Hamas’ın “el-Aksa Tufanı” adı altında İsrail’e saldırı düzenlemesi Filistin-İsrail sorununda yoğun bir şiddet sarmalının başlamasına neden olmuştur. İsrail’in orantısız şiddeti 40 günü aşkın bir süredir devam etmektedir. Bu süre zarfında ise bir ilk yaşanmaktadır: Mevcut dönemde saldırılara, şiddet sarmalına 4 günlük bir ara verilmiştir. Amaç, Hamas’ın İsrailli rehineleri ve İsrail’in ise Filistinli mahkumları serbest bırakmasıdır. Bu noktaya gelene kadar on binlerce Filistinli İsrail saldırıları sonucunda öldürülmüş, Gazze söz konusu saldırılar neticesinde neredeyse yerle bir edilmiş ve 21.yy’da dünya kamuoyunun gözü önünde tehcir yaşanmıştır.
Şiddet sarmalının başından itibaren Avrupa Birliği (AB) liderleri İsrail yanlısı söylemleri ile öne çıkarken son dönemde İspanya’dan farklı açıklamalar gelmektedir. Madrid, bu süreçte en farklı söylemde bulunarak diğer AB üyelerinden öne çıkmaktadır. İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, AB bu yönde bir adım atmasa dahi İspanya’nın Filistin’i devlet olarak tanıyabileceğini açıklamıştır. Filistin devletinin tanınması, Filistin-İsrail sorununa iki devletli çözüm getirmektedir. İsrail’in Gazze’ye olan saldırılarına yönelik siyasi çözümü dile getirenler İsrail devletinin yanında Filistin devletinin kurulması gerektiğini savunmaktadır.
Pedro Sanchez, İspanya’nın Filistin devletini tanıyabileceğini söylerken aynı zamanda İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu ifade etmektedir. Fakat bu noktada İsrail’in sınırlı bir tutum içinde diğer bir ifadeyle uluslararası hukukun çizdiği sınırlar içinde cevap vermesi gerektiğinin altını çizmektedir.
Sanchez, diğer Avrupa liderlerinden öne çıkan tutumunu Filistin-İsrail sorununun bir başka noktasına dikkat çekerek sürdürmektedir: Filistin-İsrail arasında barış görüşmelerinin başlaması çağrısında bulunmaktadır. 27-28 Kasım’da Barselona’da gerçekleşecek Akdeniz Zirvesi’nde Filistin-İsrail diyaloğunun yeniden başlayabileceğini ifade etmiştir. Zirve’ye her iki tarafın da eşit statüde katılacağını belirtmiştir. Filistin Otoritesi, İsrail söz konusu Akdeniz gruplaşmasının içinde yer almaktadır. Sanchez; Arap Ligi’nin, Avrupa Birliği’nin ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın da söz konusu girişimi desteklediğini ifade etmiştir.
Barışın İsrail’in lehine olduğunu kaydetmiştir. Barışın ne anlama geldiğini ise açıklamayı tercih etmiştir. Sanchez’e ve de uluslararası hukuk teamülüne göre barış; BM’nin ilgili kararları neticesinde Batı Şeria’da, Gazze’de ve Doğu Kudüs’te kurulacak olan Filistin devletidir.
Sanchez, bu söylemlerini ziyaret ettiği İsrail’de dile getirmiştir. Ziyareti kapsamında İsrail Başbakanı Netanyahu ve İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ile bir araya gelmiştir. Dolayısıyla İspanya Başbakanı siyasi çözümün önemini hatırlatmış aksi takdirde sonu gelmez şiddet sarmalının daha da yoğunlaşarak devam edeceği uyarısında bulunmuştur. Sanchez, dış politika önceliğinin Filistin devletinin tanınması için Avrupa’da ve İspanya’da çalışmalarda bulunmak olduğunu açıklamıştır.
Tarihsel olarak bakıldığında Avrupa ülkeleri arasında Filistin’e en yakın olan ülke İspanya olmuştur. Sanchez ise AB içinde Filistin lehine bir tablonun ortaya çıkması için Madrid’in eski hükümetlerine kıyasla daha fazla çaba sarf etmektedir. Sanchez, kalıcı bir ateşkes çağrısında da bulunmaktadır.
Sanchez’in dengeli bir tutum içinde olduğu söylenebilir. Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği saldırıları terör saldırıları olarak nitelendirmiş ve söz konusu saldırılar karşısında İsrail’in yanında olduğunu belirtmiştir. Fakat İsrail’in fark gözetmeksizin Filistinlileri öldürmesine de son vermesi gerektiğini kaydetmiştir. Çocuklar da dahil masum Filistinlilerin öldürülmesinin kabul edilemez olduğunu açıklamıştır.
Barcelona Şehir Konseyi, geçtiğimiz günlerde İsrail ile olan ilişkilerini askıya alma kararı almıştır. Gazze’de kalıcı ateşkesin sağlanmasına ve İsrail’in Filistinlilerin temel insan haklarına saygı göstermesine kadar ilişkilerin başlatılmayacağını açıklamıştır.
