Manşet

İnsanların barınmasını sağlamak için ev sahiplerinin mallarını kamulaştırın

Abone Ol
Raina Lipsitz https://conversationalist.org/2021/08/12/to-house-the-people-expropriate-the-landlords/

“Altın değil, fakat konut bir insan hakkıdır.”

2012 ile 2021 arasında Berlin’de kiralar ortalama yüzde 70’in üzerinde artış gösterdi. Konut maliyetinin fırlamasının sebebi şehrin yaşamak için birdenbire daha iyi bir yer haline gelmesi değil, paralarını yatırmak için güvenli bir yer arayan yatırımcıların Alman başkentini keşfetmesi. 30 yıldır şirketler dünyanın dört bir yanındaki büyük şehirlerden çok sayıda yerel mülk satın alarak kârlı yatırımlar yapıyor. Bunun neticesinde sıradan insanların yaşanabilir ve uygun fiyatlı konut bulması ve bunu muhafaza etmesi giderek zorlaşıyor. Şehirlerin neden ve nasıl aşırı pahalı hale geldiğini araştıran 2019 tarihli “Push” belgeselinde, BM yeterli barınma hakkı eski özel raportörü Leilani Farha, “dizginsiz kapitalizmin” şehirler zenginler dışında herkes için yaşanmaz hale getirdiğini ve uygun fiyatlı konutların artık zorunluluktan ziyade bir lüks olduğunu söylüyor. Farha, “Bir meta olarak konutu, bir meta olarak altından ayıran şey budur” diyor: “Altın değil, fakat konut bir insan hakkıdır.” Belgeselde Farha, kiraları bir gecede çok çarpıcı bir şekilde artan ve evlerinde kalmaya devam etme umutları ciddi ölçüde azalan bir dizi insanla tanışıyor. Yeni bir şirket Harlem’de bir bina satın aldı ve bazı bölge sakinlerinin aylık kirasını 900 dolar artırdı, bu da Afrikalı Amerikalı bir kişinin bir anda 100.000 dolarlık bir iş bulamadığı takdirde evinde kalmasını imkânsız hale getirdi (Harlem sakinlerinin yaklaşık yüzde 58’i yılda 60.000 dolar veya daha az kazanıyor). İsveç’in Uppsala kentindeki bir apartman kompleksinde benzer bir şey yaşandı ve yaşlı orta sınıf sakinlerinin gelirlerini önemli ölçüde artırmadan evlerinde kalmalarını -topluluklarını terk etmek istemeyenler için neredeyse imkânsız bir şey- son derece zorlaştırdı. Konut, genellikle bir hane gelirinin yüzde 30’undan fazlasına mal olmadığında uygun fiyatlı kabul edilir. 2018 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde yaklaşık 11 milyon kiracı gelirlerinin yarısından fazlasını konut kirasına harcadı. Aynı yıl Ulusal Düşük Gelirli Konut Koalisyonu asgari ücretle tam zamanlı çalışan bir kişinin standart iki yatak odalı bir dairenin kirasını karşılayabileceği hiçbir ABD eyaleti olmadığını açıkladı. Bazı insanlar gelirlerinin çoğunu barınmaya harcıyorlar ve yiyecek almak için çok az paraları kalıyor. Büyük şirketlerin ve yatırımcıların konutu sosyal altyapının temel bir unsuru olmaktan ziyade güvenilir bir yatırım aracı olarak görmeye başlamaları -“konutun finansallaştırılması” olarak bilinen olgu- dünya genelinde evleri insanların değil, paranın barınaklara dönüştürdü. Büyük metropollerde boş duran binlerce konut varlıklıların portföylerini zenginleştirirken on binlerce insan sokaklarda uyuyor. Berlin’de konut aktivistleri radikal bir çözüm için mücadele ediyorlar: Almanya’nın en zengin mülk sahiplerinin yerel mülklerine el koymak ve bunları sosyal konut olarak kullanmak istiyorlar. “Eğer konut bir kamu malı ise kontrolü kamuda olmalıdır”, diyorlar. Bu çaba yüzde 85’i kiracı olan Berlinliler arasında giderek daha popüler hale geldi ve bu insanların yüzde 56’sı büyük ev sahiplerinin mülklerine el konulmasına yönelik bir teklifi desteklediklerini (yüzde 47) ya da bu konuda kararsız olduklarını (yüzde 9) belirtti. Yaygın biçimde desteklenen kamulaştırma karşıtı argümanlardan biri şu: hükümetler sınırlı kaynaklarını daha uygun fiyatlı konutlar inşa etmek için kullanmalılar. Ancak bu çözüm on yıllardır teklif ediliyor ve geniş çaplı krizi durdurmaya yetmedi, hatta önemli ölçüde yavaşlatmadı