İskoçya’da Yusuf’un Birleşik Krallık’da Sunak’ın Başbakan olmaları göçmenlere karşı olumlu hava olduğu algısı verebilir. Peki gerçek öyle mi? İngiltere’de Avam kamarası’na sunulan “Yasa dışı Göçle Mücadele Yasa Tasarısı” tam tersine işaret ediyor. İngilter’den Selin Nasi yazdı
Geçtiğimiz hafta Humza Yousaf’ın İskoçya Ulusal Partisi’nin (SNP) yeni lideri seçilerek başbakanlığa yükselmesi dünyanın dört bir yanında azınlık hakları taraftarlarınca memnuniyetle karşılandı. Hamza bu pozisyona seçilen en genç, ilk Müslüman ve Pakistan asıllı lider oldu. Üstelik de milliyetçi damarı bir hayli güçlü olan İskoçya’da. Bu gelişmenin, Birleşik Krallık’ın tarihindeki ilk Hint kökenli başbakanı Rishi Sunak’ın iktidarında gerçekleşiyor olması, Hindistan ve Pakistan arasında kökü geçmişe dayanan husumet de hesaba katılınca, “bu kez İskoçya kesin Birleşik Krallık’tan ayrılır” şakalarını beraberinde getirdi.
Göçmen asıllı genç neslin siyaset basamaklarını hızla tırmanıyor oluşu, İngiltere’nin siyasi kültüründe liyakatin yeri ve aynı zamanda çok-kültürlü ve kapsayıcı toplum yapısını yansıtması bakımından pek çok ülkeye örnek teşkil ediyor. Ancak bu durumun hükümetin göçmen politikasına olumlu yansıdığı söylenemez. Savaş, kıtlık, işsizlik gibi çeşitli sebeplerden ötürü küresel göçün hızlandığı günümüzde, pek çok batılı ülke gibi İngiltere de özellikle yasa dışı/ düzensiz göçle mücadele etmekte zorlanıyor. Resmi
verilere göre, İngiltere’ye düzensiz göç edenlerin sayısı son iki yılda dört kat artış göstermiş. 2022 yılında yaklaşık 45bin göçmen Manş Denizi’ni geçerek İngiltere’ye ulaşmış. Bu durum, Brexit’le birlikte İngiltere’nin sınırlarının kontrolünü geri alacağı beklentisi içinde olanlar için oldukça can sıkıcı. Elbette bu kararı savunan siyasetçiler için de.
Yasa tasarısının uluslararası hukuka uygunluğu üzerinden bir tartışma başlamış durumda. Birleşmiş Milletler tasarının iltica hakkıyla çeliştiğini savunuyor. Mesela ülkeye yasa dışı giriş yapan göçmenlerin bundan böyle ülkeye bir daha girişi yasaklanıyor.
İşte bu sebeple, geçtiğimiz ay, Sunak hükümeti, yine göçmen asıllı olan İçişleri Bakanı Suella Braverman’ın üzerinde çalıştığı, bugüne kadarki en sert tedbirleri içeren, “Yasa dışı Göçle Mücadele Yasa Tasarısı”nı Avam Kamarasına sundu. Tasarı, ülkeye botlarla kaçak yollardan giren düzensiz göçmenlerin herhangi bir adli incelemeye tabi tutulmadan (kefaretsiz) göz altına alınıp, 28 gün içerisinde sınır dışı edilmesinin önünü açıyor. Yasal işlemlerin ise göçmenler sınır dışı edildikten sonra uzaktan yapılması öngörülüyor. Ülkeye yasa dışı giriş yapan göçmenlerin bundan böyle ülkeye bir daha girişi yasaklanıyor.
Yasa tasarısının uluslararası hukuka uygunluğu üzerinden bir tartışma başlamış durumda. Birleşmiş Milletler tasarının iltica hakkıyla çeliştiğini savunuyor. Hatırlanacak olursa, İngiltere’nin yasa dışı göçmenleri üçüncü bir ülkeye göndermek amacıyla Nisan 2022’de Ruanda ile yaptığı anlaşmayı yürürlüğe koyması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM ile gerginliğe sebep olmuştu. 14 Haziran’da sığınmacıların bulunduğu uçağın kalkmasına saatleri kala uçuş, AİHM’nin kararı ile durdurulmuştu. Daha önce, İngiltere Yüksek Mahkemesi’nin Ruanda Planı’nın yasal olduğuna ilişkin kararından hareketle, Sunak hükümeti gerekirse AİHM’den çıkabileceklerini duyurmuştu. Her ne kadar siyaseten maliyetli bir seçenek olsa, bu olasılık hala geçerliliğini koruyor.
Uluslararası hukuka uygunluğu bir tarafa, yasa tasarısı kapasite eksikliğinden ötürü uygulamada ciddi sıkıntılar doğuracak gibi görünüyor. En büyük sorun, ülkeye giriş yapan yasa dışı göçmenlerin 28 gün boyunca nerede barındırılacağı. Önümüzdeki sene yaklaşık 65bin düzensiz göçmenin İngiltere’ye giriş yapacağı tahmin ediliyor. Hükümet, yeni yasa uyarınca göçmenlerin geçici olarak barındırılması için Essex ve Lincolnshire’da bulunan iki askeri üssü tahsis edeceğini duyurdu. Bu üslerin mevcut kapasitesi ise 2286 kişilik. Yeterli kapasite olmadığı gibi, insanları göz altında tutmanın günlük maliyeti yaklaşık 120 sterlin. Basit bir hesapla 65bin kişinin 28 gün barınmasının devlete nasıl bir mali külfet yükleyeceği ortada. Dolayısıyla, göz altı süresi bittikten sonra devletin bir şekilde kurtulmak istediği bu insanların insan kaçakçılarının, köle simsarlarının eline düşmesinden endişe ediliyor. Eski yasa, sığınma talebinde bulunan göçmenler istismar edildiklerine dair beyanda bulundukları takdirde, inceleme sonuçlandırılıncaya dek başvurularının reddi veya sınır dışı edilme süreçlerini askıya alıyordu. Yeni yasa bu hakkı da ellerinden alıyor.
