CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "İstanbul’a ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum" açıklamasını hatırlatarak, "İstanbul’a ihanet ettiklerini açıkça söyleyenler İstanbul’a ne verebilirler? İstanbul’un bugüne değin hangi sorununu çözdüler ki bundan sonraki sorunlarını çözecekler?" ifadelerini kullandı. Kılıçdaroğlu yrıca Çubuk'taki saldırının planlı olduğunu belirtti.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 23 Haziran'da yapılması planlanan İstanbul seçimlerine ilişkin açıklamalarda bulundu.
Kaftancıoğlu, Soylu’ya ait video paylaştı: Bizde iftira, montaj yok hakikat var
Odatv'den Nurzen Amuran'ın sorularını yanıtlayan Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "İstanbul'a ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum" açıklamasına atıfta bulunarak, "İstanbul’a ihanet ettiklerini açıkça söyleyenler İstanbul’a ne verebilirler? İstanbul’un bugüne değin hangi sorununu çözdüler ki bundan sonraki sorunlarını çözecekler?" diye sordu.
CHP liderinin açıklamaları şöyle:
Son grup toplantılarınızdan birinde, “Adaleti yok eden yargının ta kendisidir. Eğer yargıç vicdanına göre karar vermezse hukuku katlederse ona biz yargıç diyemeyiz” demiştiniz. Yargı bağımsızlığı sadece yasalarla kazanılmıyor. Yargı siyaset ilişkisinin kırmızı çizgileri neler olmalı? YSK’nın oluşumundan başlayarak yargıç teminatına değin bir dizi sorun oluştu. Sizin yargı reformundan kastettiğiniz nedir?
İstediğimiz başta yargıçlar olmak üzere tüm yargı mensuplarının Anayasanın 138. maddesinde öngörülen ilkelere uymalarıdır. Ne diyor Anayasanın 138. maddesi? “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
Ama bugün belli yargı çevrelerinin Anayasanın öngördüğü bu evrensel ilkeye uymadıklarını görüyoruz. Ben bir grup toplantısında HSK’nın yargıçlara “Tahliyeler konusunda HSK ile mutlaka istişarede bulunun” içerikli bir kitapçık çıkardığını ve bunu yargıçlarda eğitim materyali olarak sunulduğunu belirtmiştim…
'YARGI İKTİDARIN TALEPLERİ VE HSK ARACILIĞIYLA SİYASALLAŞTIRILDI'
Yapılan uygulama tümüyle yargı bağımsızlığına ve Anayasanın 138. maddesine aykırıydı. Üstelik bunu yargıda en üst organ olan Hakimler Savcılar Kurulu yapıyordu.
Bugün üzülerek ifade edeyim iktidar partisinde il, ilçe yöneticiliği yapan ya da iktidar partisinden avukat olarak seçimlere girip kaybedenler hakim ve savcı olarak atandılar… Bu atamaları da HSK yaptı… Böylece yargı iktidarın talepleri ve HSK aracılığıyla siyasallaştırıldı...
Bir başka garabet daha var… 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun ek 7’nci maddesine göre; seçimlere giren bir hakim veya savcı, seçimi kazanırsa milletvekili oluyor, ama kazanamazsa mesleğine dönemiyor. Çünkü siyasal düşüncesi ortaya çıktığı için bu yargıcın kürsüde adalet dağıtırken tarafsız olamayacağı şeklindeki bir kanaatin yargılananda oluşmasıdır. Eski TBB Başkanı Özdemir Özok, geçmişte CHP üyesi olduğu için Anayasa mahkemesine seçilmesine karşın, Anayasa Mahkemesinin tarafsızlığına düşebilecek bir gölgeyi kabul etmediğinden istifa etmiştir.