bile. İşçilik ve yapı malzemesi maliyetleri birçok yerde söz konusu çözümü imkânsız kılan bir unsur. Bina ve arazi kullanım düzenlemeleri de özellikle başkentlerde önemli engeller oluşturmakta. Hem inşaat yapılacak uygun yerler hem de büyük ölçekli toplu konut projelerine açık topluluklar bulmak zor. Sadece daha fazla konut inşa etmek, özellikle büyük ölçekli ve istikrarlı bir finansmanın yokluğunda, kusurlu ve kısmi bir çözüm. Gelgelelim Berlin eylemleri Almanya’nın 3.000’den fazla daireye sahip halka açık dev şirketlerini hedefliyor: konut sahibi en büyük iki şirket olan Vonovia ile Deutsche Wohnen gibi. Toplamda yaklaşık 47 milyar Euro veya 56 milyar dolarlık piyasa değerine sahip bu iki şirket kısa süre önce Avrupa’nın en büyük gayrimenkul anlaşması için 18 milyar Euro’luk, rekor değerinde bir birleşme müzakeresi gerçekleştirdi. Bugün Almanya genelinde toplamda yaklaşık 550.000 daireye sahipler. Alman anayasasının 14. Maddesine göre kamulaştırmaya yalnızca kamu yararına olduğu durumda ve adil bir tazminat karşılığında izin verilir. Berlin’in konut aktivistleri başarılı olursa hükümet özel konutlara el koyacak; bunları kamuya aktaracak ve bazı hissedarların  yeterli görmeyeceği bir oranda da olsa (tazminatın yetersiz olduğunu düşünen şirketler dava açma hakkına sahiptir) sahiplerine tazminat ödeyecek. Rosa Luxemburg Vakfı tarafından hazırlanan 2020 raporuna göre Berlin, yaklaşık yüzde 15’i finansal yatırımcılara ve halka açık konut şirketlerine ait olan yaklaşık iki milyon daireye ev sahipliği yapıyor. Konut amaçlı gayrimenkul küresel olarak toplamda 163 trilyon dolarlık bir değere sahip ve bunların bir kısmı Almanya’daki yatırımcılara ve konut şirketlerine ait. Deutsche Wohnen 2020 mali yılında 1,54 milyar Euro (yaklaşık 1,83 milyar Dolar) kâr etti. Konut eylemlerinin Berlin’deki örgütleyicileri şirketin mülk satın alıp kiraları yükselterek, rutin bakımları ihmal ederek, büyük tadilatlar gerekene kadar temel onarımları yapmayarak, ardından büyük kira artışlarını haklı çıkarmak için daireleri yenileyerek büyük kazanç sağladığını söylüyorlar. Şehirlerini kurumsal vurgunculardan geri almaya çalışanlar sadece Berlinliler değil. 2020’de Barselona, 14 şirkete, toplu olarak sahip oldukları 194 boş daireyi bir ay içinde kiralayamadıkları durumda belediyenin bunların mülkiyetini alacağı ve toplu konutlara dönüştüreceği uyarısında bulundu. Barselona’nın da içinde bulunduğu Katalonya 2016’da belediyelerin iki yıldan uzun süre boş kalan dairelere el koymasını ve bunları sahiplerine iade etmeden önce düşük gelirli kiracılara 4 ila 10 yıl için kiralamasını yasal hale getirdi. Katalanlar ayrıca belediyelerin bu tür daireleri piyasa fiyatının yarısına satın almasına olanak tanıyan bir 2019 önlemini de onayladı (sahiplerin satmayı reddetme hakkı olmayacaktı). Yasa, Barselona belediyesinin bir konutu mülk edinmesine yalnızca mal sahibinin birden fazla konutu olduğu durumda, zorla satın almaya ise yalnızca konutlar en az iki yıl boyunca boş kaldığı durumda izin veriyor. Mülk sahiplerinin haklarının kutsal sayıldığı Amerika Birleşik Devletleri’nde kamulaştırmanın yakın zamanda gerçekleştirilmesi pek olası değil. Pandemi sırasında New York, Kansas City, Los Angeles ve diğer ABD şehirlerindeki konut eylemcileri hükümete koronavirüs süresince kira ve ipotek ödemelerini iptal etmesi için -insanları daha sonra geri ödemeye zorlamaksızın- baskı yaptı. California, New York ve diğer birkaç eyalet, kiracılara eylemcilerin taleplerinin çok gerisinde kalan mütevazı bir düzenleme teklif etti: geçici tahliye moratoryumları. Bu önlemler Berlin veya Barselona’da önerilen veya alınan önlemlerle hiçbir şekilde uyuşmuyordu. Bir finansal danışmanlık firması olan Interlink Capital Strategies’in genel müdürü