Haftanın Çevirisi | Almanya’nın –ve Avrupa’nın– gereksindiği son şey bir büyük koalisyon - Timothy Garton Ash
Angela Merkel ve Sosyal Demokratlar arasındaki bir anlaşma çekici duruyor. Ancak bu aşırılıkçılara alan açacak.
4 Mart Pazar günü Avrupa için bir dönüm noktası olacak. İtalya’da önemli bir seçimle aynı gün Alman Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) kendi üyeleri arasında düzenlediği referandumun, Parti’nin Angela Merkel’in Hırıstiyan Demokratlarıyla ortaklığını sürdürecek Berlin’de büyük koalisyona evet sonucu ortaya koyup koymadığını göreceğiz.
Aklıselim, koalisyonun Avrupa için iyi bir sonuç olacağını söylüyor. Ancak ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Ciddi bir omurga sorununu hafifletmek için tıbbi bir korse giyip önceki gibi hayata devam etmeye benzer bir şekilde, bir büyük koalisyon kısa vadede olumlu ancak uzun vadede olumsuz sonuçlar üretecek. Semptomlara değil nedenlere eğilmelisiniz. Ve bir alternatif mevcut.
Bu hafta Berlin’de iki gün geçirdim ve yeni bir hükümete dair hiç bu kadar az umut görmemiştim. Bunun bir evlilik olması gerekiyor ancak bir cenaze gibi duruyor. Aslında aynı zamanda neyle sonuçlanacağını da gösteriyor: Avrupa’nın en eski ve en önemli merkez sol partilerinden birisi olan SPD’nin cenazesiyle. Birkaç gün önce şok edici bir kamuoyu yoklaması aşırı sağ milliyetçi-popülist Almanya için Alternatif’in (AfD) oylarını, Sosyal Demokratlardan yarım puan fazla biçimde yüzde 16’da gösterdi. Gelip geçici olabilir, ama yüzde 20,5’le Sosyal Demokratların geçen seçimlerdeki oyu halihazırda tarihinin en düşüğüydü.
Tarihten biliyoruz ki ana merkez sol ve ana merkez sağ partilerin büyük koalisyonu aşırı uçları güçlendirmeye meylediyor – ve bu zaten gerçekleşti. Önceki 12 yılın sekizinde bu aynı büyük koalisyon (ya da Almanca kısaltmasıyla GroKo – Grosse Koalition) bulunduğu için AfD geçen Eylül’deki seçimlerde her sekiz Alman seçmenden birisinin oylarını aldı. AfD’nin yanında UKIP’in ılımlı göründüğünü ve Silvio Berlusconi’nin seçkin bir muhafazakar beyefendi gibi durduğunu hatırlayın.
Avrupa’yı saran anti-liberal popülizm dalgasına verilecek tepkinin önemli bir parçası merkez solun kökten yenilenmesi olmalı. Fransız Sosyalistler neredeyse ortadan kayboldular ve İtalyan seçim kampanyasında Matteo Renzi’nin Demokratik Parti’si neredeyse SPD kadar kötü bir performans gösteriyor. Alman Sosyal Demokratların keyifsiz bir koalisyon hükümetinde ana rakipleriyle birlikteyken partilerini yenilemelerinin imkansız olduğu açık. Bu nedenle (İngiliz futbol yıldızı Kevin Keegan’dan adını almış) Kevin Kühnert’in liderlik ettiği Genç Sosyalistler daha yaşlı yoldaşlarının büyük koalisyona karşı oy vermeleri için (#NoGroKo) ülkeyi turluyorlar.
Aklıselim, beş ay sonunda, Avrupa’nın acilen istikrarlı bir Alman hükümetine ihtiyacı olduğunu ve hükümetin Emmanuel Macron’un iddialı Avrupa tekliflerine olumlu yanıt vermesi gerektiğini söylüyor. Sonuçta 2019’daki Avrupa seçimlerine uzanan yılın Brexit sonrası bir Avrupa Birliği’nin yelkenlerini rüzgarla şişirmek açısından önemli olması beklenir. Bu nedenle Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk şu tweeti attı: “Almanya’da Büyük Koalisyon iyi haber” (German GroKo is good news).
İstekli olanların vazgeçilmez Avrupa koalisyonlarını kurmak için Alman GroKo’ya ihtiyaç olması fikrine ya da bir GroKo’nun uzun vadede Avrupa projesi için daha iyi olacağına ikna olmadım. Biraz karamsar ancak oldukça mümkün bir senaryoyu göz önünde bulundurun. Alman ekonomisi birkaç yıl içinde sendeler ve aynı zamanda –Sosyal Demokratların ısrarıyla Macron’a yanıt olarak– büyük koalisyonun getirdiği Avro Bölgesi düzenlemeleri Almanya’nın krizin yıktığı Güney Avrupa devletlerine mali transferler yapmak zorunda kalmasıyla sonuçlanır. Hoşnutsuz Alman seçmenlerin vereceği yanıtı tahayyül edin. AfD’nin oyu yüzde yirmi olur mu?