Siyaset yargıya her dönem müdahale etmek istemiştir. Ancak yargıçlar Anayasanın kendilerine verdiği güvenceyle siyasal müdahalelere izin vermemelidirler. İzin vermemesi gereken ve Anayasanın verdiği güvencenin uygulamasını sağlayacak olan HSK’dır…
Kaldı ki yargıçlığın evrensel kuralları vardır… Bıraktık evrensel kuralları, Mart 2019 tarihinde sözde üzerinde 3 yıl çalışılmış olan “Türk Yargı Etiği Bildirgesi”ne uysunlar yeter… En azından bizim ülkemizde yargıç bu kurallara uymalıdır. Uymayan kişiyi yargıç olarak tanımlamak yanlıştır ve yargıçlık mesleğinin onuruyla oynamak demektir. Bunu denetleyecek olan da HSK’dır.
'YARGIÇLARIN KİMSENİN ÖNÜNDE CÜBBELERİNİ İLİKLEMEMELERİNİ İSTİYORUZ'Sizin yargıçlar için söylemleriniz içimizi acıtıyor ama yargıçlık mesleğinin de nasıl olması gerektiğini ortaya koyuyor. Eskiden yargıç güvencesi vardı ama sizin de değindiğiniz gibi yargıç etiği de ön plana alınırdı. Bir yargıç yaşamı boyunca gerek özelinde gerekse mesleki açıdan toplumsal denetim içinde yaşardı. Söz gelimi yargıçlık mesleğine atama yapılırken kişinin talebi ötesinde hangi kriterler konulmalı ki yeniden yargıca duyulan saygıyı koruyacak bir meslek haline dönüştürelim.
Dediğiniz gibi yargıç bir anlamda toplumun denetiminde olan kişidir. Yargıç herhangi bir kamu görevlisi gibi her çevreyle içli dışlı olmaz. Toplumdaki ağırlığını ve saygınlığını korumak zorundadır. Ki yargıçların tutum ve davranışlarını veya etik değerlerini belirleyen evrensel kurallar vardır. Japonya’daki ya da Amerika’daki yargıçtan beklenen adalettir. Dolayısıyla yargıçla ilgili kurallar evrenseldir. Bizde de bu evrensel kurallara paralel etik kurallar belirlendi… Bırakın kuralları, Anayasanın 138. maddesi var… Ne kurallar işliyor ne de Anayasanın 138. maddesi… Kısacası dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok… Biz yargıçlardan kimsenin önünde cübbelerini iliklememelerini istiyoruz… Güce teslim olana yargıç denmez. Güce teslim olmak zulme ortak olmak demektir.
Şimdi yönelteceğim soruyu bir başka konuğuma da sormuştum. YSK’nın sadece seçimlerin hukuki anlamda düzenleyici bir kurum olarak kalması itiraz merciinin yargılama yetkisinin Anayasa Mahkemesi'nce yürütülmesi, seçimlerin hukuki güvencesi olabilir mi? Anayasa’ya böyle bir düzenleme getirilebilir mi?
Böyle bir düzenleme mutlaka gerekli… Bakınız YSK bugün Yüzde 80 oy alan bir partinin belediye başkanını “sen kazanmadın Yüzde 20 oy alan aday kazandı” diye karar alabilir… Ve sizin bu karara karşı itiraz edebileceğiniz hiçbir merci yok… AİHM dahil… Anayasa Mahkemesi bu hukuksuzluğa oluşturacağı bir içtihatla bakabilirdi. Ama maalesef o da “Başımı siyasal iktidarla belaya sokmayayım” anlayışı ile sorunu halının altına süpürdü… O nedenle bugün YSK, siyasal iktidarın baskı ve yönlendirmesiyle dilediği gibi karar alabiliyor… Ve Saray rejimi de bundan çok memnun… İradesini siyasal iktidarın taleplerine endekslemiş bir organı ya da bu organ içindeki kişileri yargıç olarak tanımlayamayız… “Çete” dememin temel nedeni de bu…
İstanbul seçimlerinin yenilenmesinde önce usulsüzlük denildi daha sonra usulsüzlük, “oylar çalındı ya” dönüştü. Bu durumda yapılacak seçim yerel seçimlerin ötesinde iktidara yönelik bir güven veya güvensizlik referandumu olmayacak mı? Özellikle ikinci seçim dayanaksız bir iddia üzerine kurgulandığı için seçmenin iradesinin değil iktidarın sorgulanması anlamına gelmeyecek mi?