Alan Beard The Hill için “Gelecekteki bir hükümet kamulaştırmasından nasıl korunulur” başlıklı bir köşe yazısı kaleme aldı. Makalede, güvenlik nedeniyle işletmeleri kapanmaya zorlayarak ve pandemi sırasında insanları tahliye etmeyi zorlaştırarak “Amerikan ekonomisinin çoğunu etkili bir şekilde kamulaştırdıkları” için eyalet yönetimlerini eleştirdi. Birçok ABD şehrinde eylemciler hâlihazırda kamu mülkiyetinde olan binalar üzerinde daha fazla kontrol sağlamak için mücadele ediyor. Geçtiğimiz yıl Philadelphia eylemcileri kamplar kurarak, Kuzey Philadelphia’daki ve Benjamin Franklin Parkway’deki boş mülkleri kamulaştırarak ve bunların, içinde yaşayan insanlara devredilmesini talep ederek belediyeden sınırlı tavizler elde etti. Belediye sonunda 50 boş evi bir topluluk ortak konutu haline getirmeyi ve evsiz ve çocuklu 50 annenin belediyeye ait 15 boş evde kalmasına izin vermeyi kabul etti; bu, binlerce Philadelphialının hâlâ kalıcı konutlara ihtiyacı olduğu göz önüne alındığında devede kulak kalıyor. New York merkezli bir konut savunucuları koalisyonu olan Herkes için Konut Adaleti eylem koordinatörü Cea Weaver, ideal bir dünyada “demokratik olarak yönetilen ve sakinleri tarafından kontrol edilen toplu konutların” her yerde norm olacağını belirtti. Ancak hükümete güvenin çok düşük düzeyde olduğu ve devletin kamu hizmetlerini finanse etme isteğinin pek bulunmadığı Amerika Birleşik Devletleri’nde bu uzak bir rüya gibi görünebilir. Weaver’a göre “Toplu konutların muhteşem olması için devlete olan inancımızı da yeniden inşa etmemiz gerekiyor: evlerimizi finanse etmeyerek bizi öldüren ve hasta eden şey olarak devlete değil, hepimizle şefkatle ilgilenebilecek bir kurum olarak devlete.” Kansas City’deki kiracı hakları örgütü KC Tenants’ı ve People’s Action’ın Konut Garantisi kampanyasını yöneten Tara Raghuveer’e göre “herkesin bir evinin olduğu ve konutun bir meta olarak görülmediği bir dünyanın” önündeki en büyük engellerden biri, “vurguncular tarafından başka bir yol olmadığına ikna edilmiş olmamız”. “Bizi gerçekten oldukça basit olan şeyleri yapmaktan alıkoyan durum bunun imkânsız olduğu algısı; ne var ki [ABD’de] bile bu konuda onlarca yıl öncesine uzanan tecrübelerimiz var”. Kamulaştırmanın cazip yanlarından biri insanların hâlihazırda yaşadıkları yerde kalmalarına olanak tanımasıdır. Berlin’de yaşayan Amerikalı gurbetçi ve Almanya’nın en zengin mülk sahiplerinin mülklerini kamulaştırma kampanyasının sözcüsü Thomas McGath Berlinlilerin şunları söylemeye başladıklarını ifade etti: “Biri herhangi bir yere bin daire dikiverirse ben bundan ne kazanabilirim? Kiraların hızla ve/veya fahiş bir şekilde arttığı mahallemde bunun benim için hiçbir anlamı yok.” McGath’a göre buradaki fikir, “şehirde yaşayan herkesin ihtiyaçlarını karşılayan ve bu insanlar tarafından tanımlanmış benzersiz bir karaktere sahip olan” bir şehir yaratmak. McGath kısmen ABD şehirlerinde yaşamın giderek pahalılaşmasından ötürü 2013’te Berlin’e taşındığını söyledi. “Kendi şehirlerimize ve bunlar üzerinde demokratik kontrole sahip olduğumuz durumda, … şehri daha sürdürülebilir, daha uygun fiyatlı, daha yaşanabilir hale getirmemiz gerçekten kolaylaşır. Bu, şehirlerimizi yatırımcıların sosyal bir amacı olmayan gösterişli projeler inşa ettikleri oyun alanları olmaktan çıkarır.” Barınma bir insan hakkıysa, kâr amacı güden şirketlerin bu hakka kimin, ne kadar süreyle ve hangi şartlarla sahip olacağını belirleme yetkisi olup olmadığını sorgulamalıyız. Bir ev barınaktan daha fazlasıdır; insanların rahatlık ve aidiyet duygusu hissettikleri yerdir. Kamulaştırma, savunucularının konutun asıl amacına, yani insan yaşamını sürdürme ve zenginleştirme amacına hizmet etmesini sağlamak için kullandıkları bir araçtır. (Çeviri: Pelin Tuştaş)