Post-keynesyenler, vergiye dayalı para veya Chartalist para yaklaşımı desteklemektedirler. Benzer biçimde Sraffacı ve Marxist okullarda bu teoriyi desteklemektedirler. Para arzı içseldir; Onu talep eden iktisadi çıkar grupları tarafından belirlenmektedir.
Paranın nasıl yaratıldığı ve bankaların bu süreçteki rollerinin ne olduğu konusu temel ekonomik tartışmaların başında gelmektedir. Bu tartışma, para arzının içsel mi dışsal mı olduğu yönündeki tek bir soruyla sınırlı olmayıp ekonomi politika önerilerinin öz çekirdeğini oluşturmaktadır.
Zira bankaların para yaratan kurumlar olduklarını, para arzının da içsel olduğunu savunan post Keynesyen iktisat bunu savunarak aynı zamanda miktar kuramını, tasarruflarının yatırımlara neden olmadığı ve dışlama etkisinin geçersiz olduğunu da savunmaktadır. Bu açıkça Monetarist/neo-Keynesyen standart politika önerilerinin reddi anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla para arzının içsel ve bankaların aracı kurum olmadıklarını savunan post Keynesyen iktisat ve diğer Heterodoks okullar, para politikasını merkez alan ve Washington Konsensüs dayatması iktisadi varsayımları ve politika önerilerini de reddetmektedir.
Daha açık olarak para arzının içselliği tartışmasında bulunduğunuz taraf aynı zamanda politika önerilerinizin sermayeden ya da emekten yana olup olmadığını gösteren bir durumdur.
Bu yazıyı iki bölüm olarak planladım. Para arzının içselliği ve bankaların rollerini bu hafta tartışacağım. Haftaya salı günü ise faiz kuralı tartışmaları üzerinden para politikası önerilerini ele alacağım.
Geleneksel iktisat (Monetarist/neo-Keynesyen), bankaların ekonomideki işlevlerini kısmi rezerv yaklaşımı ile açıklamaktadırlar. Gurley ve Shaw (1960) makalesi bu görüşün dayandığı temel çalışmalardan biridir. Bankaların para yaratımı çarpan sistemine dayanmaktadır. Bu çerçevede bankalar mevduat toplayan, topladıkları mevduatın bir kısmı karşılık olarak ayıran ve kalanını kredi veren finansal aracılardır. Merkez bankası zorunlu karşılıkları belirleyerek para arzı üzerinde kontrol gücüne sahiptir. Dolayısıyla bu yaklaşıma göre para arzındaki artış merkez bankasının davranışlarına bağlı olarak yani parasal tabandaki değişimden etkilenmektedir.
Öncelikle Monetaristlerden başlayalım, Monetaristler geniş para ve parasal taban arasında sabit bir oranı olduğu varsaymaktadırlar. Dolayısıyla rezervler (zorunlu karşılıklar) daha sonra banka kredilerinde ve mevduatlarda çok daha büyük bir değişime "çarpılır". Teorinin geçerli olması için, rezerv miktarının borç vermede bağlayıcı bir kısıtlama olması ve merkez bankasının rezerv miktarını doğrudan belirlemesi gerekmektedir. Bu gereklilik para çarpanı teorisinin özünü oluşturmaktadır. Dolayısıyla merkez bankası para yaratma sürecinde kilit bir role sahiptir. Para arzı dışsaldır ve merkez bankası para arzı üzerinde tam kontrole sahiptir. Yani ders kitaplarında yer alan LM eğrisi dikey konumdadır.
Bununla birlikte Monetaristler, maliye politikasının etkinsiz olduğunu, makroekonomik istikrarı sağlamak için Merkez Bankasının para arzındaki artışı ekonomik büyümeye eşitleyen bir parasal kural (Friedman Kuralı; Friedman, 1969) uygulaması gerektiğini söylemektedirler.
Buna karşılık, neo-Keynesyenler Monetarist dikey LM eğrisi görüşüne karşı çıkmışlardır. Tobin (1974) çalışması bu konudaki neo-Keynesyen eleştirileri ortaya koymaktadır. Benzer biçimde Pool (1970) çalışmasında finansal sektörde bir istikrarsızlık varsa parasal kuralın çalışmayacağını ve faiz kuralının gerekli olduğunu öne sürerek Monetarist görüşe itiraz etmiştir.
Öte yandan neo-Keynesyenlerin para arzına ilişkin görüşleri adeta Monetaristlerin başka bir şubesi izlenimini yaratmaktadır. Zira neo-Keynesyenlerin Monetaristlere itirazları da para çarpanı yaklaşımı üzerinden yapılmıştır ve bu yaklaşım para arzının dışsallığına dayanmaktadır. Dolayısıyla neo-Keynesyenlerin bankacılık sistemine biçtiği rol de finansal aracılıktan öteye gitmemektedir.
Neo-Keynesyenlerin para arzına ilişkin görüşleri Monetaristlere benzer. Zira neo-Keynesyenlerin Monetaristlere itirazları da para çarpanı üzerindendir ve bu yaklaşım para arzının dışsallığına dayanmaktadır.
