiler? Önce onlara dernek kurdurttuk çünkü bunlar sendika üyesi olamıyordu. Kendi belediyelerimizde sendika üyesi olmalarının yolunu açtık. Ama kalkıp bunu biz yaptık demiyoruz. Niçin? Bunlar örgütlenebilmeli, güç olabilmeli. Sonra ben bu derneklerin yöneticileriyle İstanbul’da, Ankara’da bir toplantı yaptım taşeron işçilerle. Verdiğimiz bir mücadele sonunda onların bir kısmının kadrolu olmalarına yol açtı. Bizim mücadelemiz bu bağlamda giderse değerli olur.
İşçi sendikalarının da mücadele ederek hak alması lazım. 12 Eylül darbesi, bütün haklarını elinden aldı. Şimdi 20 Temmuz darbesinden sonra aynı tablo var. Sürekli grevler erteleniyor. Bakanlar Kurulu kararıyla erteleniyor ve Erdoğan çıkıp şu açıklamayı yapıyor işverenler toplantısında, ‘OHAL niye var? Bütün grevleri erteledik’ diyor. Yani OHAL’in, işçilerin hak aramasının engellenmesinin bir gerekçesi olarak sunuyor ve buna işçi sendikalarından gördüğüm kadarıyla çok ciddi bir tepki gelmedi. Bu neyi gösteriyor? Sendikaların gerçek anlamda birer işçi sendikası olmadığını gösteriyor. Bunları güçlendirmemiz lazım. Bunlara biraz destek vermemiz lazım. Ya korku ikliminden çıkıp bir şey söyleyemiyorla ya da tamamen teslim olmuşlar.
YSK’ya güven… “Yargıya olan güven yüzde 30’lara düşmüştür” diyen bir Yargıtay Başkanı varken bu ülkede ben YSK’nın nesine güveneceğim? Yasada açık diyor ki, mühürsüz oy pusulaları geçersizdir diyor. YSK karar alıyor, hayır bunlar geçerlidir diye. Nesini kabul edeceğiz bunun! Hapishanelerle ilgili, mahkûmların bulundukları yerlerde değil de nüfus kayıtlarının olduğu yerde oy kullanmaları gerekir diye bir karar alındı. Sanki mahkûm oraya gönüllü gitmiş de, YSK da buna evet diyor. Bu da YSK’nın Adalet Bakanlığı tarafından yönlendirildiğini gösteriyor. YSK üyelerinin önüne Adalet Bakanlığı tarafından birer dosya konuldu. O dosyanın içinde hangi hapishanede hangi partiye ne kadar oy çıktığına dair rakamlar da vardı. Bütün bunlara baktığınız zaman YSK, siyasal iktidarın güdümünde olan bir kurul. Biz YSK’ya bu nedenle güvenemeyiz. Kime güveneceğiz?Halka güveneceğiz. Bizim güvendiğimiz yer YSK değil ki, halka güveneceğiz. Sandıkları kontrol edeceğiz.
Şunu düşünebilir misiniz? Örneğin İngiltere’de, Güney Kore’de veya Japonya’da bir seçim olacak ve bir siyasal parti diyecek ki ben bütün ıslak imzalı tutanakları ben şekilde mutlaka toplamak zorundayım. Yok böyle bir şey ama biz bunu Türkiye’de yapmak zorundayız. Fransa’da seçim olacak da oradaki bir parti diyecek ki, biz bütün ıslak imzalı tutanakları toplayalım, acaba burada bir hile oldu mu diye. Bu Türkiye’de demokrasinin olmadığını, YSK’ya güvenin olmadığını, YSK’nın görevini yapmadığını, tamamen siyasi otoritenin etkisi altında kaldığını gösteriyor. Bir de şu var, sandık tek başına bir siyasal partiye meşruiyet kazandırmaz. Diyelim ki bütün tutanaklar da olsa ve seçimi X partisi kazansa, eğer adil koşullarda bir seçim yapılmamışsa o seçim kazanan siyasal partiye meşruiyet kazandırmaz. İyi ve adil işlerin yapılması lazım. Şöyle düşünün, iki boksör ringe çıkacak, ring uluslararası