Birleşik Krallık’ın Gölge Maliye Bakanı John McDonnell’ın derlediği metinlerden oluşan yeni bir kitap ekonomik demokrasiyi savunuyor ve Corbyn’in İşçi Partisi’nin giderek dönüştürücü düşünüşünü gözler önüne seriyor.   Economics for the Many (Çoğunluk için İktisat, Verso, 2018) kitabının incelemesi:  … İmtiyaz, sınıf ya da geçmişe değil herkesin eşit değerine dayanan model niteliğinde bir 21. yüzyıl ulusu inşa etmek için Britanya halkının sıra dışı yeteneklerinin kendisini geri çeken muhafazakarlık etkisinden kurtulduğu yeni bir Britanya” – Tony Blair, 1999.  “İktisat yöntemdir: hedef ruhu değiştirmektir” – Margaret Thatcher, 1981  O zamanlar farkında olmasalar da Britanya’nın 1979 genel seçimlerini ve İşçi Partisi’nin yenilgisini gözlemleyenler sadece hükümet değişikliğinden daha fazlasına tanık oluyorlardı. Takibindeki Thatchercı yükseliş, sadece Britanya devletinin kurumlarını yeniden düzenlemeyecek ancak süreç zarfında Britanya toplumunu bilinçli biçimde yeniden şekillendirecek, şans, kurnazlık ve kaba kuvvetin birleşimiyle, bütünüyle yeni bir siyasal konsensüs oluşturacaktı. İşçi Partisi yaklaşık yirmi yıl sonra iktidara döndüğünde, toptan ideolojik bir karşı devrim yoldaydı ve bizzat kendi liderleri bu devrimin coşkulu partizanları arasındaydı.   Muhtemelen savaş sonrasında (belki de Rusya hariç tutulursa) başka hiçbir Avrupa ülkesi kıyaslanabilecek kadar çarpıcı ideolojik bir kaymayı deneyimlemedi ve hiçbir işçi sınıfı bu kadar kısa bir sürede bu tarz acımasız baskı ve yenilgiden mustarip olmadı. 1990 sonrasında küresel solun büyük kısmı bir geri çekilme dönemi yaşadı ancak Britanya’nın siyasal sklerozu ve ortaya koyduğu yenilgi bilhassa akut bir hal almıştı.   Merhum Mark Fisher’in “kapitalist gerçekçilik” olarak adlandırdığı şey, yani “kapitalizmin sadece tek gerçekçi politik ve ekonomik sistem olduğu değil ayrıca ona tutarlı bir alternatif tahayyül etmenin de artık imkansız olduğu”na ilişkin yaygın düşünce eş zamanlı olarak Solu etkisi altına alıp yeni düzenin partizanlarına hayat üfleyerek galebe çalmıştı. Bu nedenlerle “gelişme”, kaçışın düşünülemediği küresel kapitalist moderniteye hiç olmadığı kadar sersemletici biçimde dahil olmak anlamına gelecekti ve “muhafazakarlık” o anda olsa dahi yolda duran bir engelden ibaretti.   Sonuçta parlamenter sosyalistler (bunlardan hayatta kalanlar) refah kurumlarını korumak ya da en azından zararı hafifletmek üzere (bazen boşuna) uğraşları sırasında artan oranda savunmacı bir duruş üstlendiler. İşçi Partisi’nin kendisinin içinde ilkin vaatkar Ed Miliband liderliği hayal kırıklığı ve yenilgiyle sonuçlandı. Seçim alanının dışında (birkaç istisna dışında) Sol iktidar çözümlemesinde daha fazla soyuta yöneldi ve iktidarla çatışma ya da onu yeniden tasarlama reçetelerinde daha az programatik hale geldi. Irak savaşı karşıtlığı ya da 2010 öğrenci protestoları gibi tekil olaylar ve mücadeleler kahramanca aktivizme esin verirken, solun toplamdaki konumu uğursuz sıfatını hak etmekten geri kalmıyordu ve takatten düşmenin nedenleri derine uzanıyordu.   Çoğu sosyalistin hemen kavradığı üzere, bu yüzden, Jeremy Corbyn’in 2015’te sürpriz bir şekilde İşçi Partisi’nin lideri seçilmesi daha önce hayal dahil edilemeyen siyasal olasılıklar ufkunu göz önüne serdi. Eski liderliğin kemer sıkma, göç ve refah politikalarına dair nirengi noktaları geride kaldı ve vergilendirme, yeniden bölüşüm ve kamusal mülkiyet etrafında tanıdık sosyal demokrat hedefler tekrar tezgaha koyuldu.  