Ancak neo Keynesyenleri Monetaristlerden ayıran ve Yeni Parasal Uzlaşının zeminini oluşturan birkaç önemli farklı yaklaşımları vardır. Bu farklılıkları Keynes etkisi olarak ifade edebiliriz. Onlara göre tahvil faiz oranı, reel para bakiyeleri için arz ve talebi eşitleyecek şekilde ayarlanır. Dikkat edilmesi gereken birkaç özellik vardır. Birincisi, tahvil faiz oranı içseldir ve anlık para piyasası dengesini sağlayan mekanizmadır. İkincisi, para çarpanı içsel olduğu için para arzı içseldir. Bunun nedeni, faiz oranı yüksek güçlü para bakiyeleri tutmanın fırsat maliyeti olduğundan, para çarpanının yüksek faiz oranlarına karşılık olarak artmasıdır.
Daha yüksek bir fırsat maliyeti, çıkar guruplarının (hane halkı, firmalar ve finans kurumları) yüksek güçlü para bakiyelerinde tasarruf etmelerini sağlayarak mevcut stokun daha büyük bir para arzını desteklemesini sağlar. Para talebinin ve yüksek faiz oranlarına yanıt olarak portföy ayarlamasının bu rolü çok önemlidir ve Tobin'in, Yale Okulu'nun para teorisi yaklaşımının özünü oluşturur.
Ancak burada ana akım neo-Keynesyen okul ile post Keynesyen okul arasında çok önemli bir farklılık vardır. Neo-Keynesyenler, Monetaristlerde olduğu gibi bankaları para yaratma sürecinde bankaları pasif tarafta tutmaktadırlar. Onlara göre banka kredileri para yaratma sürecinde tamamen görünmez kalmakta ve bankalara hiçbir rol verilmemektedir. Yani para arzı model içinde içsel olsa da parasal taban dikey karakterini koruyarak dışsal kalmaya devam etmektedir. Öte yandan para otoritesinin faiz oranını hedeflemesi durumunda bu özellik tersine çevrilir. Bu durumda, para arzı yataydır ve para otoritesi, para talebini hedeflenen oranda karşılamak için gerektiği kadar parasal taban sağlar.
Neo-Keynesyenlerin para arzına ilişkin görüşleri adeta Monetaristlerin başka bir şubesi izlenimini yaratmaktadır. Zira neo-Keynesyenlerin Monetaristlere itirazları da para çarpanı yaklaşımı üzerinden yapılmıştır ve bu yaklaşım para arzının dışsallığına dayanmaktadır.
Tabi bu yaklaşım her ne kadar Ortodoksların içsel parayı kabul etmeleri bakımından önemli olsa da neo-Keynesyen modelin bu yatay yönü, post Keynesyen ve neo-Keynesyen yaklaşımlar arasındaki farkları gizleyerek para arzı sürecinin anlaşılmasını bulanıklaştırdı. Çünkü bu yaklaşım farklılıkları gizleyerek para arzı sürecinin doğru bir şekilde anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. İki temel ayrıma dikkat etmek gerekmektedir.
Birincisi, ana akım para arzını, sürecin temel doğasından ziyade faiz oranı hedeflemesi nedeniyle içsel olarak görmektedir. İkincisi, faiz oranı hedefleme rejimlerinin neo-Keynesyen temsilinde kredi görünmez ve para arzı süreci için görünüşte alakasız kalır ki bu para yaratım sürecindeki gerçek mekanizmayı göz ardı etmek demektir.
Oysa “İçsel Para Teorisi” post Keynesyen iktisadın temel argümanlarının başında gelmektedir. Bankaların herhangi bir rezerve ihtiyaçları olmadan verdikleri kredilerle para/mevduat yarattıklarını savunurlar. Merkez bankasının buradaki rolü bankaların para yaratım sürecine eşlik etmektir. Yani son kredi veren görevidir. Dolayısıyla merkez bankalarının en önemli işlevi son ödünç veren görevini yerine getirerek finansal istikrarı desteklemektir.
Sayım Işık hoca aşağıda linkini paylaştığım makalesinde post Keynesyen para yaratma sürecini çok açık biçimde anlatmaktadır:
“Post-keynesyen para teorisi iki temel prensibe dayanmaktadır (Lavoie 1985:67-68). İlki, kredi verildiğinde mevduatın yaratılmasıdır. İkincisi ise mevduatların yaratılmasıyla rezervlerin temin edilmesidir. Para arzı önceden belirlenmiş kredi limitleri içinde, banka kredi talebi tarafından belirlenirken, banka kredi talebi de firmaların döner sermaye finansman ihtiyacı tarafından belirlenmektedir. Böylece modern finansal sistemde bankalar, müşterilerine kredi verdiklerinde otomatik olarak kredi para (mevduat) yaratırlar. Yani bankalar önce kredi verir ve mevduat yaratırlar, sonra da gerekli rezervleri araştırırlar.”
