Küresel neoliberalizm karmaşa içinde. Denenmiş politikalar gücünü kaybetti, kurulu siyasal sistemler meşruiyet kaybından mustarip ve bir zamanlar çağın sağduyusunu barındıran ideoloji bir klişeler manzumesine dönüştü. En istikrarlı siyasal eller dahi, kendileri etkisiz olan iktidarın iplerindeki kontrollerini yitirdiler. Neoliberalizmi bir arada tutan kesinlikler berhava oluyor. Bu varoluşsal bir çıkmaz mı yoksa geçici bir dikkat kaybı mı? Elbette on yıllık ekonomik kriz, dünya çapında düşen büyüme oranları ve Donald Trump, Viktor Orban, Recep Tayyip Erdoğan, Sebastian Kurz, Michel Temer, Abdülfettah es-Sisi ile Tayland’da NCPO’nun yükselişleri, bu son demlerin küresel siyasal iktisadi denkliğinden ibaret olabilir. Ancak bu derece kaygı verici bir tekrar yine de tıbbi bir kontrol gereksinecektir. Burada küresel neoliberalizmin ekonomik karmaşasının artık bütün birikim sistemini kapsayabilecek bir siyasal krize dönüşmekte olduğunu ileri sürmek istiyorum: canavar takatten düşmüş ve durumu ölümcül olabilir. İşlevsel olmayan bir ekonomik sistem Neoliberalizm sermaye birikimi için dünya çapında daha önce eşi görülmedik derecede olumlu koşullar yarattı. Bunlar arasında Soğuk Savaş’ta Batı’nın zaferi ve Birleşik Devletler emperyalizminin yeniden inşası; küresel Güney’de milliyetçi hareketlerin ve yönetimlerin çöküşü; sendikaların, köylü hareketlerinin, sol partilerin ve toplumsal hareketlerin gücünün azalması; ticaretin, finansın ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve de birbirleriyle rekabet eden devletler, zenginlerin vergilerinde azalma ve transferler ve refah temininde gerilemeler ve yapmacık ama tantanacı serbest “piyasa kapitalizminin” ideolojik hegemonyası bulunuyor. Aynı zamanda yeni teknolojilerin erişilebilirliği üretkenlik artışını destekledi ve bilhassa Çin ve eski Sovyet blokunun küresel kapitalizme entegrasyonuyla küresel emek gücünde kayda değer artışlar yanı sıra birikimin yeniden yapılanmasını yönlendirdi. Bunlar gücün, gelirin ve servetin hızla yoğunlaşmasını teşvik etti: neoliberalizm, (finansal ya da başka sıfatlarla seçkinler ya da oligarklar, tepedeki yüzde 1 ya da tepedeki yüzde 0,01 olarak tanımlanan) bazı gruplar için, benzeri bulunmayan zenginlik ve şiddetli yoksullukla yeni dışlanma kalıplarının bir arada var olduğu yeni eşitsizlik ve eşitsiz ve bileşik gelişme örüntüleri yarattı. Merkez ülkelerde birikim bu koşullar altında serpilmekten ziyade düşen yatırım oranları ve GSYH artış oranlarıyla, artan istikrarsızlık ve finans öncülüğündeki krizlerle Büyük Buhrandan bu yana en derin ve en uzun ekonomik felakete yol açarak sendeledi. Toparlanmalar da giderek dayanaksız olmaya başladı. Mevcut kriz şimdiden on yıl sürdü ve geride kalacakmış gibi bir işaret vermiyor. Nedenlerinin üzerine halen gidilmiş değil ve felaketi kontrol altına almak için uygulanan politikalar başka dengesizlikler yarattı. Bu sırada kontrol edilemeyen küresel ısınma etkilerini gösteriyor. Bütün olumsuz sonuçlar doğrudan neoliberalizmin ekonomik çelişkilerinden kaynaklanıyor. “Reformlar” önceden var olan tedarik sistemlerini parçaladı, ekonomik faaliyetin eşgüdümünü engelledi, toplumsal olarak arzu edilmeyen ücret ve istihdam kalıpları yarattı, toplumsal olarak belirlenmiş öncelikleri gerçekleştirmek için sanayi politikalarının kullanımını önledi, ödemeler dengesini değişken sermaye akımlarına bağımlı kıldı ve finansal kurumların, çoğunlukla “hissedar değeri” örtüsü altında neredeyse canları istediklerinde kaynakları üretimden spekülasyona kaydırmalarına olanak tanıdı.   