Sözcü'den Ruhat Mengi'ye konuşan İyi Partili Özlale, Erdoğan'ın düşük faiz politikası hakkında şunları söyledi:
"Şu anda yolun sonu göründüğü için yapmak isteyebilir, şimdi ekonominin başına Hazine ve Maliye Bakanı olarak Sayın Mehmet Şimşek'in geçeceği söyleniyor, ekonominin başına daha güvenilir, daha akla ve bilime inanan bir bakan geçerse mutlaka Merkez Bankası başkanını da o çerçevede belirlemek isteyecektir. O zamanda biz Sayın Erdoğan'ın ısrarla sürdürmekte olduğu “düşük Merkez Bankası politika faizi” inadından vazgeçeriz. Erdoğan'ın ekonomi bilgisi de sınırlı olduğu için şöyle bir şey söylüyor; “Ben politika faizini yüzde 8'lere düşürdüm, bakın faizler düştü, ekonomi de rahatladı”. Hayır, faizler düşmedi, herhangi bir ekonomide bir faiz yoktur, birden fazla faiz vardır, siz Merkez Bankası faizini düşürdüğünüz zaman piyasadaki faizleri düşürmüyorsunuz, piyasadaki faizler tam tersine artıyor olabiliyor, enflasyon yarattığından dolayı. O bakımdan ben Sayın Erdoğan'ın inadı bırakıp bu işi bilen bir kadroya vermesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye'deki temel problemin Sayın Erdoğan'ın “Her şeyi bilirim” inadı ve bu inadı hayata geçirmesinde rol oynayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olduğunu düşünüyorum.
Erdoğan bu inadından vazgeçerse ve bu işi bilen insanlara bırakırsa kısa zamanda enflasyonun düştüğünü ve piyasanın biraz daha toparlanabileceğini görürüz, yok Sayın Erdoğan ekonomiye karışmaya devam ederse ya Sayın Şimşek gibi bakanlar başa gelmezler, ya da başa geldiklerinde işlerini yapamadıkları için kısa sürede ayrılırlar, geçmişte bunun örneklerini gördük. Ya da biz biraz daha böyle devam ederiz ama ondan sonra tam gaz duvara çarparız.
Enflasyonla ilgili bir şey daha söyleyeyim, bu çok sık gördüğümüz bir şeydir; fiyat artmaz ama kalite düşer, fiyat artmaz ama miktar düşer. Örneğin ekmeğin gramajını azaltırlar ama ekmek aynı fiyat olur, bu da bir enflasyondur.
Özlale, sığınmacı meselesi ile ilgili olarak da şöyle konuştu:
"Dışardan gelen düzensiz göçmenler kayıt dışı çalıştığı için ücretler baskılanıyor, bugün bir Türk işçinin maliyeti net olarak 8 bin 500 lira ama 12-13 liradan aşağı değil ama yurt dışından kaçak gelen birini 6-7 bin liraya çalıştırabiliyorsunuz. Özellikle orta ölçekli işletmeler, devletin denetiminin de kaybolduğu o ortamda sigortalı bir Türk işçi çalıştırmak yerine kayıt dışı kaçak işçi çalıştırıyor, o yüzden de ücretler devamlı açlık-yoksulluk sınırının altında kalıyor, çünkü işverenler kayıt dışı çalıştırabileceği kaçak işçi bulabiliyor. O yüzden Türkiye'nin sığınmacı problemi bir milli güvenlik problemi olduğu gibi aynı zamanda iktisadi bir problemdir, çünkü size kayıt dışı, güvensiz, insan haklarının çoğu zaman ihlal edildiği bir emek piyasası sunuyor.
O paraların bir kısmı AB fonlarından geliyor, geri kalanı da Türkiye'nin bir türlü büyütemediği bir pastası var, o pastayı daha fazla insanla biz bölüşmek zorunda kalıyoruz, kamu kaynaklarının büyük bir kısmı tabii ki düzensiz göçmenlerin hayatını iyileştirmek için kullanılıyor. Ama aynı zamanda bu ücretleri baskılıyor, çalışıyorsanız emeğinizin karşılığını alamıyorsunuz. Çünkü sizi çalıştırmak yerine sanayide daha düşük para vererek bir Suriyeli'yi, Afgan'ı, Bengladeşli'yi çalıştırabiliyor. Türkiye'nin bir düzensiz göç ülkesi haline gelmesi ilk başta Türk işçisine zarar veriyor. Belki daha ilk baştan bir nefret dili kullanmadan bu sığınmacı problemi üzerinde daha fazla durmamız gerekirdi. Biz İyi Parti olarak sığınmacı problemini kökten çözecek bir sunum, bir doktrin hazırladık ama Millet İttifakı bu konuya ancak 14 Mayıs'tan sonra toplumun sığınmacılara duyduğu tepkiyi görünce daha fazla eğildi.