Terörle pratik mücadelenin sivillere bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Hele ki bir şekilde Yahudi ve Arap toplumunu karşı karşıya getirme olasılığı söz konusuyken. İbrahim Anlaşmalarından beri bölgede küçük ama kararlı adımlarla barış tesis edilmeye çalışılıyor. Günlerdir hem ulusal hem de uluslararası basında Necef Zirvesiyle ilgili pek çok yorum yapıldı ama maalesef zirveye gölge düşüren terör eylemleri bir miktar da olsa sürecin umudunu kırdı gibi gözüküyor. Bugünkü yazımda İsrail’deki son gelişmelerle ilgili bazı notlar paylaşacağım. BARIŞA DOĞRU YÜRÜMEK Zirveye bence Birleşik Arap Emirlikleri Dış İşleri Bakanı Şeyh Abdullah Bin Zayid’in konuşması damgasını vurdu. Zaten sosyal medyada da o kadar paylaşıldı ki herhalde seneler sonra bile unutulmaz bir an olarak hafızalarda kalacak. Bin Zayid, konuşmasında, bölge ülkelerinin birbirlerini tanımalarının ve ortak işbirliğini geliştirmelerinin önemine vurgu yaptı ve “birbirimizi merak ediyoruz” ifadesini kullandı. Terör eylemleri konusuna da atıfta bulundu. Birlikte çalışarak ve daha iyi bir ortam yaratarak, bu nefret söyleminin karşısında yer alacaklarından bahsetti ve ekledi “Biz kazanacağız”. Bakanın bu sözleri Martin Luther King’in çok bilinen “Karanlık karanlığı yenemez, bunu ancak aydınlık yapabilir. Nefret nefreti yenemez, bunu ancak sevgi yapabilir” sözünü hatırlattı. HUNHARCA ELEŞTİRELİM Türkiye’de hem muhalif medyanın hem de İslamcı kesimin çok sevdiği Haaretz gazetesi herkesin bildiği gibi İsrail’deki muhaliflerin ana odağı. Ancak bazen gerçekten sadece eleştirmek için eleştirdiği de bir gerçek. Necef Zirvesinin tarihi falan olmadığını yazarak görüşmeleri yerden yere vurmaları bunu gösteriyor. 1978’deki Camp David Sözleşmesi tarihiymiş ama bu öyle miymiş? Biliyorsunuz, hangi zirveye tarihi diyelim hangisine demeyelim bu arkadaşlar belirliyor. Bununla beraber, her bir ülkenin başka amaçlarla zirveye gelmesinden dolayı somut bir sonuç elde edilemeyeceğine inanıyorlar. Doğrudur, Arap diplomatlar da zaten zirveye gelmelerinin ana amacının İran olmadığını açıkladılar. İran daha çok İsrail’in odağıymış gibi gözüküyor. Ancak tek bir amaç için bir araya gelince sonuca gidileceğinin garantisi nedir? Diyelim herkes İran’a odaklansaydı İran sorununu tek bir zirveyle çözebilecekler miydi?
Abbas’ın saldırılar sonrası açıklamaları da son derece talihsiz. Terör eylemlerinin Filistinlilere zulmetmek için bahane edilmemesi gerekiyormuş. Hele ki Ramazan öncesi. Bu eylemleri yapanların motivasyonu da bu değil mi zaten?
ABD’nin İsrail eski büyükelçisi Dan Shapiro da bu yönde bir açıklama yaparak, BAE’nin temiz enerji yatırımlarıyla ilgili olduğunu belirtti. Ancak işin bununla sınırlı olmadığını biliyoruz. BAE’nin İran konusunda da endişeleri var. Shapiro, ayrıca, Bahreyn’in deniz güvenliğine odaklandığını, Fas’ın eğitim ve tarım konularında destek almak istediğini, Mısır’ın ise hem biraz ondan hem biraz bundan bir gündemle zirveye katıldığını açıkladı. Bu yine de bence olumsuz değil; ortak bir işbirliğinin mümkün olduğunu gösteriyor. Bununla beraber, bütün bu ülkeler İran’ın finanse ettiği terör eylemleri yoluyla bölgeyi istikrarsızlaştırmasından çok rahatsızlar. Özellikle BAE’nin terörle mücadele konusunda işleri çok ciddi tuttuğu yeni bir bilgi değil. PEKİ YA FİLİSTİN? Zirveye getirilen önemli eleştirilerden birisi de Filistinlilerin ve Suudi Arabistan’ın zirveye dahil edilmemeleri. Filistin gibi varlık problemi yaşayan bir oluşumun zirveye çağırılması işleri daha karmaşık hale getirmez miydi? Bu da son derece meşru bir soru. Bence Filistinlilerin daha yaşamsal sorunları var. Kimileri son terör saldırılarını kınayan Mahmut Abbas’ı barış güvercini gibi sunmaya pek hazır. Son yirmi senedir küçücük Filistin’i sömüren başka bir hükümet herhalde. Filistin’in uzun vadede kendi gelecek tasavvurunu dünyaya entegre olabilecek şekilde belirlemesi gerekiyor. Kaldı ki Abbas’ın saldırılar sonrası açıklamaları da son derece talihsiz. Terör eylemlerinin Filistinlilere zulmetmek için bahane edilmemesi gerekiyormuş. Hele ki Ramazan öncesi. Ramazan öncesi bu eylemleri yapanların motivasyonu da bu değil mi zaten? Özellikle Müslümanların hassasiyetlerine oynamak böylece propaganda fırsatını kaçırmamak… Filistinli gençlerin bundan daha iyi bir geleceği yaşama hakkı var ve terör destekçiliği sürdüğü müddetçe bu mümkün değil. Bu yüzden “dünyaya entegre olmak”tan bahsettim. Filistinli gençler bunu hak ediyor.
