Söyleşiler

Kentle kafanıza göre oynayamazsınız

Abone Ol
Türkiye son 20 yılda en büyük sermayesini toprağa gömdü ve devasa binalar dikti. Peki yapılanlar ne kadar doğru? Yapılan binaların doğa ve çevreye etkileri neler? Bu soruları ODTÜ Ekonomi Topluluğu’nun kurucularından Yazar Hasan Sever’e sorduk. Sever; “Siz kentle öyle kafanıza göre oynayamazsınız. Kolektif hafızalardır kentler ve mukimleri gibi edebiyatçılar için de bu çok mühimdir.” diyor

Loading...

ODTÜ yıllarından başlayalım mı? Sanırım 90'larda orada öğrenciydin. Hatta ODTÜ Ekonomi Topluluğunun kurucularındansın. Hem o topluluğun kuruluşu hem de 90'lardaki ODTÜ ortamından, öğrenci hareketlerinden biraz bahseder misin? Bugünkü öğrenci hareketlerini o dönemle kıyaslayabilir misin? 1989’da ODTÜ’ye girdiğimde, üniversitede hareketli bir öğrenci eylemliliği vardı: Har(a)ç eylemleri, Yemekhane eylemleri, Ulaşım eylemleri, Maviler’in kaldırılmasına karşı yapılan eylemler vb. 12 Eylül’den sonraki ilk toparlanma dönemiydi. Hareketliliğe paralel her bölüm kendi topluluğunu kuruyordu. Yani zaman bir çeşit “Topluluklar Çağı”ydı. Biz de çağa uyduk. Bir sınıf bizden ilerideki bir arkadaşımızın “Niye ekonomi topluluğunu kurmuyorsunuz?” kantin sorusuyla başladı her şey. Ümit ve ben işe giriştik. Kültür işlerine başvurumuzu yaptık. Tüzün hanım vardı Kültür İşleri’nin başında, Tüzün Denli, oradan aldığımız “olur”la topluluğu kurduk. Ümit ilk dönem başkanlığını, ben ikinci dönem başkanlığını yaptım. Topluluk çok kısa sürede hayli ilgi ve üye topladı. Ama asıl Ekonomi Topluluğu bizden sonraki kuşakların marifetiyle hayat buldu. Çok çok güzel işler yaptılar. Bugünlerle o günleri karşılaştıracak olursam, günümüzde toplumsal muhalefet biraz yavaşlamış gibi. Anlaşılır sebepleri var tabii. Geçici bir durum bu. Tarihin tekeri geriye dönmez! - Roman yazmaya nasıl başladın? Göçmenliğin bunda etkisi oldu mu? Yazarlık virüsünü 1983 yılında bir yıllığına taşındığımız Mardin’de kaptım. Bundan artık çok eminim. Asker ağabeyim her gün bir kompozisyon yazmamızı ister, beğenirse de 20 TL verirdi. Kaç kere 20 TL aldım hatırlamıyorum ama yazarlığımın başlangıç yılı 1983’tür. Sonra parasız yatılı sınavlarını kazanıp Ankara’ya, Ankara Atatürk Lisesi’ne geldim. Sonrası demin söylediğim ODTÜ ve peşinden Zürih’te sürgün yılları. Roman yazmadan önce yaklaşık on yıl düzenli günlük yazılar yazdım. Bazen günde iki üç yazı yazdığım bile olurdu. Konular muhtelifti; yemek tarifinden spora, anı yazılarından siyasi değerlendirmelere kadar geniş bir yelpazede yazıyordum. Şimdi o yazılarımı hasansever.org adlı kişisel sitemde konularına göre tasnif edip peyderpey yayınlıyorum. Yazarlığımı tetiklemede göçmenliğin etkisi oldu mu? Olmuştur. Kısa yazıları yazdığım dönemi bir ırmağın kaynağından çıkıp ovaya, düze inene kadar başını taştan taşa çalan hırçınlığına benzetiyorum. Şimdi ovadayım, daha dingin, daha durgun akıyorum. Roman yazarlığı da bunu zaruri kılıyor; sabırla ve sürekli; yatağınızı incitmeden akmanız gerekiyor... - "Politik sürgün" olmak ikinci romanın "Su Duydum"u yazmanda etkili oldu sanırım. Bu romanla asıl anlatmak istediğin sanırım kesişen benzer hikayeler, ne dersin? ‘Su Duydum’ herşeyden önce Feride’nin romanı yani bir kadın romanı. Zaman zaman Ferdi’nin Feride’nin gölgesinde