Elbette ki sorgulama olacak. Kaldı ki bu sorgulamayı sadece biz veya Türkiye’deki aydınlar yapmıyor. Bu sorgulamayı tüm dünya yapıyor. Ben hep merak ettim ve YSK kararı açıklanmadan önce de bir Grup Toplantısında ifade ettim. “Acaba YSK kararında aynı zarftan çıkan 4 pusuladan nasıl oluyor da birisini iptal edip, diğer üç pusulayı geçerli sayıyor.” Bunun gerekçesini şu ana kadar öğrenmiş değiliz. Bu açıkça YSK eliyle milli iradeye darbe yapmaktır. Ve yapılan da gayrimeşru bir hukuk darbesidir. En acı olanı ise milli iradeye darbeyi YSK içindeki 7 sözde yargıcın yapmasıdır. İstanbul seçimleri yeniden yapılacak… Yeniden kazanacağız… Çünkü adalet terazisini YSK’daki bir grup bozdu, o teraziyi İstanbulluların iradesi yeniden düzeltecektir. Şunu da söyleyeyim kazandığımızda birileri de kaybetmiş olmayacak. Tüm İstanbul kazanacak. Ekrem İmamoğlu’na oy vermemiş İstanbullu vatandaşlarımız da kazanmış olacak.
'BU MİLLETİN AYRIŞMAYA VE KAVGAYA DEĞİL HUZURA İHTİYACI VAR'
31 Mart seçimlerinde, suçlayıcı bir dil değil, kucaklayan kimseyi ötekileştirmeyen ayrıştırmaya engel olan bir dil kullandınız tahriklere kapılmadınız. Başarılı olmanızın nedeni, halkın, ayrışmaya değil bütünleşmeye ihtiyacı olduğunun tespiti miydi?
Doğrudur… Ayrışmaya, kavgaya değil bu milletin hizmete ve huzura ihtiyacı var… En ağır suçlamalar yapıldı… İftiralar atıldı… Devletin bütün olanakları (bürokrasi ve para) acımasızca kullanıldı. Ama başarıyı kucakladık. Tıpkı her vatandaşımızı kucakladığımız gibi…
''ENKAZ DEVRALDIK' EDEBİYATI YAPMAYACAKLAR'
Yönetimde şeffaflık yolsuzluğa karşı en belirleyici önlemdir. Nelerin başarıldığını nelerin de başarılamadığını kamuya açıklamak seçmene saygının bir ifadesi, demokrasinin bir gereği değil midir? CHP’li belediyelere bir yol haritası verdiniz. Bu yol haritasının içinde neler var?
Kamu yöneticileri hizmet yaparken kamu kaynağı kullanırlar. Dolayısıyla harcadıkları her kuruşun içinde 82 milyon vatandaşımızın birikimi söz konusu… O zaman harcadığımız her kuruşun hesabını belde halkına vermek gerekiyor… Bunu en temel kural olarak benimsedik. Belediye başkanlarımız da bunu yapacak… İsraftan, savurganlıktan kaçınacaklar. Ayrıca şunu da kural olarak ifade ettik. “Enkaz devraldık” edebiyatı yapmayacaklar. Tabloyu belde halkına sunacaklar ama tüm açmazlara karşın halka hizmet yolundan geri kalmayacaklar…
'CHP'Lİ BELEDİYELER YATIRIMCI İÇİN CAZİBE MERKEZLERİ'
Seçilmiş belediye başkanlarıyla yaptığınız toplantı haberinde benim en çok dikkatimi çeken konu yoksulluk envanterinin çıkarılmasıydı. Oradaki sınırınız belliydi. “Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek. Yoksulların onuruyla oynamak bizim kitabımızda yoktur.” Oysa yıllardır yardım, oy karşılığında bir rüşvet yolu haline getirildi. “Karnını doyuruyorsunuz, her türlü ihtiyacını karşılıyorsunuz yine de oy vermiyor” denilmesi siyasi etik kurallarıyla ne derece bağdaşıyor?