standartlara uygun mu? Hakem var mı? Hakem YSK. Hakem bakıyor, boks eldivenleri de tamam. Ayrılın diyor, ayrılıyorlar. İkisinin başında da birer antrenör var. Hakem rakiplerden birisi için diyor ki, şunun elini kolunu bağlayın, ağzına da bant yapıştırın. Öbürüne de diyor ki, uluslararası kurallara göre ne gerekiyorsa serbest bırakın. Düdüğü çalıyor, buyurun, yarışın diyor. Birisinin eli kolu ağzı bağlı, öbüründe her şey var ve rakibini sürekli dövüyor. Düdüğü çalıyor ve hakem diyor ki bu yenildi, diğeri galip geldi. Bizde de aynı tablo. Medya onların kontrolünde, bürokrasi, yargı tümüyle onların kontrolünde. Her şey onların elinde. Muhalefet için de ne kadar olumsuz tablo varsa onları bize yaşatıyorlar ve ondan sonra diyorlar ki, biz seçimi kazandık ve biz meşruyuz. Hayır, siz meşru değilsiniz. Meşru olma şansları yok çünkü adaletli bir ortamda olmadı. Eşit şartlarda olur, birisi kazanır, dersiniz ki, tamam o kazandı. Ben bunu Avrupa’da sosyal demokratlarla toplantı yaptığımda da söyledim. Siz bizim yaşadığımız koşullarda bir mücadele vermiyorsunuz. Burada demokratik kurallar var, itirazlarını yapıyorsunuz. Medya gücü denetliyor. Bizde öyle bir şey yok dedim. Biz sizin düşünmediğiniz, aklınıza bile getirmediğiniz koşullarda yapıyoruz. Medyanın yüzde 95’i onların kontrolünde. Benim vergimle yayın yapan, tarafsız olması gereken devlet televizyonu TRT bile bizim aleyhimize yayınlar yapıyor ve bize haberlerde hiç yer vermiyor. Seçim süreci içinde bile yer vermiyor. Reklamlarımızı bile para verdiğimiz reklamları bile kabul etmiyor. Adil koşullarda yapılmıyor seçimler.
O zaman sandığa hiç gitmeyelim gibi tepkiler de var. Niye gitmeyelim? O zaman demokrasi mücadelesinden tümüyle vazgeçeceğiz.Biz bütün bu olumsuzlukları bilerek her türlü mücadeleyi yapmak zorundayız çünkü bizim sadece bugünün kuşaklarına karşı değil gelecek kuşaklara karşı da sorumluluğumuz var. O mücadeleyi vermek zorundayız.
- Seçmende bir küskünlük var ama sizle de ilgili. Sandığa gitmeyelim, bir şey değişmiyor gibi bir algı var.
Seçmende bir küskünlük var. AK Parti’nin bir trol grubu var, bunu besliyor. Sandığa gitmeyelim vs. Biraz da sol jargon kullanarak bunlar yapılıyor. Bilinçli seçmen sandığa gidecektir. Seçmen, bizim tabanımız küstü mü? Evet küstü. Kızdı mı? Evet kızdı. Haklı mıydı? Evet, haklıydı. O geceyi iyi yönetemedik, doğru. Onu da söylemek zorundayız zaten. Yönetemedik o geceyi. Daha sağlıklı, sağduyulu yönetebilirdik o geceyi, yönetemedik. Bunun sorumlusu kimdir? Sorumlusu biziz. Gidip de oy kullanan vatandaşa bunun sorumlusu sensin gibi bir kolaycılığın içine girmemek gerekiyor. Ancak o insanları, o arkadaşları kazanmamız lazım.
- Elleri bağlı bu boksörün ellerini çözmek için CHP 31 Mart gecesi ne yapacak? 24 Haziran akşamında Adil Seçim Platformu’nun sonuçlarına güvendik biz gazeteciler olarak. AKP, devlet televizyonu ve bütün kanallar üzerinden seçim sonucuna ilişkin bir manipülasyon yaparsa CHP’nin bunun karşısında nasıl bir yöntem izleyecek? 24 Haziran akşamı beklentileri boşa çıkaran o durum 31 Mart akşamı da yaşanır mı?