Tasarıya ilişkin bir diğer önemli sorun ise yasa dışı göçmenlerin gözaltı süresi bittikten sonra nereye gönderilecekleri. İngiltere’nin sığınmacıların gönderilmesine ilişkin bugüne kadar yalnızca 6 ülkeyle ikili anlaşması var. Bu ülkeler Nijerya, Pakistan, Hindistan, Sırbistan ve Arnavutluk. Ancak bu ülkelerin de kapasitesinin yetersiz oluşundan ötürü, İngiltere’nin beklentilerini karşılaması zor görünüyor. Örnek vermek gerekirse, Ruanda’nın yasal süreç tamamlandıktan sonra kabul edeceği sığınmacı sayısı yalnızca 200.
Bu şartlarda, tasarının İngiltere’nin yasa dışı göç sorununa tek başına çare olması mümkün görünmüyor. Yasa yapıcıların soruna yaklaşımı, sığınma hakkı başvurularının önünü kesme ve sınır dışı etme yoluyla yasa dışı göçü caydırma odaklı.
Geriye kalan seçenek ise yasal yollardan ülkeye girişin kolaylaştırılması. Bu noktada rakamlar, İngiltere’nin özellikle Hong Kong ve Ukrayna vatandaşlarına bariz bir ayrıcalık tanıdığı ortaya çıkıyor. 2022 yılında, 153 bin
Hong Kong vatandaşına British National Overseas (Denizötesi Britanya vatandaşı) vizesi verilmiş. Bu vize, İngiltere’de oturum, çalışma ve öğrenim hakkı sağlıyor. Vize başvurusu onaylananlar içinden yaklaşık 105bin kişi İngiltere’ye yerleşmiş. Yine, 2022 yıl sonu itibariyle, 233bin
Ukraynalı İngiltere’de oturum hakkı kazanmış. Bunlar içinden 22bin kişi aile birleşimi vizesinden yaralanarak, İngiltere’de ikamet eden akrabalarının yanına yerleşmiş. Karşılaştırma yapmak amacıyla, 2022 yılında Afganistan’dan vize başvurusu kabul edilenlerin toplam sayısı 22. Bu da ortada kimlik temelli bir ayrımcılık olduğunu ortaya koyuyor.
İngiltere’nin yasa dışı göçle mücadelede yol alabilmesi için yasal düzenlemelerini gözden geçirmesinin yanı sıra bölge ülkeleriyle iş birliği içinde geliş rotalarına odaklanması gerekiyor. Manş Denizi’nden botlarla geçişin engellenmesi bağlamında, Fransa’nın İngiltere’ye desteği oldukça önemli. Yakın zamanda Kuzey İrlanda Protokolü’nün revize edilmesiyle birlikte İngiltere-AB ilişkilerinde başlayan yumuşamanın etkisi İngiltere-Fransa arasındaki diyaloğa da olumlu yansımış durumda. Geçtiğimiz Mart ayında, iki ülke lideri beş yıl aradan sonra ilk kez Paris’te Elysée Sarayı’nda bir araya geldi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İngiltere’nin 500bin sterlin tutarındaki mali desteği karşılığında, Kuzey Fransa’da bir merkez kurulması, kıyıların güvenliği için insansız hava araçları ve teknolojik ekipmanla desteklenmiş 500 kişilik bir denetim gücü oluşturulması üzerine anlaştıklarını duyurdu. Ancak İngiltere’nin talep ettiği geri kabul anlaşması konusunda bir gelişme kaydedilemedi.
Bu şartlarda, tasarının İngiltere’nin yasa dışı göç sorununa tek başına çare olması mümkün görünmüyor. Yasa yapıcıların soruna yaklaşımı, sığınma hakkı başvurularının önünü kesme ve sınır dışı etme yoluyla yasa dışı göçü caydırma odaklı. Yasayı düzenleyenler, böylesi tehlikeli koşullarda seyahat etmeyi göze alan insanların hangi gerekçelerle yola çıktıkları, geldikleri yerde can güvenliği olup olmadığı veya ülkede gözaltında tutuldukları süre içinde insani koşullara sahip olup olmamalarıyla ilgilenmiyor. Oysa, göçe sebep olan yapısal sorunlar devam ederken, göç yollarının daraltılması çaresiz insanları daha riskli rotalar izlemeye mecbur bırakıyor, aynı zamanda insan kaçakçılığının da önünü açıyor.
Son tahlilde, Sunak, Yousaf veya Braverman olsun, göçmen asıllı siyasetçilerin yükselişiyle tezat, İngiltere’de göçmenlere yönelik daha ılımlı bir politika geliştirilmiyor oluşunun nedenleri üzerine düşünmek gerek.