kalmış olması -hatta isim seçimi bile öyle- “erkek” tarafıma acı vermedi değil ama neticesinden mutluyum. Bir heteroseksüel erkeğin ilk vazifelerinden biri erkekliğini öldürmekse eğer, ben o vazifeyi “Su Duydum” romanında gördüm. Hikayelerin kesişmesine gelince, kesişme ve daha ziyade birleşme diyebiliriz. O (yan) hikayeler Feride ile Ferdi’nin üzerinde yolculuk yaptığı Zürih Gölü’nü yani biz insanlığın ortak hikaye denizini besleyen birer ırmaktırlar... - İktisat eğitimi almış olman hayatında nasıl bir fark yarattı sence? “Birazcık Halil” romanında iktisadi düşünceden isimlere ve kavramlara rastlıyoruz mesela. Yazar olarak da iktisat beslemiş olabilir mi seni? İktisat eğitimi almış olmam para pul işlerinden hiç anlamama vesile oldu, zaten öncesinde de anlamazdım ;) İşin şakası bir yana, politik ekonomi günlük hayatın ve hatta hayatın tam kendisidir. Ondan haberdar olmak karakter formlarını çözümlemede pek tabii insana yardımcı oluyor. Sevgili Fikret Şenses hocamın kulakları çınlasın, başarılı bir iktisat öğrencisi değildim ama kendisinden iyi not hariç alabileceğim çoğu şeyi aldım. “Birazcık Halil”deki kahvecinin, “Uzun vadede kahveci kazanır” sözünü her hatırlayışımda gülerim; yanlış mıdır? Bence değildir. Üstelik de bunu söyleyen Şenses Hoca’mın hemşehrisidir. Romanda bunu bilerek mi yaptım hatırlamıyorum. Fakat bu kahvecinin değil toplumun genelinin politik birikimiyle ilgili. 70’li yıllar ülkenin politik zirvelerinden birini oluşturur. - “Birazcık Halil” aynı zamanda bir Ankara romanı. Batıkent'in kuruluşunu görüyoruz orada. Ankara'nın senin için anlamı nedir? “Birazcık Halil” üç defterden oluşan bir roman. İlk defter Almanya’da isimsiz bir mekanda geçer. İkinci defter Ankara’da, Batıkent’te geçer. Üçüncü ve son defter de Zürih’i mekan alır. Evet, bence de “Birazcık Halil” bir Ankara romanıdır: Beypazarı (ve kurusu), Abidinpaşa, Saimekadın, Ulus, Sıhhiye, Keçiören, Kızılay, Sakarya Caddesi, Keklikpınarı, ODTÜ, Yenimahalle ve Batıkent. Batıkent’in kuruluşuna şahit oldum. 23 yıl aradan sonra ülkeye döndüğümde, Batıkent PTT kavşağından karşıdan karşıya geçemedim. Toprağını, çamurunu, çakılını çiğnediğim yol otobana dönüşmüş, üstelik araçlar kırmızı ışıkta da durmuyorlardı. Sevgili Çiğdem hiç abartmıyorum, karşıdan karşıya geçemedim. Çok hızlı değişiyor kentlerimiz. Ve maalesef bizde kent hafızası çok zayıf. Düşünsene Ankara’nın meşhur 4. Cadde ve 8. Cadde isimlerini bir sabah kalkıp değiştirdiler! Sebep? Misafirlerim -Zürih’i gezerken- benden çoğunlukla şunu duymuşlardır, Zürih Bahnhofstrasse’de ya da Niderdorf’ta bir evin yahut binanın dış cephe boyasını değiştirmek İsviçre anayasasını değiştirmekten daha zordur. Siz kentle öyle kafanıza göre oynayamazsınız. Kolektif hafızalardır kentler ve mukimleri gibi edebiyatçılar için de bu çok mühimdir. Zürih Odeon’da Einstein’ın oturup arkadaşlarıyla siyaset konuştuğunu ya da duvarlara ve tavana bakıp ışık hakkında hayaller kurduğunu ve o mekanın bugün de yaşadığını bilmek insana ilham vermez mi? Verir. “Birazcık Halil”de Halil’in bir çeşit veda partisi verdiği Körfez nerede? Yok! Kaldı ki Ankara’nın üzerinden 25 yıllık bir silindir geçti. Yine de, her şeye rağmen, Ankara’nın sağlam bir edebiyatı var bence. Birileri silmekte mahirse biz de yazmakta mahiriz.
