Bu ülkenin siyasî entrikaların ve popülist retoriklerin çok çok ötesindeki gerçeklerinin ve halkının “yer altındaki faylarına” da, “yer üstündeki paylarına” adaletsizce kurban edildiğini hala görmezden gelebiliyor olamayız. Doğal ve siyasi depremler ülkeyi sallamaya ve toplumun hem sabrını hem de demokratikleşme arzusunu test etmeye devam ediyor. Başta iktidarın kötü yönetimiyle giderek çürümüş bozuk kamusal düzenden kurtulmak için Millet İttifakı’ndan medet umanlar olmak üzere muhalefet çok şaşkın. Akşener’in Altılı Masa’dan kalkerken eliyle masa örtüsünü de beraberinde çekişini havsalası bir türlü alamayanlar çok. Unutmayalım ki, aynı havsalalar hiç bir hukukî veya ahlakî, siyasî veya bilimsel etik ilkeye uyulmaksızın yükseldikçe yükselmiş iktidar tabanında neden hala kayda değer bir zemin kayması olmadığını da almıyordu. Başka bir deyişle, muhalefet masası harıl harıl GPS (Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem) ve seçim sonrası geçiş planı üzerinde çalışıyordu. Fakat hal böyleyken masa içindeki eşgüdümsüzlükler ve yüzleşilmeyip sürekli ertelenen çatışma alanları ile, TAS (Tek Adam Sistemi) gibi duran mevcut CHS (Cumhurbaşkanlı Hükümet Sistemi) düzeni kamu kurumlarını tamamen dağıtmış, ülke hazinesini boşaltmış ve borçlandırmış olduğu halde, diklendikçe dikilen iktidarı nasıl güçlendirdiğini anlayamıyordu. Tam yıkıldı yıkılacak denirken, adına da hem “kazan kazan” deyip, hem kendisi oyunu doğru dürüst ve ilkeli oynayamayarak kendini sıkıştırdığı paradokslardan çıkamayan muhalefetin türlü kıskaçları ile iktidardaki Cumhur İttifakı’nın diriltildiğini insanlar sökemiyordu. Oysa, geçtiğimiz iki yıla yakın süre zarfında ve günümüze yaklaşıldıkça, özellikle de “Cumhurbaşkansız Hükümet Programı” “eşşek” veya “partizan militanlar” gibi çalışan liyakatli parti kurmaylarınca tamamlandığından beri Altılı Masa muhalefet liderleri kaç kez ciddi siyasî hatalar yaptılar? Bu “azmettirilmiş” veya “doğaçlama” ve fakat iktidarla mı, muhalefet içinde mi, oy kaybı olmasın diye halkla mı “uzlaşmak” adına yaptıkları belirsiz hamlelerinden sonra kaç kez geri adımlar attılar? Kaç kez yandaş gazetecilerine ve kanaat önderlerine düşünce, niyet ve demeçlerini yorumlattılar veya kendileri “çevir kazı yanmasın” yöntemini denediler? Kaç kez siyaset “uzlaşma - yani alaTurka Başkanlık sistemli alaTurka siyasetin futbol diline tercümesi ile, “çalım atma, faüllü çelme takma, kıvırtmaca, top çevirme ve gol atma” - sanatıdır” dediler? Fakat Meral Akşener’in hamlesinin kimin pasının kimin kalesine “gol” olduğuna ne orta saha, ne yan, ne medya, ne de halkın hakemleri halâ karar verebilmiş değiller. Veya iktidar ve muhalefet, hatta fanatik İYİP taraftarı seyirciler bile, son büyük doğal deprem felaketiyle tamamen boş ve savunmasız kalmış kaleye penaltı atışlarının neden kaçırılmış olduğunu anlayamıyorlar. Hatta şaibeli ve şikeli oyun olduğu da dahil türlü spekülasyonlar. Yine epeydir “Altılı Masa dağıldı dağılacak” değirmenine su taşıyanlara kesin karşı çıkanlar da “uzlaşma” beklentileri ile uzatmaları oynuyorlar. Belli ki muhtelif siyasi hesap ve niyet okumalarla “”arabuluculuk” yapmaya çalışıyorlar. Bu yazıyı şu hususları vurgulamak amacıyla yazıyorum: (1) Bugünlerde doğal deprem dolayısıyla “yeraltındaki fay hatları” sıkça konuşuluyor, hatta “yerüstündeki fay hatları” da söylemlere oturduysa da, topoğrafik ve tektonik jeofizik metaforları eleştirel psikanalitik ve söylem çözümlemeci toplumsal ve siyasî analizlerde kullanımı hayli eskidir. Dolayısıyla, kimler kaçıncı kez “Şok! Şok! Şok!” yaşıyor olursa olsun, ben de bu “dramatik