Loading...
Görsel sanatların asi çocuğu
1960’ların sonlarında Amerika’da hip-hop kültürünün içinden çıkmıştır. Graffiti yaparak ünlü olan ilk yazıcı TAKI183, New York’ta Yunan mahallesinde duvarlara keçeli kalemle imza atmaya başlamış bir postacıdır.
Kağıdı henüz bulamamış olduğumuz günlerden bu yana duvarları donatmayı çok sevmiş cinsimiz. İlk çağlardan bugüne resimlerle, sembollerle, yazılarla bazen estetik, bazen mesaj kaygılı bir iz bırakma eylemi olmuş insan evladının.
Bu meylimizin modern zamandaki dışa vurumlarından graffiti, Yunanca bir kelime olan “graphein” (yazmak), İtalyancadaki “sgraffio” (karalamak ya da kazımak) kelimesi ile harmanlanmış. Antik dönemde örneklerine “graffito” denmekte imiş. Günümüzde ifade graffiti halini almış. Dilimizde tam bir karşılığı yok diye biliyorum, duvar yazısı desek olmuyor örneğin.
Antik dönemden kalan fahişelik ilanları ya da gezip gördükleri yerlere isimlerini ve resimlerini kazıma gibi günümüz insanının halen ve özellikle ören yerlerini ziyaretlerinde icra etmeye devam ettiği örnekleriyle tespit edilmiştir. 1961 yılında inşa edilen ve 1989’da çocuk halimizle bile yıkılışından duygularımızın çağladığı Berlin ya da Utanç Duvarı üzerinde, var olduğu süre içinde Almanya’nın her iki tarafında da protesto amaçlı yazı ve çizimlerle ile temellenmiş ve 1960’ların sonlarında Amerika’da hip-hop kültürünün içinden çıkmıştır.
Amerika’da sokak çeteleri propagandalarını yapma ve sınırlarını çizme yöntemi olarak kullanmış. Graffiti yaparak ünlü olan ilk yazıcı TAKI183, New York’ta Yunan mahallesinde duvarlara keçeli kalemle imza atmaya başlamış bir postacıdır. 1971 yılında New York Times gazetesinde kendisi ile ilgili bir makale yayınlanmış ve sonrasında gençler arasında bir akım başlamış. İsimlerini, lakaplarını, imzalarını ya da kendilerini anlatan çizimlerini, yani izlerini, şehrin her tarafındaki duvarlara yazmış, boyamışlar. Şehirdeki binaların dışına koruyucu kaplanmasıyla yerin altına, metrolara inen graffiti, otoriteye karşı bir dışa vurum haline gelmiş. Amerika’dan Avrupa’ya ve Türkiye’ye, savaşa, ırkçılığa karşı, feminist hareket destekçisi örnekleri ile bir ifade biçimi olarak buradan başlamıştır.
Günümüzde bir kamusal sanat icrası olarak kabul görmüş bir dal. Elbette ki ruhu hala asi. Her ne kadar bazı markalar açık alan reklamlarında zaman zaman graffiti sanatçıları ile çalışmalar yapsa ve sanatın bu dalı da popüler kültürün bulaşından tam olarak kaçamasa da protest duruşu hala devam ediyor. Savaşa, ırkçılığa karşı olanların, feminist hareket destekçilerinin bir ifade yolu olarak şehir duvarlarını süslüyor. Hep referans verdiğimiz toplumsal hafızaya duvarların, binaların üzerinden notlar düşüyor.
Taze bir “Kadıköylü” olarak bu sokak sanatının birçok örneğiyle donatılmış bir mahalledeyim. Neredeyse tamamen gri şehirde ırkçılık karşıtı, hayvansever ya da sosyal devlet olunmasına dair mesajlarla ve eğlenceli görsel üretimlerle donatılmış renkli duvarlar, dükkan kepenkleri içimi açmıyor değil. Benim de abonesi olduğum ücretli bir sinema platformunun “Klasiklere Övgü” projesi için, Furkan Nuka Birkun’un “Sevmek Zamanı” filminden ilham alarak yaptığı duvar çalışması semtin en çok fotoğrafı çekilen noktalarından biri. Biraz yukarısında yine tramvay yolu üzerinde, göçmen sorununa dair ve imzasından sanatçısının adını tam okuyamadığım harika bir örnek daha var. Yine birçok belediyenin sanatçılarla iş birliklerini zaman zaman görmekteyiz.
Her ne kadar “sanat mıdır?” tartışmaları çoğunlukla bitmiş olsa da galerilerde, müzelerde kendine yer bulsa da, vuku bulduğu alanın mülkiyeti üzerinden özgürlük alanı tartışmaları devam ediyor. Antik kentleri sevgililerinin isimleri ve kalpler çizerek tahrip edenlerin kendini birer sanatçı olarak görmediğine inanarak, yaşamak zorunda olduğumuz betondan şehirleri renklendiren, unutulmaması gereken onlarca konuya dikkat çeken bu asi çocuğun üretimlerini daha çok göreceğimiz şehirler diliyorum.
Bunlar da ilginizi çekebilir