Hiçbir siyasi partide olmayan dijital altyapı bizde var. Siz bu kadar haber yapıyorsunuz, bir evde şu kadar seçmen kaydı bulundu, Hakkari’de bu bulundu, 164 yaşında seçmen kadın bulundu. Bunların tamamının kaynağı biziz. Bunları sivil toplum örgütlerine, diğer siyasal partilere de veriyoruz. Alın bakın, bu tablo var diye. Biz o altyapıyı, denetim olarak yapıyoruz. Örgütlere talimat veriyoruz. Gerçekten iyi çalışıyoruz. Sadece yüz ve üstü olanları çıkartıyoruz bir programla ve gönderiyoruz bunları araştırın diye. Sonra şunu yapıyoruz, aynı evde farklı soyadlyarı olan kişiler var mı, hepsi taranıyor. Diyelim aynı evde yedi kişi oturuyor ve hepsinin soyadı farklı. Şuna da bakıyoruz, bunlar daha önceki seçimde nerede oy kullanmışlar? Örneğin Rize Kalkandere’de kullanmışlar, şimdi ise Üsküdar’da. Bütün bunları çıkarıyoruz ve gönderiyoruz. Normalde bizim işimiz gidip propaganda yapmak, bu değil ama bu YSK ile biz görevimizi yapıyoruz. Örgütleri hareketlendiriyoruz. Sivil toplum örgütlerine de bu desteği veriyoruz. Adil Seçim Platformu’nun varlık nedeni de biziz. Her türlü bilgiyi veriyoruz Adil Seçim Platformu’na. Gönüllü arkadaşlar çıktı mesela. Şanlıurfa’ya giden, bıçaklanan arkadaşlar. Bu 164 yaşındaki kadını kim seçmen listesine yazdı? Adı olan ama soyadı olmayan kişileri kim yazdı seçmen listesine? Bunla ilgili suç duyurusu yapacağız. Bunlar çok rahat tespit edilir çünkü bu bilgiler dijital ortamda giriliyor. MERNİS’de bu bilgiyi kim, hangi gerekçeyle, hangi bilgisayarda girdi? Savcılığa suç duyurusunda bulunacağız. Normalde bu bizim görevimiz değil. Normalde adaletli işleyen bir devlet mekanizması bunu yapmak zorunda ama onlar yapamadığı için biz devletin üstlendiği görevi yapmak zorunda kalıyoruz. Dünya kadar eleştiri alıyoruz biz ama bir Allah’ın kulu da çıkıp ya eleştirelim ama bunu da bunlar yapıyor demiyor. 164 kadın oy kullanacak ve ilk kez oy kullanacak. Bunu çıkarıyorlar, bu CHP uyuyor mu diye. Yahu arkadaş çıkaran biziz. İstiyoruz ki bunu geniş kitleler, sivil toplum vs. açıklasın.
Bir siyasal partinin söylediklerine vatandaş marj koyar. Dünyanın her tarafında bu böyledir. Siyasetçiye güvensizlik duyduğu bir çember ya da bir limit vardır. Yüzde yüz doğruyu da söyleseniz ona siyasetçidir diye mesafeli davranır ama o konunun uzmanı açıkladığında vatandaş ona marj koymuyor. Evet bu doğırudur, bak bu işleri biliyor, bu işi okumuş diyor. Biz de o uzmanlar açıklasınlar diye bu bilgileri onlara veriyoruz. Hakkari’de bir evde bilmem kaç kişi çıktı? E kim buldu? Biz bulduk arkadaşlar. Bütün programları yapıyoruz. İlk kez oy kullanacaklar… Parti üyesi olup seçmen listelerinde yer almayan binlerce kişi var. Hemen saptadık, bildirdik. Vefat ettiyse tamam, etmediyse hemen uyarın. Bizim bazı ilçelerimizde her apartman için listeler hazırlandı, oy kullanacaklar götürüldü o apartmanın kapısına yapıştırıldı. Bu da yapıldı. Bir kamu görevlisinin yapması gerekin biz yapmaya çalışıyoruz. Çalışmak zorundayız. YSK’ya güvenmiyoruz. Bu tablonun neresine güveneceksiniz! Bunun bir de takibi var. Bunu saptadık, YSK tarafından bunun iptal edilmesi gerekiyor. YSK’ya bildiriliyor bunlar. Bunların da takip edilmesi ve düzeltilmesi lazım. Bunları da yapıyoruz.
- YSK’dan şimdiye kadar bildirdiklerinize bir cevap geldi mi?
Nüfus müdürlüklerine yapılıyor. Sonra YSK’ya yapılacak ama az önce söylediğim şikâyeti ilk kez yapacağız. O 164 yaşındaki kadın veya soyadı olmayan insanlar… Bunları kim yükledi diye onları cumhuriyet başsavcılığına şikâyette bulunacağız.
Dilekçeler hazırlanacak, ondan sonra yapılacak.
- Seçim gecesine ilişkin?..