Şaşırtıcı olmayan biçimde neoliberalizmde birikim, pahalı devlet destekli kurtarmalara gereksinim duyan yıkıcı sonuçlarla birlikte nihayetinde patlayan balonlar biçimini almaya meylediyor. Sıkışmış bir siyasal sistem Neoliberalizmin siyasal projesi ekonomik yeniden üretimi siyasal “müdahaleden” yalıtmak için tasarlanmış ve halk katılımının, sert bir sağcı medya tarafından gözetilen, sıkı düzenlenmiş bir siyasal piyasada neoliberalizmin gölgeleri arasında seçimle sınırlandığı körelmiş bir demokrasi biçimi barındırıyor. Bu sırada toplumsal tedarike, istihdamın yapısı ve gelir dağılımına dair temel kararlar başka yerde alınıyor. Neoliberalizm çoğu ülkede toplumsal ve ekonomik yapıları aşındırdı; ayrıca siyasal güç ve ekonomik alan arasında neredeyse geçilmez bir zar dayattı. Söz konusu dayatma halkların ve kurumların direnme ve hatta alternatifleri kavramsallaştırma kapasitelerini sert bir şekilde azalttı. Neoliberalizm altında, neoliberalizm açıkça yıkıcı, bocalamakta ve başarısız olduğunda dahi, “alternatif yok” kendi kendini doğrulayan bir gerçeklik haline geliyor. Etkisizleştirilmiş siyaset ve işlevsiz ekonomi arasındaki yalıtım kısmen neoliberalizmin maddi yapılarından türüyor. Örneğin üretim ve finansın ulus aşan bütünleşmesi ülkeler arasında müzakere, düzenleme, koşulluluklar ve rekabet aracılığıyla bir uluslararası siyaset uyumu için ihtiyaç yaratıyor. Kaçınılmaz olarak ulusal farklılaşmalara olanak tanıyacak alanı daraltıyor ve toplumsal yeniden üretimin kurulu kiplerini aşındırıyorlar. Daha da ötede neoliberalizm, önemli toplumsal faillere, en başta işçilere olmak üzere, ama ayrıca sermaye, devlet ve finansın kendisine özgül disiplin kipleri dayatırken, finans mantığını ülkenin kurumsal yapısının içine yerleştiriyor. Bunlara kolektif eylemden bireysek korsanlığa her türden hoşnutsuzluğa karşı artan bir hoşgörüsüzlük eşlik ediyor. Son olarak neoliberal demokrasi, değişmez dar ufukları ve toplumu dönüştürme vizyonu, araçları ve hırsından yoksunluklarıyla birbirleriyle rekabet eden sayısız parti, hareket ve STK arasında siyasal alanı paramparça ediyor. Bunların birbirleriyle çatışan gündemleri, sadece nihayetinde muhafazakar çıkarların hegemonyasını güvence altına alan ıstırap verici müzakerelerle başa çıkılmaya çalışılan sürekli bir siyasal felci garantiye alıyor. Neoliberal demokrasi siyasal çıkmaz, kurulu temsil biçimlerinin parçalanması ve genelleşmiş bir yabancılaşma hissiyatı ortaya koyuyor. Çok sayıda neoliberal demokrasi bugün karmaşa içinde. Avro Bölgesinin içindeki çevre ülkelerde seçilmiş hükümetler, ekonomik krizle baş etmek için daha yoğun bir enerjiyle sapkın stratejileri uygulamaları emredilmiş, parti aidiyeti olmayan teknokrat denilen kişilerle ikame edildi (Yunanistan, İtalya). Daha sonra alışıldık olmayan stratejileri savunan seçilmiş yönetimler ezildi (Yunanistan). Neredeyse durağan ekonomilerde, soğuk bir