Loading...
Keçiler, koyunlar ve kuzular
Senelerdir türlü gerekçelerle kendisine “koyun sürüsü” muamelesi yapılarak aşağılanmış ve “sürüsünden ayrılan koyunu kurt kapar” diye sindirilmiş olan ve tecavüz karşısında her zaman linç infialleri duymuş olan bu halk, eğer bu kapkaranlık olay ile de kendine gelip “aydınlanamazsa”, bir dahat
kap
Belki bir gün, başka hiç bir bağlaç cümle filan da kullanmadan salt atasözleri, deyimler ve folklorik deyişler zincirinden oluşacak bir yazı yazarım. “Gündelik bilişler” konusu ile bir ara akademik olarak ilgilendiğim 90’ların başından beri bazen aklıma gelir bu.
Tabii kültürlerarası psikoloji ve antropoloji çalışmalarından haberdar oldukça bu arzum daha da güçlendi. Ancak o oranda da okuyacak ve yazacak olan açısından iş güçleşti.
Zira bazılarının ana mesajlarının karşılığı kültürde yok. Bazıları ise çevrilecek olsa da aynı anlamı vermez. Yani deyimleri çevirmenin bilinen zorlukları da bir yana, içlerinde geçen bazı kavramlar veya sözcükler çoktan başka türlü, hatta yanlış çevrilmiş. Dahası belirli bir alana ve bağlama hapsedilip yerleştirilmiş.
Her neyse, bu yazı o yazı değil zaten. Fakat başlarken geçtiğimiz haftanın öne çıkan bazı tartışmalarından ötürü aklıma birden keçili ve koyunlu olan bazıları gelmedi de değil. Başlık da biraz da o sebeple nitekim ama, hepsini sığdıramam elbette. Sadece “günah keçisi” deyimine ve sadece birazcık bakalım.
Gündeme ülkenin bozuk ekonomisi bağlamında ve iktidarın faiz, vb. kararları ile sorumluluk üstlenmek yerine enflasyonun sebebi olarak “üç harfli” marketler zincirini göstermesi ile geldi. Çok daha özgül olarak da BIM’i seçip “hedef saptırması” şeklinde ve yeterince sık telaffuz edildi.
Fakat ben bu kavrama yine sıcak ve güncel siyaset gündemindeki farklı konular ile ve farklı açılardan yaklaşacağım.
Günah keçisi deyiminin ve dayandığı mitlerin Antik Yunan veya başka tarihsel dönemlerde ve bugün farklı kültürlerde farklı versiyonlarının olduğu biliniyor. Zaten bu ithalat-ihracat ilişkileri günümüzde de sürüyor. İnternet kullanmasını bilmeyen nesil zamanında zaten bizde de henüz yoktu.
Eski Ahit’te söz edilen Kefaret Günü ayininde, görseldeki gibi baş rahip keçinin başını tutup halkın birikmiş günahlarını ona yüklemliyor. Sonra da “günah keçisini” kesmek suretiyle o günahtan arınılıyor.
Haftanın bir numaralı “günah keçisi” bana kalırsa parlak ve başarılı gazetecilerimizden Timur Soykan idi. 6 yaşında evlendirilmiş olan H.G.K. olayını araştırıp ortaya çıkardığı için. Tüm toplumun ortak bir yarasına parmak bastı. Halkın bir kısmı tarafından yiğit bulunurken, bir kısmının karalama kampanyasına hedef, yani “günah keçisi” oldu.
Söz konusu olay o kadar da çabuk geçiştirilebilecek ve medyatik ve pornografik meraklarla çabuk tüketilmesine izin verilecek bir haber değil. Hatta bence ülkenin bugün çözmek için sancılar içinde kıvrandığı bütün problemlerini de üzerinde barındıran önemli ve kocaman bir düğüm gösterge.
Başka bir deyişle, belirleyici tanısının doğru konmasına yardımcı olacak önemli bir ayırt edici “toplumsal semptom”. Zaten tüm alan ve disiplinler açısından artık “hasta” olduğu kesin kabul gördü bu toplumun.
Hal böyleyken, siyasetçilerin neredeyse tamamı ve temsil ettikleri halk kesimleri, çağdaş toplumun böylesine bir yüz karası ve gerçek yarası ile bir türlü yüzleşemiyor. Kısa dönem siyasî rantlar uğruna, senelerdir sürdürülen “3-maymun oyununa” devam etmeyi yeğliyorlar.
