Ne yazık ki İslamcı-Atatürkçü devletçilik sağ mahallenin ve laik mahallenin karşılıklı güvensizliğine ve kutuplaşmasına yapıcı bir çare olmayı hedeflemiyor gözükmekte. Söz konusu ittifak, sorunu sadece sürdürülebilir bir iktidar sorunu olarak görmekte. Bugünlerde AK Parti’den Atatürk devrimlerini eleştirdiği gerekçesiyle Sayın Mahir Ünal’ın görevinden alınması konuşulmakta. Bunda Sayın Bahçeli’nin tavrının etkili olduğu belirtilmekte.  Bu arada 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na haberini sunarken buna kendi Atatürkçü hassasiyetinin yorumunu da katan TRT spikeri Deniz Demir’in görevinden çektirilmesi de ayrı tepkilere neden olmakta. Tüm bunlara karşın İslamcı geçmişiyle bilinen Sayın Erdoğan’ın vizyon konuşmalarında sıkça M. Kemal Atatürk’e atıf yapması da ilaveten ilgi çekmekte. Ayrıca Sayın Feyzioğlu ve Çelebi’den sonra Sayın Aslı Baykal’ın da AKP ile yakınlaşması gündemde. Bu durum da insana, devleti aliyemizin son 200 yıldan bu yana bekası için başvurduğu devre mülk sistemini anımsatan sıralı ideolojileri hatırlatmakta. Bunları Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Kemalizm ve Türk-İslam sentezi ideolojileri olarak sıralayabilmekteyiz. Ancak genelde İslamcılık dahil tüm bu ideolojilerin birer devlet ideolojisi olduklarını hatırlamayı da bazen ihmal ederiz. Devletimizin dirliği ve bütünlüğü için aslında İslamcılık, Türkçülük ve Kemalizm dahil ihtiyaç olduğunda hiçbir ideoloji hiçbir zaman birbirinden ayrı tutulmadı. Sosyalist sistem bile bir zamanlar devlet karar vericileri tarafından değerlendirildi. Bu ülkeye bir gün komünizm gelecekse ona da devlet karar verir denildi. Bu açıdan devletten bağımsız iş yapmaya çalışan sivil İslamcı, Türkçü ve Sosyalist aydınlar çok çile çektiler. Bu durumu fark etmeyenler, asırlara göre devleti bazen İslamcı bazen de hep Kemalist farz ettiler. Hatta bugünkü İslamcı siyaset ulusalcı Kemalist iş birliğini garipsediler. Bugün ise sıra, oy alma yeteneği olan İslamcı siyaset ile yönetme kabiliyetini elinde bulunduran Kemalist bürokrasinin kararlı iş birliğinin devamı gibi gözükmekte. Bu yeni duruma da iletişimci Taha Ün’ün tabiri ile İslamcı-Atatürkçülük denmekte. Burada, gözüktüğü kadarıyla iktidar sorumluluğunun, oy alma ve ekonomide İslamcı siyasete, iç ve dış güvenlik konularında ulusalcı bürokratik elite devri yapılmış durumda. Çapraz politik garanti şeklinde yürüyen bu iktidar yapısı, ideolojilerin değil öncelikle siyasilerin kendilerine ve diğer ulusal tehditlere karşı bir mutabakatın eylem planı şeklinde yürütülmekte. Bir başka durum da mevcut İslamcı siyasi kanadın, devletin bekası için tarihsel geleneğimizdeki İslamcılığı değil de İslam’ın bekası için devleti hedefleyen gelenekten gelmiş olmaları. Diğer ulusalcı kanat ise şu konjonktürde devletin bekası için Kemalist ideolojiyi benimsemekte. Bu iki ayrı durum da söz konusu ittifakta asimetrik bir dengeye neden olmakta. Bu da İslamcı ve Kemalist aktörlerin ideolojik anlamda birbirlerine güvenmeyi mümkün kılmamakta. Bu asimetrik denge veya ittifakın varlığının en önemli koşulu tabii ki İslamcı popülist siyasetin oy alma kabiliyetini sürdürebilmesi. Bir diğer koşulu ise ulusalcı bürokrasinin uluslararası dengelerdeki gelişmelerin yarattığı boşlukları hep lehlerine değerlendirebilmeleri. Belki de üçüncü koşul ise sıcak para akışının ve yatırımların hep sürdürülebilirliğinin sağlanması. Ancak ittifak tarafından ihmal edilen temel bir unsur ise adaletsizlik ve yolsuzluğun yarattığı toplumsal acıların daha ne kadar güvenlik ve milliyetçi popülist söylemle ertelenebileceği hususu. İslamcı siyasetçilerimiz ve Kemalist bürokratlarımızın da yukarıda uzlaştıklarını göstermesi tabi ki güzel bir şey. Bu anlamda İslamcı Atatürkçülük tavrı ise şimdilik kendisini sadece iktidar bloğunda karşılığını bulmakta. Toplumsal gerçeklikte ise toplumdaki sert kutuplaşmanın iki ana unsuru dindar ve laik mahalle. Her iki mahallenin önceliği yaşam tarzı güvencesi. Dindar mahalle Erdoğan’ın karizmatik liderliğinde bu güvenceyi görmekte. Laik mahalle ise yaşam tarzı güvencesini ise Atatürk’ün devrimlerinde görmekte. Bu iki mahallenin geçmişiyle uzlaşarak bir gelecek birlikteliğinin sağlanması ortak aidiyet açısından elzem gözükmekte.  Bunu da ancak sivil alan veya sivil alanın siyaseti gerçekleştirebilecek. Ancak bir devlet-iktidar birlikteliği olan İslamcı-Kemalizm bundan uzak gözükmekte. Sivil alanda dindar ve laik mahallenin arasındaki uzaklık devlet erkindeki iş birliğine ters orantılı olarak açılmakta. Ne yazık ki İslamcı-Atatürkçü devletçilik sağ mahallenin ve laik mahallenin karşılıklı güvensizliğine ve kutuplaşmasına yapıcı bir çare olmayı hedeflemiyor gözükmekte. Söz konusu ittifak, sorunu sadece sürdürülebilir bir iktidar sorunu olarak görmekte.