Pazar Politik

Kesinliğin Savaşı, Muğlaklığın Barışı

Abone Ol
Boşluk ve muğlaklık, sandığımızdan çok daha etkili bir sosyalleştiricidir. Kendi varsayımlarına ölesiye sadakat, çatışma ve savaşın temel kurucusudur. İşbirliği için öznenin kusurlu olduğunu kabul etmesi ve yanılabilir bir zihin taşıdığıyla barışması gerekir. 

Loading...

Boşluk, hareketin temelidir. Kendi kapladığı alan dışındaki alanların tümünün başka varlıklarca hınca hınç dolduruluşu, varlığı hareket edebilmekten alıkoyar. Hareket edebilmek için, kaplanmamış, sahiplenilmemiş, muğlak alanlar gerekir: boşluklar... Boşluklar ele geçirilip dolduruldukça, varlıkların hareket kabiliyeti azalır. Bu zihin ve duygular için de böyledir. Bir zihni akışkan kılan şey, onun akabileceği alanların varlığıdır. Akabileceği alanlar, kaplanmamış, sahiplenilmemiş, muğlak olan yerlerdir. Muğlaklığa sarmalanmış alanlar ortadan kalktığında, zihnin hareket etmek için gereksindiği boşluklar da lağvolur. Yaşama ilişkin ister komplike ister basit olsun, “kesin” yanıtlar, zihnin hareket etme kapasitesini dondurur. Her şeyin ardı, önü, çevresi doldurulmuştur. Kuşkuya, muğlaklığa, anlaşılmazlığa kapılar kapatıldığında, zihin dogmatik bir hareketsizliğe geçer. Zihinsel boşluğun, kuşkunun, muğlaklığın olmadığı yerde, zihinsel bir hareketlilik de yoktur. Hareketin yokluğu, elastikiyeti sonlandırır. Arı bir katılık her şeye direnir. Burada artık uzlaşı için hiçbir pazarlık alanı kalmamıştır. Birden çok farklı katılığın karşı karşıya geldiği anlarda, hareket etmek, pazarlığa girişmek ve uzlaşmak için bir olasılık kalmadığından, katılıklar birbirleriyle sentezlemelere yönelmek yerine, birbirlerine salt bir direnç gösterirler. Birbirlerinin içerisine diğerinden gelebilecek her türlü fikir, kanaat, kanı, görüş, kendi katılığı içerisinde ona açılabilecek bir boşluk olmadığından dışarıda kalır. Boşluğun yokluğu fikir alışverişini önler. Zihin yalnızca kendi kendisiyle dolu olduğunda, o zihin yalnızca savaşmak zorundadır. Çünkü her bir zihinsel karşılaşma, onun birlik, bütünlük ve yaşam alanını tehdit etmekten başka bir şey yapmayacaktır. Boşlukları bulunmayan zihinler, kendilerini kırılmak ya da kırmak durumunda bulan katılıklardır. Şiddet, bu zihinlerden doğar. Çatışmanın, kavganın, savaşın, şiddetin en zinde destekçisi, içerisinde boşluklar, kuşkular, muğlaklıklar bulunmayan zihinlerdir. Kendisini mutlak haklı gören, haksız olabileceğine ilişkin en ufak bir kuşku duymayan bu boşluksuz zihin, tek bir zihinsel oyuna uygundur: alabildiğince katılığıyla oluşmuş dogmatik versiyonuna. Hiçbir boşluğun olmadığı bu katı dogmatik zihinde, her durum kendi şartlarıyla değerlendirilir ve bu şartların dışındaki tüm olasılıklar kusurlu bulunur. Kişi, kendisine ters gelen hiçbir durumda başka zihinlerle empati kuramaz. Çünkü zihnine başka türlü hareket edebilmek için hiçbir boş alan bırakmamıştır. Fakat ne yazık ki, başka hiçbir zihin, o zihnin doluluğu ile aynı değildir. Bu yüzden zihninde muğlaklık, kuşku ya da boşluklar bulunmayan bir özne, herkesle çatışmaya mahkumdur. Hareket etme yeteneği sakatlanmış olan zihin başka zihinleri, varsayımları, ölçümleri, yaşam biçimlerini kabul edemez, kavrayamaz, kendini onların yerine koyamaz. Bu durum da, onun kendisini herkes tarafından tehdit edilen bir zihin ve varlık olarak algılamasına yol açar. Hiçbir uzlaşı şansının bulunmadığı bir ortamda, kendisinden farklı olan her varlık, onunla çatışan, kavga eden, savaşan, ona şiddet gösterme potansiyeli olan yabancılardır. Kendisini böylesine tehdit altında hisseden bir zihin/varlık, daimi bir savaşın, çatışmanın, şiddetin içerisine bırakılmış olarak hisseder. Onun dünyası savaşmak üzerine kuruludur. İşbirliği ancak öznenin tek başına her şeyi bilmediği, her şeyin en iyisini yapamadığı, her konuda mutlak haklı olmadığı kabulleriyle mümkündür. Bunların hiçbirisine, hiçbir muğlak alana sahip olmayan bir zihin, yalnızca kendisi ve düşmanlardan oluşan bir evrende yaşar. Her daim tehdit altında olduğu için, sürekli kendisini savunmak zorunda kalan, dahası kendisine yaşam alanı açmak için kendisine saldırılmadan önce başkalarına saldıran, başkalarının alanlarına tecavüz eden bir özne olmak zorunda kalır. Zihninde başka hiçbir alternatife yer bırakmamış bir dolulukla, her türlü muğlaklığı, kuşkuyu, boşluğu reddeden özneler, kendilerini her şeyi bilen, her konuda haklı, mutlak doğruluk timsalleri olarak algılarlar. Zihinsel katılıkları, onları mutlak haklı olduklarına inandırdığından, güya hak adına savaşırlar. Kendi kusurları değil, kusursuzlukları yüzünden mücadele ettiklerini zannederler. Zihni hareket edemeyen, kendisini dışsal değişkenlere karşı modifiye edemez. Bu yüzden dışsal değişkenleri kendi zihnine göre modifiye etmeye girişir. Kendi varsayımlarıyla hıncahınç dolarak, zihninde hiçbir boşluk bırakmayan, inançları, duyguları hiçbir kuşku ve muğlaklık olmaksızın dogmatikleşen özneler her türlü uzlaşı, işbirliği, sentezleme ve pazarlık gibi konulara kapanır. Dünyayı daimi tehdit altında kaldığı bir savaş alanı olarak görür ve kendi şartlarını kabul etmeyen her şeyi, şartlarını zorla kabul ettirilmesi gereken düşmanlar şeklinde algılar. Dünyanın yaşanabilir bir yer olması, zihinlerimizin her an sayısız yanılgıyla, boşlukla, muğlaklıkla dolu bir yer olduğunu kabul etmekle tasavvur edilebilir oluyor. Ancak kendinden mutlak emin olmayan özne başkalarına açılabilmekte, onları düşman değil tamamlayıcı, işbirliği kurulacak özneler olarak görebilmekte. Boşluk ve muğlaklık, sandığımızdan çok daha etkili bir sosyalleştiricidir. Kendi varsayımlarına ölesiye sadakat, çatışma ve savaşın temel kurucusudur. İşbirliği için öznenin kusurlu olduğunu kabul etmesi ve yanılabilir bir zihin taşıdığıyla barışması gerekir.