Ancak partinin solu, tarihsel olarak makus talihin ortasında sersemletici olaylar akışını kutlarken Corbynizmin eleştirmenleri ezici çoğunlukla ilkel ve eskilerden gelen bir şeylerin yola koyulduğunu düşündüler. “1970’lere dönüş”, İşçi Partisinin yeni liderliğini hem Blair öncesine hem de Thatcher öncesine dönüş olarak takdim eden Britanya’nın sağ eğilimli basınının favori konusu haline geliverdi: çürümüş “Eski İşçi Partisi”nin cesedi anakronizmi yeniden doğdu. Partinin 2017 genel seçiminde başarısı sonrasında dahi bu anlatının versiyonları, şimdi güç kaybetmiş sağ cenahtaki “modernleştirmeciler”in benzer düşünen muhalefeti gibi sürdü  Bu analiz tarzının çoğu örneği şüphesiz kötü tarihsel hafıza, siyasal oportünizm ya da basitçe kötü bir inanca indirgenebilir. Ancak bu tarzın her yerde, bilhassa merkez ve merkez sola dair yorumlarda görünür olması 1990’ların dogmalarının ve bunların yansıttığı muhafazakar düşünme tarzlarının nihai olarak ne kadar derine tesir ettiğinin kanıtlarını oluşturuyor.   Çoğunluk için İktisat  Kafa ya da kolları aracılığıyla emek sarf eden işçilerin emeklerinin tam karşılığını almasını ve böylece üretim, bölüşüm ve mübadele araçlarının ortak mülkiyeti zemininde erişilebilir en hakkaniyetli bölüşümü ve her ürün ya da hizmetin üzerinde halkın kontrolünün en uygulanabilir olduğu yönetim sistemini güvence altına almak.” – İşçi Partisi Programı, Madde 4, 1918  Eğer İşçi Partisinin 2017 seçim bildirgesi bir ölçüde tanıdık (yine de cesur) kamulaştırma ve yeniden bölüşüm temalarını vurguladıysa, bir sonraki bildirge, başka şeyler yanı sıra kamu mülkiyeti ve endüstriyel demokrasi biçimlerini de barındırarak kayda değer ölçüde daha geniş kapsamlı olma vaadinde bulunuyor.   Bu tarz radikal düşünme gittikçe daha önemli hale geldi. Gerçekten de tahayyül edilebilir herhangi bir standartla, kendi taraftarlarının belirlediklerine göre dahi, Britanya’nın hakim ekonomik konsensüsü bir başarısızlıkla sonuçlandı. Kemer sıkma, birbirini takip eden Tory Maliye Bakanlarının fanatik bir kesinlikle savunduğunun tersine vaat edilen ekonomik toparlanmayı sağlamadı. Muhafazakar hükümetin deflasyonist maliye politikalarının sonuçları ise ancak felaket olarak nitelebilecek bedellerinde görülebilir: durağan ücretler, hem çocuklarda hem de yetişkinlerde korkunç ve artan oranlarda yoksulluk, çöken kamu hizmetleri ve Britanya’nın ekonomik ve kültürel seçkinlerinin her zamankinden daha yaldızlı varlığının yanında çürümüş bir toplumsal doku.   Altta yatan sorunlar elbette hem kemer sıkmayı hem de 2008 çöküşünü önceliyor. Pençelerini Hazineye geçirmiş, şişirilmiş bir finansal sektör, büyük oranda Londra metropolünü kayıran ve çoğunlukla içeride sürdürülemez bir tüketim ve dışarıda çevresel olarak yıkıcı bir çekip çıkarma faaliyetiyle birlikte orantısız ve bölgesel bir büyüme üretti. Bu sırada güvencesizlik ve sıradan ailelerin yüksek düzeydeki hane halkı borçları, eski imalat ekonomisinden büyük ölçüde hizmetler ve küresel finans etrafında yapılandırılmış bir ekonomiye toptan kayışı takip etti.   Çoğunluk için İktisat başlığıyla gölge Maliye Bakanı John McDonnell’ın derlediği metinlerden oluşan yeni bir kitap eş zamanlı olarak bu gerçekliklere müdahale niteliği taşıyor ve yirmi birinci yüzyılın radikal sol düşünüşü için programatik bir taslak sunuyor. Başlığının önerdiği üzere kitap ayrıca, kolayca söyleniveren ancak iktisadın evrensel dili olarak neoliberalizmin sürekliliği ortasında şüphesiz göz korkutucu bir uğraşı, Solun, iktisadı yeniden kazanması çabasını simgeliyor.   Kapsamı bakımından eş zamanlı olarak yerelci ve enternasyonalist olan ve ticaretten çevreye, alternatif firma sahipliği modellerinden maliye politikasına ve platform tekellerinin ve veri ekonomisinin yarattığı sorunlara uzanan metinler kolay anlaşılabilir ve hem siyasetin uygulanabilirliği kaygısı hem de siyasal kısıtlar karşısında uygulama zorluklarının farkındalıklarıyla asgari düzeyde soyutlar.   