Karizmatik liderler genel olarak savaş, kriz, toplumsal huzursuzluk, birleşme, satın alma ya da küçülme gibi belirli şartların olgunlaşması ve köklü yapısal değişikliklere yol açan süreçlerde ortaya çıkmaktadır.Karizmatik lider ihtiyacı, demokratik ve çağdaş toplumların siyasi bir gereksinimi değildir. Belli bir kesim tarafından bilinçli bir şekilde dillendirilen ‘’Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu karizmatik liderlik’’ anlayışının temelinde tek adamlığa açılan kapının olduğu gerçeğiyle birlikte, son 20 yıllık yaşanan süreci de göz önünde bulundurduğumuzda toplumun ihtiyacı olan gereksinimin gerçekten karizmatik lider mi? yoksa demokratik bütünleştiricilik mi? sorusuyla pekiştiğini görebilmekteyiz. Keza bugün gelinen noktada Türkiye’nin tek çıkış yolunun; toplumsal birlik ve beraberlik ortamı üzerine inşa edilmiş kutuplaşmanın son bularak iç ve dış politikada barış odaklı bir siyasi çizgiyi hedef edinen demokratik bütünleştirici bir sistem olduğu su götürmez bir gerçektir. Kişiler ve onların karizmatik cazibelerine dayalı siyasal sistemlerin ne kadar kalıcı olduğu gerçeği unutulmadan Türkiye’de toplumu kucaklayan ve toplumun bölünmeden devamını esas edinen kompoze bir anlayış çatısı inşa edilmelidir. Dolayısıyla "Hâlâ bir kurtarıcı beklemekteysen sana karşı olan vazifemi yapmamış sayarım." sözüyle durumu yaklaşık 100 yıl önce özetleyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve karizmatik liderlik kişiliği ile dünya tarih kitaplarına konu olmuş Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘’naçiz bedeninin bir gün toprak olacağı’’ ancak önemli olanın kurmuş olduğu çağdaş ve demokratik cumhuriyet sisteminin devamı olduğuna dair yaptığı vurgu, bugün daha iyi anlaşılmalıdır.
Karizmatik liderlik mi? Demokratik bütünleştiricilik mi?
Kişiler ve onların karizmatik cazibelerine dayalı siyasal sistemlerin ne kadar kalıcı olduğu gerçeği unutulmadan Türkiye’de toplumu kucaklayan ve toplumun bölünmeden devamını esas edinen kompoze bir anlayış çatısı inşa edilmelidir.
Seçim atmosferine bürünen Türkiye siyasetinin son zamanlarında gündem olan ve olmaya da devam edeceğini ön gördüğüm meselelerinden biri de karizmatik liderlik konusu olmuştur. Üstelik bunca siyasi parti ve genel başkan bolluğu bulunan bir ülkenin siyasal sisteminde, lider sorunsalının yaşandığına dair ilginç bir algı yaratılmıştır. ‘’Türk toplumu karizmatik lider seviyor.’’ söylemiyle beslenen bu algı, özellikle iktidara yakın cenahın retoriğini oluşturan ‘’bilinçli’’ temel dinamiklerden birine dönüşmüş durumdadır.
Karizmatik liderler genel olarak savaş, kriz, toplumsal huzursuzluk, birleşme, satın alma ya da küçülme gibi belirli şartların olgunlaşması ve köklü yapısal değişikliklere yol açan süreçlerde ortaya çıkmaktadır. Ancak zamanla konjonktürün ve şartların değişime uğraması sonucu eski etkinliğini kaybederek yok olmaktadırlar. Genel olarak kendilerini özel amaç ve hedeflere sahip bireyler olarak gören ve topluma bu şekilde sunan bu liderleri kamuoyu nazarında karizmatik kılan çevrelerindeki destekçileridir. Karizma kavramını “karizmatik yetki” olarak tanımlayan Weber, karizmatik yetkinin; lidere yapılan bir atıf çerçevesinde lideri takip eden kişilerin, karizmatik yetkiye sahip olan önderlerini insanüstü ve farklı güçlere sahip bir birey olarak görmeleri olduğunu ifade etmiştir.
Siyasal karizmanın örgütsel liderlik etkisine dair ilk açıklamalardan birisini yapan Etzioni, karizma kavramını; “Bir aktörün, diğer aktörlerin normatif yönelimleri üzerindeki derin ve yaygın etkisini kullanma yeteneği” olarak tanımlarken bu tanımıyla normatif kuvvet kavramına değinerek gücü, “sembolik ödül ve cezaların tahsis edilmesine ve harekete geçirilmesine dayanan güç” şeklinde tanımlamıştır.
Yapılan araştırmalar neticesinde ortaya çıkan sonuçlar, karizmatik liderin ortaya çıkışında kriz ve kaos ortamı, tatminsizlik duygusunun yoğunluğu, geleneksel yöntemlerin işe yaramaz hale gelişi, mevcut olmayan sorunların suni olarak yaratılmış olması gibi birtakım etkenlerin kolaylaştırdığını göstermiştir.
‘’Türk toplumu karizmatik lider seviyor.’’ tezine bir anti-tez geliştirecek olursak; patrimonyalist Türk devlet geleneği ve kut-biat kültürünün haricinde –ki bu anlayışlar, toplumun tercihen sevgi hissiyatından ziyade bağlılıklarını işaret eden konjonktürel ve konvensiyonel yapılardır.- çok partili hayatın başlamasıyla birlikte aslında toplumda demokrasiye duyulan bağlılığa dikkat çekmektedir. Çok partili hayat sonrasında toplumun lider tercihinde bulunurken kendi değerlerini en iyi temsil edebilecek, dönemin koşullarına ayak uydurabilen, dinamik ve bir taraftan da demokrasiyi yaşatabilecek bir lider kültü yarattığı görülmektedir. Zira 27 yıllık tek parti dönemi sonrasında iktidarı değiştiren toplum, seçimini yaparken İnönü ve Bayar arasında bir karizma tercihinde bulunmamış Adnan Menderes’in ise henüz kamuoyu etkisi ön plana çıkmamıştır.
Türk toplumunun karizmatik lider sevgisini defaatle vurgulayan anlayışa karşı bugüne kadar Türkiye’nin seçtiği etkili liderleri hatırlayacak olursak; Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz gibi isimler arasından hangisinin tek başına ağır bir karizmatik özgüllüğe sahip olduğu iddia edilebilir? Ya da Türk toplumu bu liderler arasında bir seçim yaparken hangisinin karizmasına bakarak ona göre bir tercih yaptığı savunulabilir? Üstelik aralarında Cumhurbaşkanlığı görevini icra eden ve kendince siyasi auraya sahip isimlerin bulunduğu bu listede, 6 defa gidip 7 kez yeniden göreve gelen Demirel’in karizması dahi tek başına 12 Mart Muhtırası’na karşı durmaya yetememiştir.
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi