Pazar Politik

Gerçek ile masal yer değiştirdiğinde…

Abone Ol
Filmdeki her şey komik olduğu kadar acıdır ve gerçeküstü olduğu ölçüde de gerçektir. Bu inanılmaz çelişki film boyunca bir an kesilmeden devam eder ve Hayat Güzeldiri, en azından benim açımdan, tarihin en önemli filmlerinden biri yapar. Edebiyat profesörü Marc Nichanian, felaketlerin ne ölçüde hikâyeler vasıtasıyla anlatılabileceğini sorgular. Felaketin asla yaşandığı gibi anlatılamayacağını söyler, ne kadar iyi yazarsanız yazın, yazdığınız metin yaşanan trajediyi karşılamaz. Bu önermeyi doğru kabul ederiz veya etmeyiz ama “edebiyat ile felaket” arasında tartışmasız bir ilişki vardır. Eğer tarih disiplinini de edebiyatın bir türevi gibi düşünürsek, zaten felaketi anlatacak, aktaracak başka bir araç elimizde kalmıyor. Bir zamanlar, bir yerde bir şeyler yaşanmıştır ve biri onları anlatmaya başlar, dolayısıyla, son analizde, tarih dediğimiz bir anlatıdır ve edebiyatın bir parçası olarak da görülebilir. Bu tartışmayı bir kenara bırakıp, pek tartışılmayacak bir söz söyleyeyim: Şüphesiz, en büyük felaketlerden biri herhalde soykırımlardır. Yüzbinlerce, milyonlarca insan hiçbir suçu olmadığı halde öldürülür, ama ölmeden önce de o insanlar felaketin en büyüğünü yaşarlar. Yahudi Soykırımı üstüne çok sayıda film çekildi, belgeseller yapıldı, hatıratlar yazıldı, romanlar, piyesler… Bilimkurgudan komediye… Ama içlerinden biri, bence hepsinden ayrılıyor. Hayat Güzeldir, bir masal -büyüleyici bir masal, insanda hayranlık uyandıran bir başyapıt. İtalya’nın en önde gelen komedyenlerinden Roberto Benigni’nin yazdığı, yönettiği ve başrolünü oynadığı Hayat Güzeldir, bu korkunç olayı bize çok farklı bir dille sunuyor. Benigni’nin bir özelliği de Yahudi olmaması. Zaten sanatı ve sanatçıyı bu kadar değerli yapan da sanırım bu: Başkasının acısına duyarsız kalmamak, kalamamak, onu içselleştirmek. Sadece kendi ailen, kendi kavmin, kendi cemaatin için iyisini istememek; bütün acıları, yalnızlıklıkları, bütün insan davranışlarını anlamaya çalışmak. Otuzların sonundayız, faşizm İtalya’yı, hatta Avrupa’yı kasıp kavuruyor. Guido (Benigni), Toscana’daki Arezzo köyünde çalışan amcasının yanına gelir ve garson olarak çalışmaya başlar. Kalabalık, Faşist Partiden birilerini karşılamak için toplanmıştır ama Guido’nun üstü açık arabasının freni patlamıştır ve son sürat onlara doğru gelir, eliyle yaptığı “kenara çekilin” hareketini kalabalık yanlış anlayıp faşist selamı sanır, alkışlarla, coşkuyla karşılanır Guido. Filmdeki her şey komik olduğu kadar acıdır ve gerçeküstü olduğu ölçüde de gerçektir. Bu inanılmaz çelişki film boyunca bir an kesilmeden devam eder ve Hayat Güzeldir’i, en azından benim açımdan, tarihin en önemli filmlerinden biri yapar. Guido, bir öğretmene âşık olur -öğretmen Yahudi değildir- ve onların aşkı da gerçeküstü tesadüf ve olaylarla gelişir. Sevdiği kadını etkilemek için kılıktan kılığa girer Guido, müfettiş olup okulu ziyaret eder bir yerde, dönemin ruhu gereği, Yahudi olduğu halde, çocuklara “ırklarının üstünlüğünü” anlatır. Kulak memelerinden söz eder mesela, böyle muhteşem kulak memeleri başka hangi millette olabilir, herkes içinden olanlara güler ama Faşist Partinin gönderdiğini zannettikleri müfettişe kimse ses edemez, üstelik onun anlatacakları da son kertede benzer laflardır. Guido’nun yaptığı her şey parodidir, ama tuhaf bir şekilde parodi olan her şey de gerçektir. Faşist Partiden biriyle evlenmek üzere olan Dora’yı düğünde kaçırıp evlenir. Zaten en büyük isteği de Dora’yla bir yuva