Ancak bu durum metinleri daha az yenilikçi kılmıyor. Özel girişmlere demokratik alternatifler bölümlerinde örneğin Rob Calvert Jump, Joe Guinan ve Thomas M. Hanna kooperatifleri, topluluk temelli mülkiyet biçimlerini, sosyal girişimciliği ve işyeri demokrasisini; Avrupa ve Kuzey Amerika boyunca ve Birleşik Krallık’taki örneklerin incelendiği çözümlemeleriyle ele alıyorlar. İşçileri, bir şirket satışa çıktığında onun ilk potansiyel alıcıları kılmayı vaat eden İşçi Partisi’nin 2017 Bildirgesi’ne dayanarak Guinan ve Hanna kooperatifler alanına yerel yetkililerin aktif yatırımlarda bulunmasını öneriyorlar.   Vergilendirme üzerine doyurucu araştırmaya dayalı bir bölümde Prem Sikka kurumlar vergisini düzenleyen küresel kuralların sömürgeci dönemden kaldığını anlatıyor ve plutokratlar ve büyük şirketlerin benzer şekillerde yaygın vergi kaçırmasının önüne geçilmesini sağlayacak biçimde bu kuralların gözden geçirilmesi yollarını inceliyor. Nick Srnicek ve Francesca Bria’nın bölümler Google gibi platform tekellerinin özel kar elde etmek üzere kullanıcılarından değer çekip çıkartmasını ve süreç zarfında mahremiyeti tehlikeye atmalarını inceliyor, en sonunda bu platformların kamusal faydalar olarak ele alınması ve toplumsal mülkiyetini savunuyor. Antonia Jennings ve J. Christopher Procter da iktisat alanında neoklasik ortodoksinin hakimiyetini ele alıyor ve Solun acil görevinin iktisat söyleminin kendisini demokratikleştirmek olduğunu belirtiyor.   Yerelcilik ve adem-i merkeziyetçilik derleme boyunca, hem Birleşik Krallık’ın orantısız refah dağılımını potansiyel olarak düzeltebilecek hem de küresel sermayenin iktidarı üzerinde gerekli kontrolleri sağlayabilecek unsurlar olarak sıkça karşımıza çıkıyorlar. Örneğin bir bölümde bürokratik devlet yönetimine bir alternatif olarak Preston Şehir Konseyi’nin yerele dayanan iktisadi stratejiler ve yatırım stratejilerini nasıl başarılı biçimde kullandığı incelenirken, Grace Blakeley ve Luke Raikes’in katkıları mali yetkilerin merkezi devletten bölgesel otoritelere aktarımını güçlü biçimde savunuyor.  Kitabın farklı bölümlerini birleştiren bir tema varsa, basitçe ifade edersek bu, demokrasiye ahlaki ve aynı zamanda pratik bir zorunluluk olarak inanç.  1970’lerin ve 1980’lerin neoliberal entelektüelleri devlet üstünde ve devlete karşı piyasayı bireysel özgürlüğün ve ifadenin en önemli alanı olarak sunarken, projelerinin başarısı büyük oranda bir azınlık haricindeki herkesin kaybetmesiyle oldu. Refahın muazzam yoğunlaşması, görünüşe bakılırsa, sıradan insanları güçlendirmiyor, ya da “mülk sahiplerinin demokrasisi”ne olanak sunmuyor ve bu azınlık, devletin geri çekilmesiyle pek ilgisi bulunmayan bir şekilde devleti kendi dar ve genellikle yıkıcı çıkarlarını destekleyecek şekilde ele geçiriyor ve düzenliyor.   Bu hatalı modeli destekleyen küresel konsensüsün ortasında Çoğunluk için İktisat’ta yer alan çalışmalar çözümün ne yoğunlaştırılmış neoliberal kapitalizmde ne de bürokratikleşmiş bir devlette yattığını, ancak demokratik ilkelerin iktisadi faaliyetlerimize ve kurumlarımızın kendilerine yaygın bir şekilde uygulanmasından geçtiğini gösteriyor.   Sosyalist Gerçekçilik  Çoğunluk için İktisat’ta taslağı sunulan dönüştürücü hat, bugün baskın konumda bulunan ve kesinlikle belirleyici olacak yaklaşan genel seçime giden İşçi Partisi’nin solunun artan güvenini ve kararlılığını yönlendiriyor. Ancak aynı zamanda hakim iktisadi düşünceye karşı gerçek, dinamik ve uygulanabilir alternatiflerin nasıl tahayyül edilebileceği ve teşvik edilebileceğini, küresel kapitalizmin ve onun ortodoksilerinin halen geçerli olduğu bir dünyada göstererek kendisini ayırt ediyor.   