Post-keynesyenler, vergiye dayalı para veya Chartalist para yaklaşımı desteklemektedirler. Benzer biçimde Sraffacı ve Marxist okullarda bu teoriyi desteklemektedirler. Para arzı içseldir; Onu talep eden iktisadi çıkar grupları tarafından belirlenmektedir. Çünkü üretimin başlangıç sermaye bu krediye dayanır. Ayrıca hane halkı, harcamaları içinde para talebini dolayısıyla para arzını artırabilir. Yine şirketlerin nakit açıklarını karşılamak için gerçekleştirdikleri para talebi para arzını artırmaktadır.
Post Keynesyen yaklaşımın bu düşünceleri aynı zamanda para çarpanı kavramına da karşı oluşu beraberinde getirmektedir. Para çarpanın karşısındaki kavram ise para bölenidir. Şöyle açıklayalım;
Monetarist para çarpanı yaklaşımında:
M = m.B, ilişkisi vardır. Burada M para arzını, B parasal tabanı m ise para çarpanını vermektedir. B bağımsız M bağımlı değişkendir. İlişkinin yönü parasal tabandan para arzına doğrudur. Bu durumda para arzı dışsaldır yani merkez bankası politikaları tarafından belirlenmektedir.
Oysa post Keynesyen iktisatta yukarıda özetlemeye çalıştığım gibi para arzı para talebi tarafından belirlenmektedir. Para arzı yaratım sürecinin merkezinde bankalar vardır ve merkez bankası sürece eşlik etmektedir. Dolayısıyla ilişkinin yönün para arzından parasal tabana doğrudur. Bu durumda denklem şu biçimde oluşmaktadır:
B = 1/m.M, burada 1/m para böleni kavramını temsil etmektedir. M bağımsız, B ise bağımlı değişken haline gelmiştir.
Para arzının bu biçimde içsel olduğunu savunan post Keynesyen görüş faiz oranlarının ise dışsal olduğunu yani Merkez Bankası tarafından belirlendiğini iddia etmektedir. Ancak burada hem neo Keynesyenlerin yukarıda ifade ettiğim kuralımsı (Taylor Kuralı) bağlamında faizi dışsal almalarına karşı hem de kendi içlerinde aktarım mekanizmalarının nasıl çalıştığına yönelik tartışmalar sürmektedir.
Post Keynesyen iktisadın faizi dışsal olarak kabul etmesi ile son yıllarda özellikle enflasyon hedeflemesi çerçevesinde merkez bankalarının tepki fonksiyonlarında faizi dışsal olarak almaları arasında önemli farklılıklar vardır. Bu farklılıkların temeli yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi bankaların ekonomi içindeki rolleri ve merkez bankasının temel görevleriyle ilgilidir. En temel fark Monetarist/neo Keynesyen fiyat istikrarına odaklı merkez bankası karşısında post Keynesyen finansal istikrara odaklı merkez bankası yaklaşımında ortaya çıkmaktadır.
Post Keynesyen iktisadın faizi dışsal olarak kabul etmesi ile son yıllarda özellikle enflasyon hedeflemesi çerçevesinde merkez bankalarının tepki fonksiyonlarında faizi dışsal olarak almaları arasında önemli farklılıklar vardır.
Dolayısıyla faiz oranının dışsallığı ile ilgili gerçek tartışma post Keynesyenlerin kendi aralarında ortaya çıkmıştır. Bu tartışmanın bir tarafından tam içsellik olduğunu iddia eden ve merkez bankasının para yaratım sürecinde sadece eşlik edici konumda olduğunu savunan, Kaldor, Moore gibi “Uyumcular” vardır. Diğer tarafta ise yapısal içsellik olduğunu savunan ve dolayısıyla piyasa faiz oranı ile merkez bankası faiz oranı arasında karşılıklı etkileşim olduğunu iddia eden, Pollin, Palley, Dow, Wray gibi “Yapısalcılar” yer almaktadır.
Önümüzdeki salı günü hem bu tartışmaları hem de post Keynesyen faiz kuralı görüşlerini özetlemeye çalışacağım. Türkiye Ekonomi Kurumunun Eylül ayında gerçekleştireceği uluslararası kongrede Oktay Özden ve Kutay Bolkol hocalarla birlikte hazırladığımız “Understanding the causality among monetary aggregates: An Empirical Evidence from Turkey (2008-2020)” başlıklı çalışma ile bizde bu tartışmalara katılmaktayız.
Bununla birlikte Oktay Özden tarafından hazırlanan aşağıda linkini verdiğim videolara da göz atmanızı tavsiye ederim.
Linkler: ,
https://www.youtube.com/watch?v=QHSgOwHOxQw&list=PLgHDox1lckIR7SlcpQT62cxRbxu1BFJbc
https://www.youtube.com/watch?v=MS8G81Uygeo
https://www.youtube.com/watch?v=kdAaP211FN0
https://www.youtube.com/watch?v=Ts-5eK_rJnw
Sayım Işık hocanın makalesi:
https://ideas.repec.org/a/eyd/eyjrnl/v20y2009i70p61-88.html