Seçim gecesi de çalışacağız. Bütün sandıklara sadece biz değil diğer siyasal partiler, gönüllüler, hep birlikte sandıklara sahip çıkmaya çalışacağız. Geçen seçimlerde yüzde 96 ıslak imzalı tutanakları topladık üç günde. Ağırlıklı kısmını aynı gece, alamadığımız kısmı da YSK’dan aldık. Bu seçimlerin diğer seçimlerden farkı, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri var. Daha geniş bir kitle seçime girdiği için denetimi daha rahat olacak.
Bazı arkadaşlar çıktılar, efendim CHP’nin internet sitesi çöktü diye. Çöken bir şey yok arkadaşlar. Her yer böyle yazdı. Çökmedi ama yazıldı. Bir yerden bilgi geç geldi. Site çökmedi. Başka siyasi partinin de sandıkta görevlileri vardı, paylaşmıştık, oradan geç geldi. O parti ile seçimlerde iş birliği yapıyoruz. Sandıkların bir kısmını onlar, bir kısmını gönüllüler koruyorlar. Sandıkları korumadınız diye bir eleştiri de geldi. Bazen 10, 15 oy farkla seçimleri kazandık. Biz sandığı korumasaydık, 10,15 oy farkla verirler miydi bize milletvekilliğini? 13 ayrı zor bölgeden milletvekili çıkardık. Bu bizim sandıklara ne kadar kararlılıkla sahip çıktığımızı gösteriyor. Bazı bölgelere doğrudur, yüzde 96’nın dışında mesela Şanlıurfa’ya gönüllüler gitti, bıçaklandılar arkadaşlar! Ne yapsaydık! Gidemediler belli yerlere, Erzurum ve Şanlıurfa. Belli yerlere ulaşmakta da güçlük çektik.Onu da söylüyoruz. Yüzde 96’sı alındı, bulundu.Ağırlık CHP’de, diğer siyasi partiler ve gönüllüler, sandıklara hep birlikte sahip çıktık.
- İzmir adayının dün Aziz Kocaoğlu ile yapılan görüşme nedeniyle açıklanmadığı iddiası var. Dün Aziz Kocaoğlu ile görüştünüz mü, gerilimli bir ortam var mıdı?
Sayın Kocaoğlu dün geldi, görüşmek istedi. Tekrar aday olmak istediğini söyledi ben de aday adayı olabilirsiniz, sorun yok dedim. Neden olmak istediğini ifade etti. Teşekkür ettik, ayrıldı. Bir açıklama yapacağını söyledi. Tabi, yapabilirsiniz dedik. Çünkü daha önce aday olmayacağını söylemişti. Başarılı bir belediye başkanlığı yaptı. Herhangi bir şaibeye bulaşmadı, belediyeyi iyi yönetti, bütün devlet baskısına rağmen iyi yönetti, sonra aday olmayacağını söyledi, 3 dönem adaylık yaptığını ifade etmişti. Bu kez tekrar aday olacağını söyledi.
- Dün açıklanmasını bu görüşme mi engelledi?
Dün hiç gündeme gelmedi ki İzmir Büyükşehir adaylığı. Bu görüşme ile ilgisi yok onun. Hayır, önce şunu yaptık; İzmir’de bize ait olmayan belediyeler üzerinde çalıştık. Dolayısıyla çalışma bunun üzerineydi. Onu çalıştık. Bir gece önce. Gecikme deniliyor. Geçen döneme baktığımızda bir gecikme yok. Büyük bir kısmı açıklandı. Daha erken açıklamak isterdik. Ama takdir edersiniz ki İYİ Parti ile görüşme var. Bu doğal olarak iki parti açısından da gecikme yaratıyor. Onlar da biz de tabanlarımıza soruyoruz, ek anket ihtiyacı doğuyor. Bu çerçevede değerlendirmek lazım. 10-15 gün içerisinde bunu bitireceğiz. Bir İzmir, bir İstanbul kaldı, ağırlıklı olarak.
- Kocaoğlu’nun Tuncay Özkan ve Tunç Soyer’in adaylığına karşı çıktığı, rezerv koyduğu iddiası da var.
Kişilere dönük rezervi var mı, böyle bir şey söz konusu mu, bana doğrudan aktarılmış değil. Böyle bir rezervi var mı onu bilmiyorum. İzmir’deki yakın çevresiyle görüşmelerinde bunu ifade etmişse bilmiyorum. İzmir medyasını çok yakından izleme şansım olmadı. Değişik haberler çıkabiliyor. Aslolan buradan çıkacak olan kararlar.