Mevcut dönemde AB’nin hiçbir üyesi Filistin’i devlet olarak tanımamaktadır. Filistin’in devlet olma sorunsalı uluslararası hukukun ve uluslararası siyasetin tartışmalı ve aynı zamanda simgesel sorunlarından birini oluşturmaktadır. 1988’de ilan edilmesinden bu yana 135’ten fazla devlet tarafından Filistin Devleti tanınmaktadır. 2019 rakamlarına göre Filistin’de 13 tane devletin temsilciliği mevcutken, Filistin’in yurtdışındaki temsilciliklerinin sayısının 90 olduğu belirtilmektedir.
Filistin ulusal hareketi, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ve el-Fetih gibi Filistin gerilla hareketlerinin kurulmasından itibaren silahlı mücadele, diplomatik müzakereler yoluyla İsrail ile barış yapma ve son olarak uluslararası kesimin çeşitli aktörlerinden destek alarak devletleşme çabası içine girerek İsrail işgalini bitirmeye ve Filistin Devleti’nin tanınmasına ve uluslararası hukuk temelinde dış egemenliğini düzenlemeye çalışmaktadır.
Devlet olarak kurumsallaşmasının yanında Filistin, uluslararası toplumun desteğinin öneminin farkındadır. Tarihsel süreç içinde Filistin ulusal hareketi, tutum ve siyaset değişikliğine giderek desteğini artırabilmiş ve ABD gibi kilit ülkeler tarafından Filistin Kurtuluş Örgütü’nün tanınmasını sağlayabilmiştir. En önemli politika değişiklikleri arasında silahlı mücadeleyi bırakması, şiddeti reddetmesi ve sonrasında diplomatik müzakereleri çözüm aracı olarak benimseyerek İsrail’i tanıması yer almaktadır
İlgili süreçte uluslararası siyasette görünür olmaya, uluslararası kesimden destek almaya fazlasıyla önem vermiştir. Bu kapsamda odaklandığı ilk aktörün BM olduğunu; örgüt nezdinde çeşitli kazanımları elde ettiğini ve bu kazanımlar üzerinden süreci devletleşme kapsamında ilerlettiğini söylemek mümkündür. 1974’de Filistin’e BM tarafından gözlemci statüsü verilmiştir. Dolayısıyla BM nezdindeki kazanımlar, Filistin’in devletleşmesi sürecinde önemli rol oynamaktadır. 1988’de BM Genel Kurulu, Filistin’in bağımsızlığını 2012’de ise Filistin’i üye olmayan devlet olarak tanımıştır.
Filistin, devletleşme çabalarını sürdürmektedir. Çeşitli başlıklar altında devletleşmeye dair çabalar sınıflandırılabilir: etkin egemenliğin sağlanması ya da pekiştirilmesi, bağımsızlığın sağlanması ya da retorikte ve fiiliyatta tanınması, uluslararası örgütlere üye/taraf olunması, uluslararası/çok taraflı andlaşmalara üye olunması. Sayılan unsurların aynı zamanda uluslararası ilişkilerin ve de dolayısıyla uluslararası hukukun başlıca ilkelerinden, konularından olan dış egemenlik ve tanınma başlıkları ile bağlantılı olduğu hatırlanmalıdır.
Sonuç olarak, Gazze saldırılarında görüldüğü üzere İsrail, uluslararası hukuka uymamaya devam etmektedir. İsrail’in en yakın müttefiği ABD dahi uluslararası hukuka uyma çağrısında bulunmakta fakat Netanyahu yönetimi tarafından dinlenilmemektedir. Netanyahu ve aşırı sağcı, fanatik dincilerden oluşan kabinesi Hamas’ın yok edilmesini nihai amacı olarak açıklarken 7 Ekim öncesi politikaları ve söylemleri bu amaçla yetinmeyeceklerini düşündürtmektedir. Bu bağlamda Sanchez örneğinde görüldüğü üzere İsrail’e karşı yapılacak her türlü diplomatik, siyasi ve hukuki baskı barışın sağlanmasında, zor da olsa Filistinlilerin meşru haklarını gözeten bir çözümün benimsenmesinde etkili olabilir. Kuvvet kullanımının, savaşın değil siyasi çözümün Filistin’e barışı getireceği Sanchez tarafından hatırlatılmıştır. Çözüm olarak da en kısa zamanda barış görüşmelerin başlaması gerektiği yönündeki çağrısını tarih vererek somutlaştırmıştır. “Barış”ın dile getirilmesi bile Avrupa nezdinde İsrail’in saldırılarının sorgulandığını göstermektedir. Bu süreçte uluslararası hukuka ve barışa yaklaşılmazsa İspanya, AB’den farklı tutum takınabileceğini ve Filistin’i devlet olarak tanıyabileceğini açıklamıştır. Siyasi çözüme ağırlık verilmesini gerektiğini ve bu yönde diplomatik dinamizmin yaratılması gerektiğini hatırlatmıştır.