çıkışın” olmasını, hatta ”son dakika” zamanlamasını bile epeydir yazarak beklemekte olanlardanım. (2) Zira her ne kadar, Akşener’in dün açıkladığı “tarihî” metnin gecenin ortasına kadar sürmüş İYİP GİK toplantısından sonra yazıldığı söylense de, gerek içerik, biçim ve biçem, gerekse performans olarak uzunca zamandır pişirilip oynanmış olduğu belli. Yani muhalefet içinde çatlak denilen bu son dakika krizi benim bakış açımdan bariz bir “yapay kriz”. (3) Ne kadar lümpenleştiğini sağır sultan duymuş olan Türkiye siyasetinde “fair play” olmak şöyle dursun, son derece çirkin bir manevradır. “Kazan kazan” kazanını epeydir kaynatmakta olan kıvrak politik kepçenin sapı artık hala kırılmadıysa “az sonra” kırılacaktır. (4) Ne yüzeysel çatlaklar veya yapay krizlerle ilgilendiğim, ne de gazeteci duyumları ve siyasi iletişimcilerin yorumlarını çok da ilginç bulduğum pek söylenemez. Fakat bu son dakika sarsıntısı haberinin bakış açımdan esas önemli yanı şudur: Akşener eliyle kurumsal/toplumsal muhalefete vurulmuş darbenin gerçekten de ülke siyasetinde artık son olması gereği. Nitekim, yazımın başlığı ile anlatmak istediğim de olası “çevir kazı yanmasın” hamleleri ile yeni bir siyasi “rantsal uzlaşma operasyonu” aranmasına hiç gerek olmadığı. (5) Çünkü artık manpülatif araçsal “Garp aklının” birey-insanî değer ve hakları ile kolektif -toplumsal özgürlük ve demokrasi kültürüne sırt çevirip, onun her türlü neoliberal siyaset teknolojilerini, taktiklerini, hatta siyaset bilimsel atıklarını ithal ederek “Şark kurnazlığı” ile yoğuran siyasete son verilmesi artık gerçek bir bekâ meselesidir. (6) Görünürde yaşanan bu kopuş muhalefetin yüzleşmesi gereken siyasî bir yol ayrımının göstergesidir. Bu ayrım da sıklıkla sanıldığı gibi ne Sağ-Sol, ne de Laik-Dindar, ne de Türk-Kürt ve diğerleri arasındadır. Zaten iki sene önce yazmış olduğum gibi, Millet İttifakı araçsal oy hesaplarından tutun da ana partilerin derin tarihsel ideolojik köklerine ve güncel pragmatist siyaset , iktisadî ve sosyal politika anlayışlarına kadar en başından bir “ölü doğum” idi. (7) Keza, diğer yazılarımdaki tüm uyarılarımı da şimdi hatırlatacak değilim. Amaç “demiştim” demek filan değil. Adı üstüne “a-ha” ve “deja vu” gibi yazılarımda da olduğu gibi, toplumdaki siyasi muhakeme jetonunun ancak böyle tekrarla düşebileceği ve demokrasi idrakının gelişecebileceği bilgi ve tecrübesidir. Çünkü Türkiye’de toplumsal muhalefetin aşması gereken çok eksenli temel yarılma ne olağan şüpheli laik-dindar, Sol-Sağ, Türk-Kürt, zengin-yoksul, vd bölünmesidir. (8) Geçen haftaki yazımda “12,5uncu Cumhurbaşkanı adayı” şeklinde söz ettiğim Kılıçdaroğlu’nun 13. CB adayı olarak ve “kazanamaz” diye sabote edilmesi de nitekim, önümüzdeki Yüzüncü Yıl seçiminin “özgürlükçü-değişimci demokratlar” ve “muhafazakar- düzenci anti-demokratlar” arasında ve çok çekişmeli geçeceğini en baş göstergesidir. Başka bir deyişle, kim kimi trollemiş ve trolleyecek, kim kimin algısını yönetmiş ve yönetmeye çalışacak olursa olsun, artık tıpkı masallardaki gibi “hakiki iyiler” ve “hakiki kötüler” arasında kendi seçimini yapmak zorunda bu ülke. (9) O bakımdan, ne kadar naif veya farklı demokratik ahlak ve siyaset karakteriyle uzak yakın geçmişte ne kadar dolduruşa gelmiş, nezaket ve olgunlukla tahammül göstermiş ve (kendimin de eleştirmiş olduğu) siyasî stratejik hataları yapmış olursa olsun, “iyiler” Kılıçdaroğlu’nun yapıcı liderliği etrafında toplanmasını bileceklerdir. Böylece, diğer sosyal demokratik toplumsal yaşam arzulu partilerin de desteği ve çalışkan belediye başkanları ile birlikte, bu ülkede çoğulcu, özgürlükçü