Filistinli direnişçiler, arkasında uluslararası destek olmamasına, herhangi bir devletin himayesinde olmamasına rağmen, İsrail'in stratejik, taktiksel ve siyasi olarak ne kadar kırılgan olduğunu son derece ustalıkla göstermeyi başardılar.

Yakın tarihte İsrail'in karşılaştığı varoluşsal zorlukların boyutunu kavramaya yardımcı olacak bir şeydir, Siyonist devletin sürekli alarm durumunda, her an savaşa girmeye hazır bir ülke olduğunu anlamak. Son yaşanan olaylar, İsrail'in askeri ve istihbari bir zaaf içinde olmasının yanı sıra iç politikada da bir çalkantının eşiğinde olduğunu, ulusal bütünlük denen şeyin zedelendiğini gösteriyor.

İsrail'in sınır bölgelerinde yeterli bir savunma planına sahip olmadığını ortaya koyan bu durum, Nahal Piyade Tugayı komutanı Albay Yonatan Steinberg'in Hamas savaşçılarıyla yaşanan çatışmalarda öldürülmesiyle tescillendi. Bu olay, İsrail ordusu için büyük bir moral bozukluğuna neden oldu ve ulusal bir travma haline geldi.

İstihbarat açısından bakıldığında ise, İsrail'in bu saldırının geldiğinden habersiz olması, 1973 Yom Kippur Savaşı'ndaki büyük istihbarat başarısızlığını anımsatıyor. İsrail, teknolojisine ve önceden tahmin kabiliyetine o kadar güveniyordu ki, bu tür bir saldırının gerçekleşebileceğini hayal bile edemiyordu. Özellikle bekledikleri senaryonun Güney Lübnan'daki Hizbullah aracılığıyla kuzeyden bir işgal olduğu düşünüldüğünde, Gazze'den böyle bir saldırının gelmesi tam anlamıyla bir sürpriz oldu.

Ancak bu sadece askeri ve istihbari bir zaaf değil, aynı zamanda derinlemesine bir siyasi krizin yansımasıdır. İsrail'de, Natnayhu’nun şahsında aşırı sağın yargıyı ele geçirmeye yönelik hamleleri yaşanan siyasi çalkantıyı, ulusal bir krize dönüştürüyor. Yom Kippur Savaşı'nın 50. yıl dönümü de dikkate alındığında, Hamas'ın bu zamanlamayı seçmesi hem stratejik hem de sembolik bir mesaj niteliğinde.

İsrail için dış tehditler mi yoksa içeriden gelen bölünme ve istikrarsızlık mı daha büyük tehdit kestirmek zor. Filistinli direnişçiler, arkasında uluslararası destek olmamasına, herhangi bir devletin himayesinde olmamasına rağmen, İsrail'in stratejik, taktiksel ve siyasi olarak ne kadar kırılgan olduğunu son derece ustalıkla göstermeyi başardılar.

İsrail işgal ordusu (IDF)’in son yıllardaki varsayımı, Hamas'ın İsrail'e büyük saldırılar düzenlemekten caydırıldığı yönündeydi; İsrail'in tepkisinin gücünden korkuluyor ve Gazze'nin yeni bir yıkıma sürüklenmesinden çekiniyordu. Bu varsayımın asılsız olduğu ortaya çıktı. İsrail büyük bir krizle karşı karşıya. Kendi içinde aşırı sağcı hükümetin yargıyı ele geçirme operasyonuna karşı yüzbinlerce muhalif gösterilerle Netanyahu hükümetini sarsarken, yaşanan istihbarat zaafı da mevcut krizi daha da derinleştirecek. Bu, İsrail için sadece bir askeri başarısızlık değil, aynı zamanda ulusal bir kimlik krizi.

Öte yandan İsrail işgal rejimi, Filistinlilere karşı yürüttüğü acımasız politikaların ektiği sonuçları biçiyor. Başta Cenin ve Nablus kentlerinde yürüttüğü terör politikaları diğer taraftan Gazze’ye 2006’dan beri uyguladığı ablukanın ve Mescidi Aksa’ya yönelik neredeyse rutin hale getirdiği baskın politikalarının büyüttüğü öfke, Siyonist devletin altını oyacak gelişmelerin işaret fişeği olarak görülebilir.

İşgal yönetiminin Filistinlilere neleri reva gördüğünü görmek için Gazze'ye bakmak yeterli. Birleşmiş Milletler verilerine göre suyun yüzde 97'si içmeye uygun değil, halkın yüzde 56'sı yoksulluk içinde, gençlerin yüzde 64'ü işsiz, halkın yüzde 80'i uluslararası yardıma bağımlı ve yüzde 70'i mülteci, halkın tamamı ise İsrail kuşatması altında. Batı Şeria’da da durum farklı değil. Bu nedenle İsrail işgalinin ve sistematik ihlallerin, yok sayma ve mağduriyetin bu son yaşananlardan daha büyük patlamalara yol açmaması insan doğasına aykırıydı.