uyumluluk bugün hüküm sürüyor. Neoliberal siyasetin krizi daha sonra küresel çevreye ulaştı. Burada, az çok uygun seçimleri (Arjantin, Macaristan, Hindistan, Polonya), yargısal-parlamenter darbeleri (Brezilya, Honduras, Paraguay), anayasal imtiyazların kötüye kullanımını (Türkiye) ve askeri darbeleri (Mısır, Tayland) barındıran farklı yollarla otoriter yönetimler ihdas edildi. Bu rahatsızlık, sonunda “merkez” ülkelere vardı. Birleşik Devletler’de aşırı sağ Trump yönetimi, Wall Street vasalı Hillary Clinton’ın “üstün deneyimleri”ne karşın seçildi. Japonya neredeyse acımasız bir şekilde ultra-milliyetçiliğe doğru savruluyor; oylamanın ne için olduğuna yönelik bolca uzlaşmazlığa karşın Brexit kararı Birleşik Krallık’ta onaylandı. Yerlici popülizm Avusturya’da, İsviçre’de ve İskandinavya’da güçleniyor ve AB’nin doğu çeperinde beş para etmez aşırı sağ politikacılar dümensiz toplumlara, kendilerinden daha zayıf düşmanlar karşısında – daha güneydeki daha kötü gerçeklikten kaçan koyu tenli mülteci dalgalarına karşı – liderlik ediyor. Neoliberal siyasetin lümpenleşmesi Milliyetçi otoriterliğin yükselişi, neoliberal demokrasinin “tarihin sonuna” doğru yürüyüşünde geçici bir sendeleme değil. Tam tersine: söz konusu olan – krizlerin böldüğü uzun vadeli ekonomik durgunluk şeklindeki “yeni normal”inde zirve yapan – “uyum”, enflasyon denetimi ve “rekabetçilik” arayışı altında birçok yeniden yapılanma seferi, neoliberal ekonomilerin ve toplumların lümpenleşmesinden kaynaklanan kabus. Bu yolda ilerlerken neoliberal yeniden yapılanma ayrıca siyasetin lümpenleşmesini de peydahladı. Neoliberalizm ekonomilerin içini boşaltırken çoğu ülkede, emeğin merkezinde olduğu toplumsal yapıları, geniş ve heterojen bir “kaybedenler” grubu yaratarak aşındırdı. Çalışma koşulları enformel işçiler, geleneksel orta sınıflar ve neredeyse herkes için kötüleşti. Milyonlarca vasıflı iş ortadan kayboldu ve bir bütün olarak [bazı, ç.n.] meslek grupları ya silindi ya da daha ucuz bölgelere ihraç edildi. Kamuda istihdam olanakları azaldı, işte istikrar zayıfladı ve ücretler ve koşullar her yerde kötüleşti. Dünya çapında yüz milyonlarca insan vasıf yitirdi ve aslında Karl Marx’ın lümpen proletarya ve yedek emek ordusu olarak tasvir ettiklerine dönüştü. “Kaybedenler” arasında istikrarlı bir şekilde istihdam edilmelerine dair gerçekçi bir umut sahibi olmayan enformel işçiler, eksik istihdam edilen vasıflı işçiler, işlerinin ortadan kaybolmasından korkan çalışanlar, borçlu küçük işletme sahipleri, müflis küçük çiftçiler, tehlike altında orta düzey yöneticiler, tehdit altındaki küçük işletme sahipleri, kaygılı memurlar, paniklemiş emekliler ve artan borçlarına, çocuklarına daha iyi koşullar miras bırakamamalarına hayıflanan bir zamanların imtiyazlı toplumsal katmanlarından geride kalanlar bulunuyor. Bu “kaybedenler” ortak bir kültüre ya da paylaşılan maddi koşullara dayanan kolektiflik hissiyatına dahip değiller; ayrıca kendilerini görmezden gelen toplumsal sistemlere karşı güvensizlik içindeler. Heterojen, bölünmüş ve örgütsüz bu insanlar süreğen “reform” uygulamalarına direnebilecek durumda değiller. Daha kötüsü lümpen proletarya seçkinlerin kendisini siyasal esir haline getirmesi karşısında kırılgan olduğu