Bu sayede bir zamanların hakim Blairci ilerleme vizyonu ve onun örneğini teşkil ettiği moral bozucu kapitalist gerçekçilik ethosunun bilhassa güçlü bir reddiyesi olarak kendisini gösteriyor. Bugünün İşçi Partisi, eleştirmenlerinin suçlamayı sevdiği üzere “1970’lere dönüş”ü yansıttığı ölçüde bu, 1970’lerin işçi militanlığı, radikal işçi temcilsileri ve bir zamanlar Tony Benn’in Britanya’nın giderek tehlike altına giren Keynesçi refah devletini modernleştirme aracı olarak tahayyül ettiği endüstriyel demokrasisidir.    Benn’in 1973’te “güç ve refah dengesini çalışanlar ve onların aileleri lehine kökten ve dönülmez bir şekilde değiştirmek” için yaptığı çağrıda olduğu üzere Çoğunluk için İktisat cesur biçimde kapağında şunlara yer veriyor:   Daha adil, daha demokratik ve toplumun zenginliğinin herkes tarafından paylaşıldığı daha sürdürülebilir bir toplum inşa etmekten daha azına denk düşen bir şeyin peşinde değiliz.   Bir zamanlar Benn’in yaptığı üzere bu dil açıkça Herbert Morrison, Anthony Crosland ya da Hugh Gaitskell ve Harold Wilson’ın korporatist eğilimleri ya da James Callaghan gibi eski İşçi Partisi şahsiyetlerinin teknokratik zihin dünyalarından ayrılıyor. McDonnell’ın kendisi İşçi Partisi’nin ortaya çıkmakta olan iktisadi düşünüşünü hükümetteki geçmiş deneyimlerden ayrı tutmayı tercih etmişti. 2016’da bir konuşmasında şunları söyledi:   Eski Morrisoncu kamulaştırma modeli Whitehall’daki az sayıda kişide çokça güç topladı. Gücün Silikon Vadisi ya da Londra’da City’de az sayıda elde toplandığı, çokuluslu şirketlerin yeni modeliyle fazlaca ortaklığı vardı. Teknolojik değişimin iktidarı adem-i merkezileştirmek için fırsatlar sunduğu bir dünyada bu işlemeyecektir. Saati 1945’e de geri alamayız.   Zorlukları ne olursa olsun söz konusu olan, klasik sosyalist değerlerle demlenmiş ve modern ekonomilerin ve bunların içinde yaşayan sıradan insanların karşılaştığı pratik sorunlarla bilinçli biçimde uğraşan bir Sol. Bu sorunlar arasında kötüleşen iklim krizi, çokuluslu şirketlerin tiranlığı,vergi kaçırmaya dair küresel salgın; yeni gözetim ve bilgi teknolojilerinin gelişimi ve bunların olanaklı kıldığı daha tehditkar yeni sömürü ve tekel biçimleri bulunuyor.   İşçi Partisi’nin sağı ve desteklediği katılaşmış konsensüsün geleceği belirsizken ve Muhafazakar Parti Brexit müzakereleri kaosu sırasında sendelerken, İşçi Partisi’nin solu “sosyalist gerçekçilik” olarak adlandırılabilecek bir tutarlılık ve militan amaç duygusunu keşfediyor. Bu, ne yirminci yüzyılın ortası ya da erken döneminin ütopyacılığı ne de 1990’larda en az direniş yolunu bulup, bunu nihayetinde kaçınılmaz olsa da cesur ve devrimci olan yol olarak pazarlayan Blaircilerin daha katı kapitalist gerçekçiliği.   Bunun yerine söz konusu olan aniden akıl almaz bir dezavantajlı konumdan sıyrılan ve kendisini radikal bir olasılık içinde bulan solun gerçekçiliği; bir kez daha kapitalizme gerçek alternatifler tahayyül edebilecek bir solun gerçekçiliği ve eleştirmenlerinin istisnasız biçimde kavramayı beceremediği bir şeyi kavrayan solun gerçekçiliği: kapının önündeki çevre felaketi, felç eden küresel yoksulluk ve yükselen otoriteryanizm ve oligarşi karşısında neoliberalizm geleceğimizi tehlikeye atarken şimdinin içini boşaltan anıtsal bir felaketti. Daha iyisini umacaksak, demokratik, sosyalist bir toplumu tahayyül etmek ve gerçekleştirmek en acil görevimizi oluşturuyor.   O tanıdık cümlede dendiği üzere, başka alternatif yok.    nden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir.]