Büyük bir koalisyon için ileri sürülenlerden en kötüsü Berlin’deki diyaloglarımda bir düğüm olarak ortaya konulandı: Alternatif yok. Ancak, Margaret Thatcher’ın Tina’sının (Alternatif yok – There is no alternative) yeni bir versiyonu olan Merkel’in artık ünlü olan alternativlos’unun elit siyaseti, tam da seçmenlerin AfD’yi, Donald Trump’ı ya da Brexit’i tercih ederek isyan ettiği şey. Öyleyse hiçbir şey değişmiyor: aynı şansölye, aynı koalisyon, aynı karışık retorik, oldukça benzer politikalar.
Elbette, beş ay devam eden daha önce görülmedik siyasi karmaşa sonrasında yeni seçimler AfD için daha büyük bir oy oranı doğurabilir. Ancak, Sosyal Demokrat parti üyeleri koalisyona hayır derse şansölye ve Cumhurbaşkanı’nın denemeyi kabul edebileceği daha iyi bir alternatif mevcut: Merkel liderliğinde Hırıstiyan Demokrat azınlık hükümeti. Bu durumda azınlık hükümeti Federal Cumhuriyet tarihinde bir ilk olacaktır. Ancak çok sayıda başka demokrasilerde denendi ve Alman anayasasında buna bir engel bulunmuyor. Aslında anayasanın bilinçli bir şekilde şansölyeye verdiği son derece güçlü konum bir azınlık hükümetini sürdürmeyi kolaylaştırabilir. Anaakım muhalefet partileri olan Hür Demokratlar, Yeşiller ve Sosyal Demokratlar Avrupa politikası ya da güvenlik politikalarının ana itki alanlarında olduğu kadar bütçe ve güvenoylamasında da destek sunacaklardır. Evet, azınlık hükümeti bazı başka meselelerde parlamentodaki oylamayı kazanamayacaktır ancak Alman tarihçi Heinrich-August Winkler’in belirttiği gibi bu aslında parlamenter tartışmanın önemini ve seçici komitelerin işini artıracaktır. Bu, parlamenter demokrasi için kötü mü olur? Tam tersine.
Macron’un Avrupa ile ilgili tekliflerine Berlin’in yanıtı biraz daha az coşkulu olacaktır, özellikle de Avro Bölgesi ile ilgili olanlara. Ama böyle bir yaklaşım çoğu Almanın konu hakkındaki görüşlerinin gerçekçi bir yansıması olur, ki bu SPD lideri Martin Schulz’un 2025’te Avrupa Birleşik Devletleri vizyonundan oldukça uzak bir nokta. Aynı zamanda Hırıstiyan Demokratlar ortak dış politika, güvenlik ve savunma politikaları alanında Macron’a daha fazla şey önermek zorunda hissedebilirler – özellikle de korkunç Brexit, Trump ve Putin üçlüsü ile yüz yüze geldiklerinde. Bu Avrupa için kötü mü olur? Tam tersine.
Merkel liderliğinde bir azınlık hükümeti muhtemelen görev döneminin sonuna kadar sürmez, ancak bu da dünyanın sonu değil. Merkel’in büyük hayranıyım, ancak kesinlikle en tepede değişim zamanına yaklaşıyoruz. Bu da demokrasinin bir parçası. 2019’da ya da 2020’de daha keskin muhalefet paritleriyle ve Hırıstiyan Demokratların yeni ve daha genç bir lideriyle düzenlenecek seçimin, bayat ve çatırdayan bir büyük koalisyonla gidilmek zorunda kalandan daha kötü olması pek ihtimal dahilinde değil.
Berlin’deki aklıselimin üzerinde sessizce salınan motto ilk olarak 1957’de kullanılmış muhafazakar bir slogan: Keine Experimente! (Denemeye lüzum yok!). Ancak Almanya’nın bugün gereksindiği daha ziyade Willy Brandt’ın 1969’daki çığlığı: Mehr Demokratie wagen! (Daha fazla demokrasiye cüret et!). Bir azınlık hükümeti denemesi kısa vadede bazı belirsizlikler yaratacaktır, ancak uzun vadede Almanya ve Avrupa için daha iyi olacaktır.
[The Guardian'daki orijinalinden Ali Rıza Güngen tarafından PolitikYol için çevrilmiştir]
Bunlar da ilginizi çekebilir