AK Parti yoksulluğu sonlandırmak için değil, yoksulluğu sürekli kılıp, yoksulları kendine muhtaç hale getirme politikası izledi. Yani yoksulluğu oy devşirme ve bu devşirmeyi sürekli kılma politikası olarak gördü… Yoksullara yardım yaparken insan onurunu incitecek görüntülere imza attı. Oysa insan ve onun onurunu korumak zorundayız. Biz yoksulluğu afişe etmeden yoksul ailelerin korunmasını istedik ve bunun için de “Aile Sigortası” projesini geliştirdik. Bazı belediyelerimiz bu projeyi hayata geçirdi. Ankara Yenimahalle, Adana Seyhan gibi… Malum, soğan ve patates satın alınamaz noktaya gelince Ak Parti tanzim satış çadırları kurdu… Bedava verilen ürünler bile bu çadırlarda yoksul halka parayla satıldı. Oysa İzmir Büyükşehir Belediyemizin elinde yoksul hane envanteri vardı ve 30.000 yoksul haneye soğan - patatesler ücretsiz ve kapıda teslim edildi… Benzer uygulamayı sürdürmek için böyle bir envanterin olması gerekiyor. Söylediğiniz gibi “sağ elin verdiğini sol el görmemeli” ve insanların yoksulluğu afişe edilmemeli. Yoksulluğu yaratanlar yoksulları istismar etmemeli…
Saraydaki kibir abidesi diyor ki, “Karnını doyuruyorsunuz, her türlü ihtiyacını karşılıyorsunuz yine de oy vermiyor” Oysa Saray ve çevresinin karnını doyuran bu ülkenin güzel insanları… Firavun mantığı ile söylenmiş kibirli insanların dili… Allah ıslah etsin demekten başka söyleyecek söz yok… Özetle her bir CHP’li belediyenin görevi öncelikle yoksullara, onların onurlarını koruyacak şekilde yardım etmek ama hedefi ise kendi yönetimi altındaki beldede yoksulluğu yenmektir. Elbette çeşitli nedenlerle yoksulluk sıfırlanmaya bilir ama yoksul aile sayısını, yoksul sayısını en aza indirecek çözümleri bulmak zorundayız. Bu noktada, CHP’li belediyeler yaptıkları hizmetlerle istihdamın artmasında öncü olacaklar. Örneğin bir kreş açmak demek, en az 15 kişiye iş imkanı sağlamak demektir. Öte yandan, CHP’li belediyeler yatırımcı için cazibe merkezleri. CHP’li belediyelerdeki yatırım olanakları ve yatırım iklimi o beldedeki istihdamın artmasına imkan tanıyor.
'ÇUBUK'TAKİ SALDIRI ÖNCEDEN PLANLANMIŞTI'
Ankara Çubuk Akkuzulu Köyü'ndeki şehit cenazesinde size yönelik yapılan linç girişimine duyarsız kalan bir siyasi iktidar var. Nedenlerine bakmak lazım deniliyor. Neredeyse meşru bir hareket olarak algılanacak. Size yöneltilen suçlama HDP ile işbirliği yaptığınız iddiası ve HDP’lilerden oy istemeniz. O zaman Sayın Yıldırım da HDP’lilerden de oy istedi. Seçmen bu değişikliği nasıl yorumlar?