kurmaktır. Amcası, Yahudi olduğu için başına gelenlerden söz etse de Guido ciddiye almaz ama bir şeyler de olmaktadır, baskılar artsa da Guido emindir kendinden ve kendisine kimsenin dokunmayacağından. Emindir çünkü hiçbir suça karışmamıştır, siyasetten zaten çok uzaktır, küçük bir çiçekçi dükkânında karısı ve oğluyla mazbut ama mutlu bir hayat sürmektedir. Kendisini her İtalyan kadar İtalyan görür, İtalyan hisseder. Yürürlerken, oğlu “Yahudiler ve köpekler giremez” diye bir tabela görür ve manasını sorar babasına. Guido, her zamanki alaycılığıyla, bunun da bir tercih olduğunu, zaten o dükkâna yalvarsalar dahi girmeyeceklerini ama bu fikri beğendiğini ve bir başkasını, örneğin “Vizigotlar ve örümcekler giremez!” diye bir tabelayı da kendi dükkânlarına asabileceklerini söyler. Ama bir gün, oğlu beş yaşındadır artık, askerler dükkâna gelir ve Guido ile oğlunu toplama kampına götürmek üzere tutuklar. İşte Hayat Güzeldir, özellikle bu noktadan sonra eşsiz bir filme dönüşür. Guido, korkacağını anlayınca her şeyi farklı anlatır oğluna. Herkesin binmek istediği trenden iki kişilik bir yer almıştır, trende ayakta tıklım tıkış gitmek gerekir, bu çok eğlencelidir, gittikleri yerde bir oyun oynanmaktadır, bu oyunu kazanabilmelerinin yegâne kuralı her ne olursa olsun görevlilere görünmemek, söylenenlere inanmamak ve asla acıktım dememektir. Kocasıyla oğlunun trene bindirildiğini öğrenen Dora da istasyona gelir ve faşistlere toplama kampına götürülmesi rica eder. İsteği son anda kabul edilir ve böylece üçünün kaderi yeniden birlikte yazılacaktır. Benigni’nin dahiyane senaryosu, olağanüstü çekimi ve kusursuz oyunculuğu ile film büyüdükçe büyür. Toplama kampını devasa bir oyun alanı olarak anlatmak… Ve, yaşanan her şeyi oyunun bir parçası olarak oğluna sunmak… Filmde komedi dozu ne kadar yükselirse aynı anda acı dozu da yükselir. Öyle ki en güldüğümüz an, aslında Guido’nun ve tabii oğlu Giosue’nin ölüme en yaklaştıkları anlardır. Güldükçe üzülür, üzüldükçe güleriz. Bu da izleyici olarak bizim iki tarafla da özdeşlikler kurmamıza yol açar. Toplama kampında yaşananlara ancak bir Nazi gülebilir ama biz Guido’yu izlerken kendimizi gülmekten alıkoyamayız. Öte yandan, hiçbir sahnede de içimizden gelerek gülemeyiz bir türlü, yanakları tebessümden şişik ama gözleri yaşlı, en az Benigni’nin anlatımı kadar tuhaf, öylece izleriz. Filmin sonunda oğlunu hayatta tutmayı başarsa da Guido, Müttefik güçleri yaklaştığı için kaçmaya hazırlanan bir Nazi gardiyanı tarafından kuytu bir köşede öldürülür. Ama Giosue hayatta kalmıştır, dahası neler olduğunu pek de anlamamıştır. O pislikle zihni kirlenmemiştir. Soykırım anlatıları için de en çarpıcılarından biri Hayat Güzeldir. Marc Nichanian’ın tezini çürütebilecek ölçüde başarılı bir anlatı. Edebiyat felaketi aktaramaz, diyemiyorum ben kendi adıma. Nichanian kadar keskin bir çizgi çekemiyorum. Tarihin her dönemi büyük acılarla örülü, ölümler, cinayetler, yangınlar, afetler… Veya sadece yapayalnız hissetmek kendini. Bazen bir insan ömrü yetmiyor iyiliği görmeye. Ama hayat her şeye rağmen güzeldir, biz göremeyebiliriz, Guido göremeyebilir ama Giosue görecek. Zaten öyle “iyilik ve mutluluk çağı” diye bir şey yok. İstiyoruz ki kendi kısacık ömrümüzde görelim cenneti. Bunun olmayacağını bile bile… En sıkıştığımız anda Guido gibi gerçekle masalın yerini belki değiştirebiliriz. Hiç olmazsa, hayat güzeldir diye içimizden geçirir, umuda sımsıkı sarılıp enseyi karartma, sal suya deriz. İlgili film https://www.imdb.com/title/tt0118799/