Loading...
19.yy başlarında makinelerin yoksul işçilerin yerini almasına engel olmak isteyen bir hareket fabrikaları basmıştı. İsyancı işçiler idam edildiler. O zamanda yaşıyor olsaydık, işçilere sempati duyardık. Fakat hareket başarılı olsaydı…İnsanlık artık makinelerin önemini ve uygarlığın gelişimindeki ne kadar önemli bir rol oynadığını biliyor. Ancak onların ortaya çıktığı zamanda yaşıyor olsaydık, biz de işlerini kaybeden işçilere sempati duyardık. Çünkü her toplumda ortaya çıkması mümkün olan cehalet, bizzat o toplumun düşmanıdır ve cahiller yeni şeyleri anlamadan reddederler. Topluma egemen olduklarında ise toplum bocalar ve bunu sürdürdükçe ulusların gerisinde kalır. Matbaanın İslam medeniyetine girememesi de dâhil olmak üzere işlerin (yanlış) yönetilmesinde duygusal düşüncenin rol oynadığına dair birçok örnek vardır. Çünkü halifeliğin başkenti İstanbul'da yaklaşık yarım milyonluk bir nüfusun seksen bini, müstensih ve hattattı. Matbaa kullanıma girdiği takdirde bu insanlar işini kaybedecekti. Bu yüzden toplum onlara sempati duydu, matbaanın ülkeye girmesine karşı çıkıldı ve sonra matbaa yasaklandı. Yasak nedeniyle bilim ve kültürü yayan kitaplar Avrupa'daki gibi insanlara ulaştırılamadı ve belki de İslam dünyasının azgelişmişliğinin ana nedeni buydu. Yazının ana fikri, tüm toplumlarda azgelişmişlik yanlılarının olduğu ve toplum bu kesimlerle savaşmazsa azgelişmişliğin genişleyip egemen görüş halini alacağı ve bunun da modernite ve kalkınma yanlılarının kan kaybetmesine, azgelişmişlik ve gerilik yanlılarının çıkardığı gürültüler arasında seslerinin kaybolup gitmesine neden olacağıdır. Azgelişmişlik (geri kalmışlık), ne kadar güçlü olursa olsun herhangi bir dış gücün dayatacağı bir şey değildir. Azgelişmişlik yanlılarının sesi, düşünce ve bilgiden yana olanların sesinin üzerine yükseldiğinde, azgelişmiş bir toplum ortaya çıkacaktır, bunun tersi de geçerlidir. -2- Eğitim sürecinin en önemli görevlerinden biri de öğrenciye bilim ve bilgi sevgisini aşılamaktır. Öğrenci bu düşünce olmadan en iyi okulda yetişse bile elde ettiği bilgilerden yarar görmeyecektir. Mevcut eğitim sistemi, genellikle bilim aşkını geliştirmek için herhangi bir çaba harcamaz. Bir çocuğun yaşam boyu eğitimi ve yetiştirilmesine katkı sağlar, çaba gösterirsiniz ve bazen bu işe yaramayabilir. Halbuki ona bilgi sevgisi ve erdemini aşılarsanız bu onun kendi başına çabalayıp başarılı olmasını sağlayabilir.. Telkinlere dayalı mevcut eğitim sistemi, bazen öğretmenlerin deneyim eksikliğinden dolayı çocuğa bu fikri aşılayamıyor. Deneyimsizlik ve müfredatın karışıklığı, ona bilimden ve eğitimlilerden nefret etme fikrini aşılar. Bu gerçekten de yaşanmış bir olaydır. Aklın, ezberlemek değil fikir üretmek için var olduğuna şüphe yoktur, çünkü ezberler defterler ve bilgisayarlar içindir. Eğitim sistemimiz fikirleri üretmekle değil ezberlemekle ilgilenir ve bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak güzel şeyleri ezberleyen ama uygulamayan nesillerle karşılaşırız.
Deneyimsizlik ve müfredatın karışıklığı, çocuğa bilimden ve eğitimlilerden nefret etme fikrini aşılar. Ezberci eğitim sisteminin kaçınılmaz bir sonucu olarak güzel şeyleri ezberleyen ama uygulamayan nesillerle karşılaşırız.Bilginin telkin edilmesi, eğitim sistemimizde benimsenen yöntemdir, eğitimin temel görevi ise olumlu fikirler geliştirmek, ötekini sevmek, muhalif fikirleri ve gelişmeye yatkın fikirleri kabul etmek, sosyal anlaşmazlıkları gidermek, özeleştiri ve hataları kabul etmektir. İnsan, düşünceye değer vermediğinde bunu, maddi değerlerle telafi etmeye çalışır. Bu durumda insanlar, düşünce ve bilgilerine göre değil görünüşlerine göre değerlendirilirler. Böylece artık şekilci bir toplum meydana gelir, öz ıskalanır. Öte yandan, yaratıcılığın basit tanımı, egemen düşünceden farklı bir şekilde düşünmektir. Toplumlarımız farklı bir şekilde düşünmeye izin veriyor ona yaşam hakkı tanıyor mu? Bağlılarının farklılaşmasına izin vermeyen birçok geleneği yaratan bu toplumdur, her farklılığı bir anlaşmazlığa çevirir ve düşünür söz konusu toplumlar tarafından genellikle dışlanmaya ve zorbalığa maruz kalır. Konuyla ilgili günümüz ve geçmişten çok sayıda örnekler vardır ve bilim adamlarının büyük bölümünün bu konuda bilgi sahibi olduğu hiç kimse için bir sır değildir. Arap medeniyetinin önde gelen isimleri, özellikle İbn Rüşd, Zekeriya er Razi, İbn Sina, el-Maarri, el-Kindi ve hatta Abbas İbn Firnas gibi bugün gurur duyduğumuz “dehalar” sık sık delilik suçlamasına maruz kalmış, zulüm ve cinayetle suçlanmışlardır. --- *Makale, Kuveyt’te yayınlanan el Enba Gazetesinin Arapça internet sitesinden çevrilmiştir. https://www.alanba.com.kw/kottab/badr-saead/1127133/27-06-2022-%D8%A7%D9%84%D8%AA%D8%AE%D9%84%D9%81-%D8%A7%D8%AE%D8%AA%D9%8A%D8%A7%D8%B1-%D9%85%D8%AC%D8%AA%D9%85%D8%B9/