Akkuzulu köyünde yapılan saldırı önceden planlanmış bir saldırıydı… Kimin planladığını öğrenmek istiyorsa Sayın Erdoğan MİT Müsteşarını çağırıp sorabilir. Bir linç girişimine sahip çıkmak, linç girişiminde bulunanları savunmak bırakın demokrasiyi insanlık açısından da büyük bir ayıp… Bunu ancak insanlıktan nasibini almayanlar yapabilir… HDP bu ülkenin legal partisi… Tıpkı Ak Parti gibi… Milyonlarca vatandaştan oy almış… Biz bir siyasal partiyiz ve bütün vatandaşların oyuna doğal olarak talibiz. Tıpkı diğer siyasal partiler gibi… Son seçimler vatandaşların artık bu tür suçlamalara itibar etmediğini gayet net gösterdi. Ki bu nedenledir ki Ak Parti şimdi Kürt vatandaşlarımıza sıcak mesajlar vermeye başladı… Seçmen aslında siyasal partilerin önündedir. Ben en başından beri şunu söylüyorum. “Biz sandıkta ittifak yapacağız. Kiminle yapacağız, AK Partili, MHP’li, İYİ Partili, HDP’’li, Saadet Partili ve diğer partilerin seçmenleriyle ittifak yapacağız, Yani biz herkesin ve her kesimin oyuna talibiz” dedim. Bunu da başardık, bugün Türkiye’nin en büyük illeri, en büyük büyükşehir belediye başkanlıkları CHP’li başkanlar tarafından yönetiliyor. Ancak onlar seçildikleri andan itibaren yakalarındaki CHP rozetlerini çıkardılar. Çünkü CHP’li başkanlarımıza sadece CHP’liler değil, diğer tüm partilerin seçmenleri de oy verdi. Biz bu bilinçle hareket edeceğiz, kimseyi ötekileştirmeden, kimseyi dışlamadan, partizanlık yapmadan hizmet üreteceğiz.
Halkın sorunu, refahı nasıl yakalayacakları. 18 günde Sayın İmamoğlu neler yaptığını açıkladı ve 18 günde yaptıkları ve yapacaklarıyla “Her şey güzel olacak” sözünün içeriğini zenginleştirdi. Ancak Sayın Yıldırım’ın, “her şey daha güzel olacak” sözü soruları getiriyor beraberinde. Bazıları ne güzeldi de daha güzel olacak diye soruyorlar, Siz, 25 yıllık İstanbul belediye hizmetlerinde neyi güzel buldunuz?
Önce şunu söyleyeyim. İstanbul’a ihanet ettiklerini açıkça söyleyenler İstanbul’a ne verebilirler? İstanbul’un bugüne değin hangi sorununu çözdüler ki bundan sonraki sorunlarını çözecekler… Bir gerçek var. İmamoğlu İstanbul için bir gelecektir, umuttur… Binali Bey ise İstanbul’a ihanet eden ve bunu da itiraf eden bir anlayışın temsilcisidir, bugüne kadar beslenen umutsuzluktur. İmamoğlu umudu yeşertmiştir… Ve umudu büyütecektir… İmamoğlu, her şeyinin güzel olacağı bir İstanbul yaratacak.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin gerçekten de olağanüstü bir bütçesi var. Peki, sorun nerede? Sorun bütçenin yönetiminde… Bütçe hizmet anlayışıyla değil, talan anlayışı ile yönetiliyor, kullanılıyor. Bu talan düzenini Sayın İmamoğlu değiştirecek.
'İSTANBULLU, İMAMOĞLU'NUN 18 GÜNDE NELER YAPABİLDİĞİNİ GÖRDÜ'
Tüm bu hukuksuz kararlar üzerine yenilenen seçimlerde yeniden İstanbullu, “Ben İmamoğlu’nu seçmek de kararlıyım” derse ülke siyasetinde ne gibi değişiklikler olabilir? Demokrasi mücadelesinin bir kalesi durumuna geldi İstanbul seçimleri.