İsrail’de doğmuş büyümüş çoğu Arap’ın terör destekçisi olmadığı ortada. Bu arada, bu şablon acaba size bir şeyi hatırlattı mı?
Öte yandan zaten kimsenin onları görmezden gelmeleri mümkün değil. Dış işleri bakanlarının bir araya geldiği gün, Ürdün Kralı Abdullah ve Dış İşleri Bakanı Eymen Safedi, Mahmut Abbas’la buluştu. Bu buluşma önemli mesajlar taşıyor. Öncelikle, Filistinlilerin denklem dışı bırakılmayacağını gösteriyor. Ayrıca yalnız olmadıklarını da vurguluyor. Bunun İsrail de farkında. Bu sebeple, Çarşamba günü Cumhurbaşkanı Herzog, Kral Abdullah’la Umman’da bir araya geldi. Herzog’un açıklamaları barıştan, diyalogdan, karşılıklı saygıdan bahsediyor. Başka bir dünya yaratmanın imkânına vurgu yapıyor. Kral Abdullah ise, terör eylemlerini kınadı. Fakat İsrail otoritelerini uyarmayı da unutmadı. Kralın en büyük endişesi terör saldırıları nedeniyle, El Aksa’da yapılacak olası ibadet kısıtlamalarının iki toplumun arasındaki ilişkileri daha da gergin hale getirmesi. Bunun İsrail’in iç huzuru için önemli bir uyarı olduğunu söylemek gerekiyor. ARAP VEKİLLER Terör eylemleri ve ardından yaşanan süreçler bize yabancı değil. İsrailli Arap milletvekilleri de saldırılar sonrasında mercek altına alındı. Meretz Partisinden Bölgesel İşbirliği Bakanı Esawi Frej, New York’ta Yahudi cemaati üyeleriyle bir araya geldiği toplantıda saldırılara değinerek, “Biz birlikte yaşamaktan memnunuz. Arap ve Yahudilerin ortak çıkarları var, İsrail’i güçlü tutmalıyız” açıklamasını yaptı. Ayrıca Ra’am Partisinden Mansur Abbas da benzer şekilde terör eylemlerini kınadı. Açıkçası bu biraz küçültücü bir şey gibi geliyor bana. Sonuçta son saldırıda şehit düşen Amir Khouri de İsrailli bir Arap ve terörist daha çok kişiyi katletmesin diye canla başla mücadele ederken canice öldürüldü. Her terör saldırısından sonra İsrail’deki Araplarla Yahudiler arasında “Hadi bakalım kınasana, kına hadi” şeklinde zorlamaların kutuplaştırıcı ve yıpratıcı olduğunu düşünüyorum. İsrail’de doğmuş büyümüş çoğu Arap’ın terör destekçisi olmadığı ortada. Bu arada, bu şablon acaba size bir şeyi hatırlattı mı? BENNETT’İN ÇAĞRISI Son olarak, bana çok garip gelen bir noktaya değinerek yazıyı tamamlamak istiyorum. O da başbakan Naftali Bennett’in bu olaylar üzerine yaptığı son açıklama. Terörle mücadele için bütün kaynakları seferber edeceklerini açıklayan Bennett, silah ruhsatı olanların silahlarını yanlarında taşımalarını istedi. Bir ülke düşünün, ordusu var, emniyeti var, istihbaratı var ama başbakan ruhsatlı silahı olan sıradan vatandaşa da “silahını yanında tut, terörist saldırırsa sık” diyor. Gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum. Herhangi bir ters durumda bunun sorumluluğunu da alabileceklerdir diye umuyorum. Bennett hükümeti acaba iç güvenliği korumanın daha ciddi yöntemlerini mi düşünse? Yoksa herkese verin bir silah kim kimi vurursa vursun. Bazıları bana kızacaktır mutlaka. “İsrail her ülkeye benzemez” diyenler de çıkacaktır. Benzer söylemleri Türkiye için de duyduk, duyuyoruz. Ancak Türkiye’de “silah taşıyanlar silahlansın” diye resmi bir açıklama duymadık henüz. Terörle mücadele uzmanı değilim ama Maryland ve Leiden Üniversitelerinde terörle mücadele sertifika programlarına katıldım. Orada da böyle bir yöntemle hiç karşılaşmadım. Terörle pratik mücadelenin sivillere bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Hele ki bir şekilde Yahudi ve Arap toplumunu karşı karşıya getirme olasılığı söz konusuyken. Umalım ki Ramazan yeni bir terör dalgasının estiği bir ay olmaz. Bölgede işbirliğinin, barışın ve huzurun hâkim olduğu bir ay olur. Yine de her ne olursa olsun, mutlaka Ortadoğu’da barışın geldiği günleri göreceğimize inanıyorum.