Dahası, elbirliği ile bunu çözmeye çalışmak ve halktan oy istemeyi bırakıp destek almayı denemek yerine, probleme dikkat çekenleri sanki "problemi onlar çıkarmış" gibi gösterip "günah keçisi" ilan ediyorlarsa eğer, bu çok ciddi bir toplumsal psikopatolojidir.
Toplumda zaten “belden aşağı vurarak itibarsızlaştırma ve karalama” veya reddedilemez gerçek “kara leke” durumlarda ise “tencere dibin kara, seninki benden kara” ile konuyu saptırma ve hedef çarpıtma baş “savunma biçimleri” olarak çok yaygın. Tabii bunların üstüne, gizli kayıt uçkuru çözük siyasetçilerin videoları ve başka türlü yöntemlerle, şantaj psikolojisi meşru siyaset biçemi olarak çoktan kanıksandı.
O bakımdan da halkı temsilen halkı yönetmeleri beklenen bazı siyasetçilerin hep basiretleri bağlanıyor. Muhtelif popülist siyasi kaygılarla bu skandal olay karşısında da yine oldukça geç ve karışık tepkiler verdiler. Yine cılız ve yetersiz tavırlar sergilediler.
Zira 6 yaşındaki kız çocuğunun babası tarikat şeyhi olunca ve “kızımı ben evlendirdim” filan deyince, kafalar çok çabuk karışıyor ve diller tutuluyor. Medyada içinde bolca din, töre, ritüel, cinsel istismar, damat, pedofili, yasa, hukuk, suç, çocuk gelin, medrese, mezuniyet töreni, gelinlik kostümü, evililik yaşı, küçüğün rızası, buluğ çağı, vb geçen gürültülü tartışmalar ayyuka çıkıyor. “6 yaşında nikah, buluğa erince cima” gibi fetvalar tekerleme gibi tekrarlanıyor.
Tabii öfke ve şiddet sarmalı her defasında biraz daha fazla her yeri sarpa sarıyor. Nitekim artık TBMM’de bile kontrol edilemeyen öfke bazı milletvekillerinin öldürücü yumruklarına dönüşüyor. Daha iyi aile terbiyesi almışların ise dilinden şunlar dökülüyor: “Allah belanızı versin!” “Allah bin belanızı versin!”
Ama işte bela okumakla ve bunların sayısını biraz daha artırmakla ülke yönetilemiyor. Zaten sosyal medyada yarıştırılan küfürler de toplumu ne rahatlatıyor, ne de patlatıyor! Hepsi birer çaresizlik göstergesi. Hatta psikopatoloji dilinde iyi bilindiği gibi, birer “yardım çığlığı”.
Ülke böyle yönetilemez ve artık son perde oynanıyor. Zaten iktidar çok daha öncesinden beri çığlık çığlığa. Fakat doğru dürüst duyan eden, halden anlayan yok. O da sonun(un) geldiğinin farkında ve bugün son bir kez daha “destek” istiyor. Tabii hepsinin halktan tek istediği destek filan değil, oy!
Öte yandan tabii ki tüm toplumun yönetişimsel iradesini ve erkini “tek adam rejimi, elden ne gelir ki” vb diye diye, bir kişinin iki dudağı arasına koymayı becermiş toplumsal ve kurumsal muhalefet, şimdi de yine bil(mey)erek tüm birikmiş öfkesini, kendisi zerre sorumluluk almayarak, o tek kişiyi diğer “günah keçisi” yapmakta olduğunun acaba ne kadar bilincinde?
Hiç kimse bu kadar sorumluluğun, öfkenin ve günahın nesnesi olmayı kaldıramaz. Dolayısıyla da en önce Erdoğan’ın türlü hamlelerini “yardım isteme çığlıklarından” başka türlü okumamak ve destek olmak gerekir. Bunun, yani “itibarlı bir jübile” için de değil sandıkta oy vermek, bir kez daha kendisinin CB adaylığını düşünmek bile çok yanlış olur. Elbette kendisi çıkmış olduğu “dava” yolunda mecburen ve inatla çabalamaya devam ediyor.
Fakat tabii en başta Altılı Masa’nın kafası çok karışık. Oysa geçmişteki kritik kararlarda olduğu gibi şimdi de bunun
için atılması gereken ilk ve somut adım belli: İktidarın bir kez daha “kıs kıs gülerek” önüne attığı Anayasa maddesinin abuk içeriği ile havanda su dövmemek. İçeriğiyle bile hiç vakit kaybetmeksizin, TBMM’deki başta tüm CHP, HDP, TİP olmak üzere ve AKP dahil diğer partilerden dileyen milletvekillerinin ret oylarını çoğaltmaya çalışmak.