“Düşünsene Gılgamış Destanı üç harf ötemizde yazıldı. Bizim yazın üretmemiz değil üretemememiz mucize olur(du).”
Ezcümle, Ankara benim politik ve kültürel olarak doğduğum şehir. Dünyaya, Elbistan-Malatya bozkırının bir köyünde geldim ama Ankara’da doğdum, Zürih’te doğurdum... - Bu topraklarda Kürt ve Alevi olmak, iktisada ve edebiyata bakışını nasıl etkilemiştir sence? Kürt, Alevi ve solcu ya da dur o klasik “K”larla ifade edelim: Kürt, Kızılbaş, Komünist. Her GBT’de yakalanma garantisi! Aslında bende diğer (büyük) parçadan da var. Annem Şerife Hanım namı diğer Şerfe Xanim, sünni ve Türk bir aileden. Yani herkese laf söyleme hakkım var. Güzel tabii. Ne diyordu “Su Duydum”da Feride, “Karışımlar iyidir, başka türlü, mermer olup çıkıyoruz.” Dünyaya çok gözle bakma, dünyayı birden fazla lisanla anlatma ve yine birden fazla klavyeyle yazıya aktarma şansı veriyor insana. Bizim coğrafyamız zaten karışım bir coğrafya. O meşhur deyimle “Kavimler Kapısı.” Biz ki ne vakit “tek”leştirilmeye zorlandık cehenneme çevirdik coğrafyayı. Değil mi? Bu topraklar yazının icat edildiği topraklar sevgili Çiğdem. Çok büyük bir hazinenin üzerinde ve maalesef çoğu zaman ondan habersiz ömür tüketip gidiyoruz. Nazım’ın “Hani şu derya içre olup / deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf” dediği durum. Düşünsene Gılgamış Destanı üç harf ötemizde yazıldı. Bizim yazın üretmemiz değil üretemememiz mucize olur(du). - Üçüncü romanın sanırım Kızılbaş dervişlerle ilgili olacak. Neden böyle bir konu seçtin ve bu kitabı ne zaman okuma şansımız olacak? Baş karakterlerden biri Kızılbaş bir derviş. Fakat roman birden fazla baş karaktere sahip. Misyon sahibi bir roman. Yazımı altı yıl sürdü. Kısa bir süre değil. Hacim olarak da “Birazcık Halil”in hemen hemen üç katı. Edebiyat kütüğünde kaydı olmayan bir coğrafyayı kütüğe kaydetmeye gayret ettim; ve sanırım bir nebze de başardım. Mutluyum. Bu, büyük bir sorumluluğu yerine getirmiş olmanın mutluluğu. Şimdi kendimi finalleri bitirmiş öğrenci gibi boşta hissediyorum.
Bizim coğrafyamız zaten karışım bir coğrafya. O meşhur deyimle “Kavimler Kapısı.” Biz ki ne vakit “tek”leştirilmeye zorlandık cehenneme çevirdik coğrafyayı. Değil mi?
Okurun karşısına çıkma işini bilmiyorum. Memleketin ahvâl ve şeraiti malum. Yayınevleri kağıt ve mürekkep bulamamaktan şikayetçi. Düşünsene ne kadar temel sorunlarımız var. Asılı sevgili Çiğdem bizim coğrafyada bu işler her zaman sıkıntılı olmuştur. Kendimi, hani övgü sayılmazsa, Nazım Hikmet, Orhan Kemal damarından sayarım. Onlardan daha iyi şartlara ve teknik olanaklara sahibiz tabii ama kaderimiz, dertlerimiz ortak. Fakat sanat zoru sever; zorsunmaz; derler ya ‘Derviş, derdine aşık’  bizimki de o hesap; severiz zorlukları.