- Kocaoğlu, daha önce CHP’nin siyaset üretecek, Türkiye’yi yönetecek bir mutfağı olmadığını ifade etmişti… İl örgütü üzerinde bu sözleri etkili olur mu?
O kurultay sürecinde yapılan açıklamalardı, o dönem siyasi ortamında yapılan açıklamalar. Onlar çok geride kaldı diye düşünüyorum. Örgütün üzerinde Aziz beyin bu sözlerinin nasıl bir etkisi var onu bilmiyorum. Tek tek çağırıp il, ilçe başkanını bunu sormak aklımdan geçmedi. O belediye başkanıydı. Kurultay toplanması ile ilgili düşünceleri vardı. Hiçbir zaman neden kurultayda imza verdin diye birisini cezalandırma ya da özel önyargıyla yaklaşmak gibi bir düşüncem olmadı. Onlar eskide kaldı, bugüne taşımanın mantığı yok.
- İzmir’de Tuncay Özkan’ın anketlerde önde çıktığı gibi haberler var.
Diyorsunuz. (Gülümseyerek) Parti içinde yapılan çalışmaları medya ile paylaşmayı doğru bulmuyorum. Dün PM’de de söyledik. Adayları belirlerken sadece anketler değil, il başkanı, ilçe başkanı, vekiller bütün bunlar dikkate alınıyor. Dedim ki bir bölgede 3 aday varsa bazen bunlar bir araya gelip uyumlaştırılırsa yüzde 100 kazanıyoruz ama rakip olurlarsa seçimi kaybediyoruz. Birisinin ankette önde olmasının önemi kalmıyor o zaman. Adayları belirlerken bütün bunlar dikkate alınıyor.
- Aday belirleme kriterlerinizde kadınlara bakışınız nasıl. Dezavantajlı gruplara bakışınız nedir?
Genç olmaları, kadın olmaları. Hepsi. İstiyoruz ve bunlar dikkate alınıyor. Kadın adayların özellikle daha fazla olmasını arzu ediyoruz. Sadece başkanlık değil, meclis üyeliklerinde de. Engelli adaylar ya da. Ne kadar listelere yansıyacak, onu göreceğiz. En son Amasya’da, Erzincan’da kadın adaylar oldu, büyük kentlerde de olacak.
- Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan bu yana, CHP’nin sağ aday siyaseti yürüttüğü, söylem ve aday belirlemede sağ yönelimin sürdüğü eleştirisi söz konusu. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim sağa falan yöneldiğimiz yok. Sağa yönelen parti taşeron hakkını mı savunur, emekliye iki maaş ikramiye mi der, adalet yürüyüşü mü yapar? Biz, bize oy vermeyen geniş kitlelerin bizi dinlemesi ve onların sorunlarına ürettiğimiz çözümleri onlara anlatacağımız bir mecra yaratmaya çalışıyoruz. Biz yine yerimizde duruyoruz. Parti programımız meydanda. Demokrasi konusundaki düşüncelerimiz meydanda. Toplantı yapıyoruz; Mazlum Der’i de diğer dernekleri de davet ediyoruz. Hepimizin ortak çabası demokrasi olmak zorunda. Çünkü geldiğimiz nokta demokrasiden yana olanlarla, demokrasiye karşı olanların noktasıdır. Dolayısıyla demokrasiden yana olan her kesimin bir yerde buluşması lazım. Kurarız demokrasimizi, düşünce özgürlüğümüzü, herkesin düşünceleri saygındır. Kendini sağda konumlandıran ve demokrasiyi savunan birisiyle, solda konumlandıran ve demokrasiyi savunanın ortak hareket etmesi lazım. Demokrasi ve özgürlük bağlamında. Bugünkü yoksulluğu, sömürüyü doğuran sistem, demokrasiyi rafa kaldıran sistem tek adam rejimidir. Yoksula yardımı lütuf olarak sunuyorlar oysa sosyal devletin zorunluluğudur. O lütuf anlayışından vatandaşı kurtarmak ve hakkın kardeşim dememiz lazım. Sen hak istiyorsun. Bunu söylüyoruz. Bizim sağa yönelmemiz vs. söz konusu değil, bildiğimiz yolda devam ediyoruz. Bizim oy almamız gereken kitlelere kendimizi anlatmamız lazım. ‘Biz rivayet olarak size yansıyan CHP değiliz. Toplumun her kesimini kucaklayan, her kesimine demokrasiyi, özgürlükleri getirmek isteyen bir partiyiz’ dememiz lazım. Saadet Partisi demokrasiyi savunuyorsa, ben de savunuyorum. Diğer partiler savunuyorsa ben de savunuyorum. Savunuyorlar diye karşı çıkacak halimiz yok. Ortak paydayı büyütme, bütün hedefimiz bu. Hak talep etme konusunda. Demokrasi dediğimiz zaman sol söylem, hak talebi dediğimizde sağ söylem oluyor. Oysa ikisi de aynı. Hak talebi ise ancak demokraside oluyor.