Sonra da halkın CB adaylık talep ve diğer hayati meselelerine hızla ortak ve tatminkar yanıtlar üretmek. Gelgelelim bu siyasi liderlerin hepsi birbirinden inatçı, keçiler gibi!
Ancak unutmamak gerekir ki “günah keçisi” hikayelerinde daima iki keçi var. Kefaret Günü ayinindekinde ikisi de erkek ve kura ile seçiliyor. Birine günahlar atfedilip kesilirken, diğeri de yüksek bir tepeden aşağı atılıyor veya çölün ortasında bırakılıyor. Neden mi? “Gökten yere düşmüş melek” diye tarif edilen şeytanın (bir ismi Azazel) kötü ruhunu tedavi etmek amacı ile.
Sağ veya sol popülist askerî/sivil siyasetin sinsi sinsi ve derinden böldüğü ve artık iyice kökünden yarılmış bu toplum kendi köklü tarihini, kurban bayramlarını veya güncel şehir efsanelerini yeniden gözden geçirmeli belki de. Örneğin, yine bu topraklardaki Antik Yunan’daki ritüelde iki erkek keçi yoktu. Biri erkek, biri dişi iki insan vardı.
Çağdaş Türkiye bugün hala aklı başında sayılanların öncülüğünde başörtüsünü, dinin ve her türlü cehaletin sömürüsünü, tarikatların STK olup olmadığını veya “sivil” demokrasinin “askerî vesayetten kurtulmakla gelip gelmediğini ve neden baştan değil yetersiz, yanlış olanlara “Evet” demenin bir hata olup olmadığını tartışa dursun.
Ben de, belki de İsmailağa Cemaati liderlerinden Yusuf Ziya Gümüşel, 29 yaşındaki pedofil Kadir İstekli, 6 yaşındaki kızına tecavüz ettiği için, onun içine girmiş “üç harfliyi” çıkarsın diye “adak” gibi veya kurucusu Hidanur Vakfı için başka bir “alış veriş” ile “bağış” karşılığı takas olarak kurban vermiştir diye bir senaryo yazayım. Bu kapkaranlık yobaz ve eril zihniyet, kız çocuklarını tecavüzcüsüyle evlendirme zihniyeti ile aynı, malum.
İnsanları alt üst eden ve toplumun altındaki tarikat yapılanmasının ve ailenin ortaklaşa ört pas ettiği bu olay, aynı zamanda da bize hem üstteki modern hukuk devleti yapılanmasında “suç” olduğunun bal gibi bilindiğini, hem de toplumun altının üstü ile ne kadar iç içe geçmiş olduğunu gösteriyor.
Bu konuları daha çok tartışacağımız kesin. Her halükarda, bu yazımı bu devirde sayısı çok az kalmış kıymetli gazetecilerimizden Timur Soykan’a ithaf ediyorum. Elbette sonuna kadar da yanındayız. Onu ve itibarını hiç bir toplumsal psikopatolojiye “günah keçisi” yaptırmayız. Hiç bir bireysel veya kolektif kötülüğe de asla “kurban” etmeyiz.
Eğer senelerdir, türlü sebeplerle kendisine “koyun sürüsü” muamelesi yapılarak aşağılanmış ve “sürüsünden ayrılan koyunu kurt kapar” diye sindirilmiş olan ve tecavüz karşısında her zaman “linç infialleri” duymuş olan bu halk, şimdi bu kapkaranlık olay ile de kendine gelip aydınlanamazsa, bir daha kolay kolay doğruyu veya “ışığını” bulamaz ve bilinçlenemez.
Statükoculuğu ve uyguculuğu (conformity) seçen “ak koyunlar” gibi davranmayı değil, “kara koyun” (Black sheep) olmayı seçen Timur Soykan ve diğer dürüst yiğitleri örnek alamazsa da kurban edilmeye müstahaktır.
Ancak her kim “hangi inancı ve koyun” veya “kurbanlık koyun” olmayı seçerse seçsin: Bu toplumun asla ve asla hediye, adak, vs gibi verilecek “kuzuları” yoktur. Hiç kimsenin de ülkenin ve bizim geleceğimizi karartmaya hakkı yoktur.
Bunlar da ilginizi çekebilir