kadar, kaybedenler lümpenleştirilmiş neoliberal toplumlarda siyasal sağın esiri olmaya da eğilimli. Neoliberalizm altında sol partiler, sendikalar ve kitle örgütleri, baskı kadar toplumsal ve ekonomik değişim nedeniyle de çöktüler. Bütün siyasal yelpaze sağa kaydı ve kolektif hoşnutsuzluk biçimlerinin engellenmesi siyasal apati, anomie ve siyasetçilerin sadece kendilerinden faydalanmak için orada bulunduğu duygusunu besledi. “Kaybedenler” demokrasinin içinin boşalmasını ekonomik belirlilikler ve (sınırlı) ayrıcalıklar üzerinden nostaljik “eski güzel günler” (hayat boyu istihdam, kanun ve düzen, tekdüze komşular, uysal görüşler dahil) düşüncesiyle değil, yolsuzluk ve esir alınma gözlüğüyle algılıyorlar. Bugünün siyasal sistemlerini öncelikle zenginlere (bankacılara, vergi kaçıranlara, kendini yeniden üreten siyasal seçkinlere, yabancı kodamanlara), “imtiyazlı azınlıklar” denenlere (kadınları, seçilmiş etnik ve ulusal grupları veya cinsel olarak “yoldan çıkmış”ları işaret eden bir terim) ve yabancı kalabalıklara hizmet ediyormuş gibi görmeye meyilliler. Sinirlerini bozacak şekilde, ahlaken üstün “kaybedenler” ayın sonunu getirmekte zorlanırken bütün bu gruplar devlet desteğinden faydalanıyor gibi görünüyor. Belki de ekonomik zorluklardan daha kötüsü daha üstte olmasa da gururlu olduklar toplumsal konumlarının aşınması: onlara neyin vurduğunu ve neden böyle olduğunu anlamak zor. Bu keder lümpenleştirilmiş “kaybedenler” grubunu, kendi umutlarını ve korkularını evrenselci (sınıfsız) etiğe ve “sağ duyuya” dayanan reaksiyoner siyasal programlara yansıtmaya götürüyor. Bu programlar haklar, saygı, denetimi yeniden ele alma, kadim ayrıcalıkların korunması diline sarmalanıyor ve bunlara “işleri yoluna sokan” “güçlü” liderler öncülük ediyor. Söz konusu seçimler tıkanmış bir siyasal sistemi kısa yoldan aşma arayışını ve kaybetmekten yorulmuşların, gelir, varlık, yetenek, yurttaşlık ya da başka bir şey konusunda güvenlik  duygusunu yitirmişlerin kazanımlarını korumak için çaresiz arayışını yansıtıyor. Bu gündemler aynı zamanda çoğunluğun yaşam koşulları kötüleşmeye devam ederken, eylemsizliklerine dair çapraşık bahaneleri tekrar tekrar üreten siyasetçilere yönelik “kaybedenlerin” tiksintilerini ifade ediyor. Savaş sonrası sosyal demokrasinin çöküşü bu neoliberal baskılara doğrudan bağlanabilir. Anaakım muhafazakar partiler hem neoliberal ideolojiye ve siyasa uygulamalarına yakınlıkları nedeniyle, hem de sağ yanlış yönlendirici ya da gerçekçi olmayan programlar ve milliyetçi sloganları yerleştirmek için kullanıldığından daha büyük bir dayanıklılık gösterdiler. Neoliberalizmin kendisiyle dahi çelişkiden bağımsız olarak onlar da huzursuz seçmenlere rastgele bir arzu edilebilirler menüsü önerebilecek konumdalar. Bu programlar naif, dışlayıcı, bölücü, zenofobik, ırkçı ve ahlaken muhafazakar olmaya meylediyor. Ancak bu partiler dahi keskin bir milliyetçiliğe doğru konumlanıyorlar. Boyunlarının altında, daha saldırgan sloganları çığıran yeni bir proto- ve neo- faşist hareketler kuşağı soluk alıp veriyor. Aşırı sağ ulusal, fiziksel, dinsel kimlikler ve cinsiyet kimlikleri üzerinden, bilinen bir harekete geçme becerisine sahip ve en iyi şekilde anomie koşullarında güçleniyor: mevcut koşullar bunların başarılarının sürmesini destekliyor. Milliyetçi otoriterliğin sınırları Milliyetçi otoriterlik neoliberalizmin ekonomik çelişkilerine, metabolizmasını düzenleyen siyasal kurumların katılaşmasına ve ideolojik temellerinin paslanmasına karşı bir yanıt olarak ortaya çıktı. Ancak, geç neoliberalizm altında birikimin ve toplumsal yeniden üretimin sorunlarının ve ekolojik krizin ele alınabilmesi için gerekli maddi bir gerçekliğe oturmuş dönüştürücü programları bireysel taleplerin toplulaştırılması desteklemediği için milliyetçi otoriterliğin sınırları bulunuyor. Otoriter neoliberal liderler önemli vaatlerini yerine getiremeyecek olsalar da bu onları denemekten ya da maliyet veyahut sonuçlarından ağımsız olarak seçilmiş hedefleri başarmaya çalışmaktan alıkoymuyor. Milliyetçi otoriterliğin (kaçınılmaz) başarısızlıkları geç neoliberalizm altında, hızla buharlaşmaların takip ettiği tahmin edilemez patlamaları besleyerek toplumsal tatminsizliğin odak yitimine yol açabilir. Bu isyan döngüleri neoliberalizmin ekonomik yeniden üretimi ve anayasal siyaset açısından istikrarsızlaştırıcı olacaktır. Bu hoşnutsuzluklar aynı zamanda yeni istikrarsızlık dalgalarını kuvvetlendirirken çözümsüz kalmaya meyledecekler. Kaygı verici siyasal gelişmeler neoliberalizmi, siyasal ve ekonomik demokrasi talep eden örgütlü solun ayaklanmasına karşı korumak üzere bir dönüşüm geçirmedi. Tam tersine: milliyetçi otoriterlik neoliberalizmde, toplumsal örgütsüzlük koşullarında, küresel kriz ve ivmelenen ekonomik yeniden yapılanma altında örgütsüz bir kaybedenler grubunun erksiz öfkesinin ifadesi. Zayıflara – göçmenlere, mültecilere, “hak etmeyen” yoksullara, devlet kararları ya da yargısal aktivizmle haksız “imtiyaz sahibi” olanlara – karşı saldırıları gerici siyasal programları besliyor ve sürdürülebilir ve demokratik solcu alternatifler için acil bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Neoliberalizme karşı olan ekonomik ve siyasal platformlar ve demokrasi özlemi, bölüşümcü ve demokratik ekonomik politikalar için olan talep kullanılarak bütünleştirilebilir. Bu talepler eş zamanlı biçimde esaslı bir demokrasi için gereken temel koşulları işaret ediyorlar ve milliyetçi otoriterlikle uyumsuzluk sergiliyorlar. Aynı zamanda, hem neoliberalizmin önemli kırılganlıkları siyasal alanda yer aldığı hem de siyasallaşmış kitle hareketleri ilerici toplumsal ve ekonomik değişim için vazgeçilmez olduğundan, neoliberalizme karşı koymak için en etkili manivelanın siyasal bir nitelik arz ettiğini gösteriyorlar. Toplumsal ve siyasal kolektifliğin restorasyonu ile barbarlık arasında bir yarış var. Kazanan hepsini alacak. Alfredo Saad-Filho Brezilya, Kanada, Japonya, Mozambik, İsviçre ve Birleşik Krallık’ta üniversitelerde ve araştırma kurumlarında çalıştı ve UNCTAD’da kıdemli ekonomik ilişkiler görevlisiydi. Kalkınmanın siyasal iktisadı, sanayi politikası, neoliberalizm, alternatif ekonomi politikaları, Latin Amerika siyasal ve iktisadi kalkınması, enflasyon ve istikrar kazandırma ve emek değer kuramı ile uygulamaları araştırma alanları arasındadır. Kaynak: http://ppesydney.net/the-rise-of-nationalist-authoritarianism-and-the-crisis-of-neoliberalism/ Çeviren: Ali Rıza Güngen