- İYİ Parti dışında, Saadet Partisi ile de ittifak görüşmesi var mı?
Saadet Partisi ile de çalışıyoruz. Temaslarımız oluyor. İYİ Parti’nin oyu daha fazla olduğu için, görüşmeler biraz daha fazla oluyor. Saadet’in de adaylarının olduğu yerlerde, Adıyaman’da olduğu gibi destek vereceğiz. Şanlıurfa’da daha farklı bir tablo çıktı, bir bağımsız adayı hepimiz destekleyecek, böyle bir düşünce ortaya çıktı.
- Kutuplaşma olduğunda iktidar seçimlerde avantajlı hale geliyor. Referandumda böyle olmadı ve büyük illerde “hayır” önde çıktı. Bu süreçte nasıl bir strateji izlenecek?
Aynı strateji izlenecek. Bir kutuplaşma, ağız dalaşı, çatışma değil tam tersine vatandaşın günlük yaşadığı sorunları aşmak için her şeyi yapacağız. Biz üreten belediyecilik, istihdam yaratan belediyecilik kavramını ortaya attık. Belediyeler istihdam yaratmak zorunda. Ve bunu yapacağız. Bunlar zaten bazı belediyeler tarafından uygulandı, hayata geçirildi ve büyük başarı sağlandı. En tipik örnek, kadın kooperatifleri kuruldu Merzifon’da. Önce gidelim mi, komünist işidir kooperatif denildi. Dar bir grup buraya gitti, ürettiğini, evine ekmek götürdüğünü görünce diğer kadınlar biz de gelelim dedi ve halka büyüdü. Mersin’de, İzmir’de, Tekirdağ’da bunun örnekleri var. Binlerce dönüm mera ıslah edildi ve çiftçilere açıldı.
- Özgür Özel’in, hem Erdoğan’ın hem Bahçeli’nin başka bir akıl tarafından yönetildiği iddiası var. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hangi akıl yönetiyor bilmiyorum ama Türkiye’yi felakete götürüyorlar. Bu akıl Türkiye’nin beka sorununu gündeme getiriyor. 15 yıl önce Tü’nin bir beka sorunu yoktu, 10 yıl önce de, 5 yıl önce de. Neden birden bire ortaya çıktı? Çünrkü Türkiye yönetilmiyor, savruluyor. Hiçbir alanda yönetilmiyor. Ve Türkiye freni patlamış bir kamyon direksiyonunda iki kişi oturuyor ve yokuş aşağı gidiyor. Ekonomi geldi çakıldı, işsizlik patladı, yoksulluk, intaharlar patladı. Tüm bunlara baktığınız zaman Türkiye akılcı politikalarla yönetilmiyor. Kim bu yönetim tarzını savunuyor, destekliyor, onların topluma karşı tarihe karşı sorumlulukları var. Tarih onları yazacak. Türkiye’yi bu tabloyla karşı karşıya getirenleri yazacak.
- Kars aday adayınız CHP’de aday olamayınca istifa etti. Başka bir partiden aday oldu. Bu süreçteki tepkileri nasl değerlendiriyorsunuz?
Bir partiden aday adayı olan bir kişinin adaylaşmadı diye bir başka partiye gitmesi kişilik zaafiyetini gösterir. Doğru değil, bu bir siyasal kültürü parti kültürünü de içselleştirmediğini gösterir. Normalde biri aday adayı olur sonra aday gösterilmeyince istifa ediyorlar. Daha sonra gelip partiye üye olmak istiyorlar. Bize böyle seçim kaybettirenler var maalesef.
- Celal Doğan İyi Parti’nin adayıyım dedi, CHP ve İyi Parti’nin adayı Doğan mı?
Bu konu net değil.
- İstanbul ve Ankara’da oy deposu olan ve geçen seçimde kaybettiğiniz yerler var. bu konuda liderler bazında görüşmeler olacak mı?