Öncelikle şunu söyleyeyim. İstanbullu “Yeniden İmamoğlu”diyecek. Bunda hiç şüphe yok. Üstelik 31 Mart Seçimlerinde “İmamoğlu” diyen vatandaşlarımızdan çok daha fazlası “İmamoğlu” diyecek. Çünkü İmamoğlu’nun 18 günde neler yapabildiğini gördü İstanbullu. Üstelik İstanbullu iradesine darbeyi asla ve asla kabul etmez. Ortada ciddi bir haksızlığın olduğunu vicdan sahibi her kişi kabul ediyor. Bu kez fark çok daha yüksek olacak… Kaldı ki bu saatten sonra artık İmamoğlu CHP’nin değil, 16 milyon İstanbullunun seçilmiş belediye başkan adayıdır.
'HER SANDIĞA SAHİP ÇIKTIK, YİNE ÇIKACAĞIZ'
Bundan sonra seçim güvenliği sandık güvenliği ön plana geçti. İstanbul Barosu, yaptığı açıklamada “her okula bir avukat arayışında yaptığımız çalışmaları, bu kez her sandığa bir avukat hedefi ile sürdürmeyi planlamaktayız” demişti. Seçim ve sandık güvenliğini sağlamak için başka kurum ve kuruluşlardan da destek talepleri var mı? Bu konuda nasıl bir strateji uygulayacaksınız?
Her sandığa sahip çıktık, yine çıkacağız. Bu konuda kimsenin şüphesi olmasın… Seçmen listelerini biliyoruz… Son ana kadar da takipçisi olacağız… 23 Haziran sabahı bile seçmen listelerine müdahale olup olmadığını kontrol edeceğiz. Bu konuda tüm örgütümüz teyakkuz halinde… Ayrıca barolar, sivil toplum örgütleri de duyarlılıklarını ifade ediyorlar. Bu demokrasimizin geleceği açısından çok önemli…
'TÜRKİYE YÖNETİLMİYOR, SAVRULUYOR'
Çok önemli sorunlarımız var. Yıllardır sizin de değindiğiniz gibi milli gelirin yüzde 1’inin çiftçimize destek olarak verilmesi gerekirken bu oran hiç verilmedi. Çiftçi borç batağında... Başka geçim kaynakları arıyor. Mazot tohum gübre dışardan ithal ediliyor. İşsizlik oranı artıyor fabrikalar kapanıyor döviz almış başını gidiyor, iç ve dış borç artıyor, Bu görüntü, Cumhurbaşkanlığı sisteminin getirdiği sonuçlar mı?
Kısaca şunu söyleyeyim. Bugün Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor. Defalarca ifade ettiğim gibi “Freni patlamış bir kamyondayız ve yokuş aşağı gidiyoruz.” Damat ve kayınpeder birer kibir abidesi gibi pozisyonlarını koruyorlar. Vatandaş da bunun farkında… Saray ve sosyetesi de bunun farkında… Daha acı olanı ise egemen güçlerin Saray üzerindeki hakimiyetleri… Ama asla karamsar değilim. 2018 Ağustosu’nda Türkiye’yi krizden çıkaracak 13 maddeyi açıkladım. O gün sesimize kulak verselerdi belki bugün bir reel sektör krizini bu kadar derinden yaşamazdık… Ama asıl soru şu… Bu ağır faturayı kim ödeyecek?
İstanbul seçmenine mesajınız en son sorumuz olsun.
Sandığa gidin ve haksızlığa karşı tavrınızı gösterin. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır…” Biz hiçbir zaman dilsiz şeytan olmadık. Nerede bir haksızlık varsa, ben ve arkadaşlarım oradaydık. Şimdi sıra İstanbullularda ve inanıyorum ki İstanbullular da “Haksızlığa karşı susmayacak” ve iradelerine sahip çıkacaklar. YSK eliyle yapılan darbeyi sonlandıracaklar.