ve katılımcı demokrasinin yeşermesine yerel yönetimlerin güçlenmesinden, yani tabandan başlanabilecektir. Bu da Türkiye’yi onaracak ve iyileştirecektir. (10) Çünkü bir siyasi parti adının İYİ olması ile “iyi” veya ülkücü olmasıyla ülke yararına olunamayacağını, tıpkı Adalet Partisi adının da tam bir oksimoron olması gibi yazmıştım. Keza, CHP’nin altı okundan Halkçılık ilkesinin “popülizm” değil “kamu yararını gözetmek ve halkın kamusal yönetime katılımcılığını çoğaltmak” olarak okuyup değişmesi gerektiğini de. Elbette GP gibi (hem muhafazakar hem de gelecekçi!) tüm diğer parti adlarını ve logolarını yorumlayacak değilim şimdi. (11) Bazıları İYİP’nin MHP gibi eski ve köklü bir partinin veya milliyetçi hareketin yüzü yenilenmiş bir kadın liderli, güzel isim ve logolu partinin, Bilge Yılmaz gibi idealist ve çalışkan değerleri de ithal ederek, CHP tabanı gibi seküler kentli kesimlerin de teveccühünü almayı sürdürerek merkez Sağda muhalefet partisi olmayı hedeflediğini görebilirler. Cumhur İttifakı oylarına da talip olarak zaten fanî Erdoğan ve Bahçeli iktidarını devirmeye kararlı olacağını ve böylece muhalefete de iktidar karşıtı destek vereceği de söylebilirler. Zaten bunlarda siyasten olağan olmayan veya sakıncalı hiç bir şey yoktur. (12) Fakat Kılıçdaroğlu’nun iyi niyetli yapıcılığının, dürüstlüğünün ve hukuken de hesap sorma konusundaki kararlılığının da iktisadî, siyasî ve ahlakî yönlerden iyice yozlaşmış bozuk düzen destekçilerini elbette tehdit etmesinden daha olağan ve anlaşılmayacak bir şey de yoktur. Elbette “Millet 5’ten büyüktür.” Fakat zaten artık değil derinden yarılmak, lime lime parçalanarak son derece ciddi boyutlarda bir “şizoid toplum” olmuş Türkiye’de, patolojik milliyetçiliğin paranoid hezeyanlarını köpürtmenin de hiç gereği yoktur. Ayrıca, ne kadar harap olmuş, bitap düşmüş olursa olsun bu milletin Gestaltı 85 milyonluk nüfusunun toplamından da daha büyüktür. (13) İstatistikler ne kadar ufaltmaya çalışırsa çalışsın ve bazı siyasetçilerin gözlerini siyasi kişisel ve partizan hırslar sanrısal ölçülerde apatik inkar ile köreltirse de köreltsin, bu toplumun yarısından çok daha fazlası, hatta neredeyse tamamı bugün çok ciddi bir kolektif acıyı paylaşıyor. Yine sivil toplumun partili partisiz, örgütlü örgütsüz, özgürlükçü ve değişimci demokrat ve genç kafalı kesimi de güçlü bir dayanışma çabasıyla yardım için çırpınmakta. İşte Türkiye’nin önündeki gerçek beka seçiminin yapacak olanlar da onlar. Yani bizleriz. Bu ülkenin siyasî entrikaların ve popülist retoriklerin çok çok ötesindeki gerçeklerinin ve halkının “yer altındaki faylarına” da, “yer üstündeki paylarına” adaletsizce kurban edildiğini hala görmezden gelebiliyor olamayız. 418 M ABD Dolarının bugünkü asgari ücret ve açlık sınırından kaç kat büyük olduğunu (hesaplamak marifet değil!) kavramaktan aciz olamayız. Buna rağmen, ekranlarda kolektif hipnozdaymış gibi izlediğimiz her türlü dinbazlığa, bilimbazlığa ve hokkabazlığa daha fazla tahammül edebilecek kadar da “ahmak” olamayız. Dolayısıyla, bugün her kim şimdi zaten çok önce yazmış olduğum “kazanamayacak aday”, “2 BBBşk +KK = 3 CHP’li aday”, “İmamoğlu-Saraçhane”, ”Mansur-eski MHP”, “Anayasa’da başörtüsü maddesi” ve benzerleri pek çok gibi eski emareleri konuşursa konuşsun veya milletin “Anti-Alevi”, “anti-Kürt milliyetçi” aşırı hassas sinir uçlarını yeniden uyarmaya, ve toplumdaki öfkeyi köpürtmeye çalışırsa çalışsın. Bense sadece siyasette ve toplumun her köşesindeki her türlü statükocu ve zavallı zırvalıklara artık bir son vermenin zamanı geldi de geçti bile ve “Yaşasın Özgürlük!” diyorum.