Henüz Meral Hanım’la bir araya gelmedik ama bazı yerler liderler arası görüşmelerde belirlensin deniyor ama daha o noktaya gelmedik.
- Ekonomideki son rakamları nasıl değerlendiriyorsunuz?:
Ekonomi de yönetilmiyor. Herşey damada teslim edilmiş vaziyette. Damat ‘her istediğimi yapabilirim, her söylediğime iş dünyası uymak zorundadır, sendikalar uymak zorundadır, insanlar uymak zorundadır’ diye bir komplekse sahip. Bir kibir abidesi olarak duruyor. Tüm söylemlerinde, televizyon programlarında, insanlar endişe ile izlerken o gülerek, sırıtarak, aşağılayıcı bir yüz ifadesi ile topluma mesaj veriyor. Çünkü yoksulluk nedir asla görmedi, el bebek gül bebek büyüdü, bir eli yağda bir eli balda büyüdü, toplumun gerçeklerinden kopuk birisi. Hazine’nin damada teslim edilmesi kadar vahim bir tabloyu Türkiye Cumhuriyeti asla yaşamadı. Türkiye Cumhuriyeti devleti halktan toplanan vergilerin damada teslim edildiği bir düzeni hiç görmedi. Ve bu damat tümüyle sorumsuz bir damat. Halka hesap vermeyen bir damat. Tam tersi halka tepeden bakan bir damat. Ona gücünü veren de kayınpeder. Sarayda oturan kibir abidesi. Tümüyle halktan kopuk, halkı aşağılayan, halkı kölesi olarak gören her söylediğini yerine getiren ve tüm söylemlerine itiraz etmeyen bir kitle olarak görüyor. Çünkü ne damatta ne de kayınpederde demokrasi kültürü yok. Geldikleri nokta bu maalesef.
- Tampon bölge tartışmaları var. Suriye’deki gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suriye politikası baştan beri yanlıştı. Yanlışlık Erdoğan’un büyük ortadoğu projesinin eş başkanı olmasıyla başladı. Yanlışlık oradandı. Çünkü yönlendirilmişti, Ortadoğu’nun karışması gerekiyordu koçbaşı olarak da Erdoğan kullanıldı.
Dünyanın pek çok ülkesinden terör örgütleri üyeleri Türkiye üzerinden Suriye’ye yönlendirildi. Silah gönderildi. Ve Ortadoğu kana bulandı. Ortadoğu’da ölenlerin, ölen çocukların, kadınların, yaşlıların vebali Erdoğan’ın boynunadır. Tüm bunların sorumlusu Erdoğan’dır, Erdoğan kaçamaz bir yere. Ortaya böyle bir tablo çıkmışsa bu tabloyu yaratan kişi Erdoğan’dır.
Erdoğan öyle bir noktaya geldi ki batının egemen güçleri tarafından en rahat kolay kullanılan ve teslim alınan bir kişidir. Batının egemen güçleri Erdoğan’dan bu yüzden vazgeçemezler. Her alanda tarım alanında, Ortadoğu’da, sanayide, ekonomide kullandılar ve kullanmaya da devam ediyorlar. Erdoğan en kullanışlı kişidir şu anda ve batının egemen güçleri Erdoğan’dan vazgeçmezler.
- Güvenli bölgeye yaklaşımınız nedir?
Ortadoğu’da dengeler bırakın her gün her saat başı değişiyor. Erdoğan konuşuyor, istediği kadar konuşsun kararı ABD ve Rusya veriyor. Erdoğan, en son Trump’ın Türkiye’yi aşağılayan, küçümseyen ‘sizi mahvederiz’ diyen söylemi karşısında, tıpkı ABD askerlerinin bizim askerlerimizin başına çuval geçirdiği gibi süreci sessiz götürdü. Hani ‘Ey Trump’ diyordun, esip gürlüyordun, dünya lideriydin? Dünyanın şamar oğlanına döndü farkında bile değil. Her gelenin tokat attığı bir kişidir Erdoğan. Merkel, Trump, Macron, Putin ne söylediyse Erdoğan koşulsuz yerine getirdi. İçeride esip gürledi . Onlar da bunu biliyordu, ‘içeride esip gürleyebilirsin ama arka kapıda benim her istediğimi yerine getireceksin’ dediler. O da getirdi.
Bütün bunlara rağmen Türkiye halkı demokrasiden yana tavrını seçimlerde ortaya koyacaktır. Asla bizim bu ülkenin aydın, siyasetçi, sivil toplum örgütü yöneticileri, kadınları, gençlerinin karamsarlığa kapılma hakları yoktur. En zor koşullarda demokratik mücadeleyi vermek bu toplumun ortak görevidir. Biz bunu yapacağız.
Baskılar olacak ama bunlar tam tersine bizim çalışmamızı kamçılayacaktır. Daha fazla mücadele edeceğiz ve göreceksiniz, Ankara, İstanbul, Bursa, Antalya, Mersin, Adana’da çok güzel sonuçlar elde edeceğiz. Tüm veriler bunu gösteriyor. Adaylarımız da çok iyiler. Onlara da baskılar var ama bütün bunları aşacağız. Gerçekten de Türkiye 31 Mart’ta, 1 Nisan’da güzel bir bahara uyanacak. Buna inanıyorum.
Türkiye’yi yönetecek kişi akılcı bir politika izleseydi Ortadoğu’da daha farklı bir projenin öncülüğünü yapardı. Biz buna Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı diyoruz. Türkiye, İran, Irak, Suriye, dört ülke bir araya gelip kendi sorunlarını kendi iç dinamikleri ve birikimleri ile çözebilirler. Egemen güçler dışında dört ülke kendi sorunlarını çözebilme kapasitesine sahipler. Türkiye gerçekten sağlıklı ve tutarlı bir Ortadoğu politikası izleseydi, Ortadoğu gerçekten barış havzasına dönüştürebilirdi. Dört ülke biraraya gelebilirdi. Daha sonra Mısır eklenebilir. Sonrasında İsrail de önemli bir aktör olarak eklenebilirdi. Amerika ve Rusya da gözlemci olurdu. 2013 ten beri bunun olması gerektiğini belirtiyorum.
Bölge haklarının kendi kaderlerini kendileri belirlemesi lazım. Türkiye bölgenin önemli bir aktörü olarak ortaya çıkardı. İstenmeyen, eleştirilen, dışlanan insanı olarak değil bölgenin egemen gücü olarak, bölgenin barışı ve huzurunu sağlayan bir tabloyu inşa edebilirdi. Hala bu oluşturulabilir ama teslim alınan Erdoğan bunu beceremez, çünkü ne ABD bunu ister ne de Rusya.
- Leyla güven açlık grevinde. Enis Berberoğlu ile arasında bir fark olmamasına karşın hala cezaevinde. Leyla güven’e neden destek vermiyor CHP?
Hiçbir kişinin düşüncelerinden ötürü hapse atılmasını doğru bulmuyoruz. Hiçbir syasetçinin düşüncelerinden ötürü üstelik halkın oylarıyla seçilmiş, bizim güvenmediğimiz YSK’nın da ‘seçimlere girebilirsin’ dediği birinin seçildikten sonra hapiste tutulmasını doğru bulmuyoruz. Bizim verdiğimiz demokrasi mücadelesi sadece bizim gibi düşünenler için değil bizim gibi düşünmeyenleri de kapsayan bir demokrasi mücadelesidir. MHP, HDP demiyoruz. Herkesin düşüncelerini özgürce ifade edebildikleri bir Türkiye’den yanayız. Düşünce özgürlüğünü savunabilirsek toplum olarak o zaman gerçekten bu ülkeye demokrasi getirmiş olacağız. Düşünce özgürlüğü bir grup için var ama karşı grup için yok ise orada düşünce özgürlüğü yoktur.
- ODA TV için bir müftü tarafından katliam çağrısı yapıldı, nasıl değerlendirdiniz?
Tam bir facia. Bir inanç sahibinin insanların öldürülmesi üzerinden çağrıda bulunması insanlığa da her türlü inanca da aykırıdır. İnsanın öldürülmesi ile ilgili çağrı yapmak hangi dilde vardır? Sevgiyi hoşgörüyü savunmak varken insanların katliamına dönük çağrıyı yapmak hangi inançta, hangi kültürde vardır?
- İnternet medyasını nasıl buluyorsunuz?
İnternet medyası özellikle teknolojinin gelişmesiyle birlikte haberlerin çok daha hızlı, geniş kitlelere ulaşmasını sağlayan mecra oldu. O yüzden giderek önemi artan bir alan. İnternet medyasında çalışanların özellikle sağlıklı ve doğru haber yapmaları da internet medyasına olan güveni artıracaktır.