Söyleşiler

Gençler değişim istiyorlarsa kazanamayacak değil kazanacak adaya oy vermeli

Abone Ol
Ali Çarkoğlu, İnce’nin kamuoyundaki popülerliğine şüphe ile yaklaşıyor.  İnce’nin popüler olduğu seçmen kesimi olan gençler konusunda ise; “Gençler gerçekten bir değişim istiyorlarsa kazanabilecek bir adaya oy vereceklerdir. Kazanamayacak bir adaya değil.” diyor. Sunuş

14  Mayıs yaklaştıkça siyasetin tansiyonu yükseliyor. Deprem nedeniyle saha çalışmaları kısıtlı görünüyor. Peki seçmen nasıl karar veriyor.

  • Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun kampanyası seçmene ne söylüyor? Seçmende nasıl karşılık buluyor?
  • AKP tabanını nasıl konsolide ediyor?
  • AKP’nin HüdaPar ve YRP kurduğu ittifaka tabanındaki kadınlar nasıl tepki verir?
  • İnce gerçekten söylendiği kadar popüler mi?
  • Araştırmalar, anketler peş peşe açıklanıyor. Sonuçlardaki farklılıklar anketlerin yöntemlerini sorgulatıyor. Peki anketler nasıl yapılıyor, nasıl yapılmalı?

Tüm bu soruları Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi ve araştırmacı Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ile konuştuk.

Seçime 3 hafta kaldı. Listelerden başlayalım. Siz listelere baktığınızda ne görüyorsunuz?

Akademik perspektiften baktığımda en çarpıcı şey bu meclisin temsil yeteneğinin hâlâ kısıtlı olduğudur. Bu temsil yeteneğinin en basit göstergesi demografik temsil yani bildiğimiz grupların mecliste olup olmamasıdır. Mesela kadınlar, mesela gençler, işçiler, meslek grupları vs. Listelerde açıkçası bu açıdan büyük temsil sorunu var. Bazı alanlarda kota konuyor, örneğin kadın kotası yüzde 25. Neden yüzde 50 değil?

Seçilecek yerlerde olan kadın sayısı çok az. Aynı şekilde gençler için de bu geçerli. Mesela Aleviler, kimlik olarak ne kadar temsil ediliyor emin değilim. Meclis ağırlıklı olarak yaşlı erkeklerden oluşacak. İşçiler, esnaf ya da çiftçiler yani milyonlarca kişinin herhangi bir temsilcisi falan olmayacak.

Evet sadece demografik açıdan bakıldığında sorunlu bir meclis olacak, bu net. Ama diğer yandan düşünsel açıdan hayli zengin ve renkli bir meclis olacağı da açık. Yeşil Sol Parti adaylarından, TİP adaylarına, HüdaPar adaylarına baktığımızda bunu görüyoruz. Bu kadar renkli meclis demek, meclis içinde sert tartışmaların olduğu bir meclis de demektir.

Bakın Çetin Altan’ın 1965-69 arası milletvekilliği dönemi buna bir örnektir. Yeni mecliste de kamuoyunda tanınırlığı yüksek Cengiz Çandar, Hasan Cemal gibi isimler olacak belki. Bunun meclisteki tartışmaları yeni bir düzeye taşıyabileceğini öngörmek mümkün. Kadınlar, gençler, işçiler ve diğer grupların temsilcileri mecliste olmasa dahi düşünce dünyası geçmiş meclislerden oldukça daha renkli ve kuvvetli bir meclis olmasını bekleyebiliriz yeni meclisin.

ERDOĞAN DEĞİŞİM DEĞİL STATÜKO VAAT EDİYOR En çok öne çıkan iki aday var Erdoğan ve Kılıçdaroğlu. Siz baktığınız zaman iki lider, topluma ne söylüyor?

Erdoğan, “Beni biliyorsunuz, benden memnunsanız bana oy vermeye devam edin, memnun değilseniz de aslında hatalarımızı kolaylıkla düzeltebilme yeteneğine sahibiz. Daha evvel yaptığımız iyi şeyler var, onu yapmaya devam ederiz” diyor. Temelde söylediği bu.

Bu açıdan değişim, demokratikleşme yönünde bir geleceğe dair herhangi bir vaat yok. Vaat ettiği şey tam tersine statükonun güçlendirilmesi. Özellikle kadınlar konusunda. Önce İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme, şimdi de Kadını Korumayı hedefleyen 6284 sayılı kanunun kaldırılmasını açıkça isteyen partilerle kurduğu ittifak bize bunu söylüyor. Yani topluma daha muhafazakâr bir paket sunuyor ve bu paketle bir seçmene hitap etmeye gayret ediyor.

Bu açıdan tabanına yeni bir muhafazakâr statüko sunuyor.

MÜTEDEYYİN KADINLARDAN TEPKİ BEKLİYORUM Bu yeni muhafazakâr statüko tabanında tutar mı?

Bu yeni statüko özellikle kadınlar, muhafazakâr kadınlara hiç de olumlu bir gelecek vaat etmiyor. Ve bence o kadınlar da bunun farkında. Bu parti ve anlayışın yeniden iktidar olması durumunda bugüne kadar gördüğünüz AK Parti’yi yarın büyük ihtimal görmeyecek kadınlar.

Bu açıdan muhafazakâr kadınların mevcut kazanımlarından geriye dönmeyi arzulayıp arzulamayacaklarını düşünmek lazım. Ben bu konuda mütedeyyin, muhafazakâr kadınların tepkili olmasını bekliyorum.

Kadın konusunda bu yeni muhafazakâr tutum beklenen bir şey miydi?

Bence evet. Bu politika Ayasofya’nın ibadete açılması, İstanbul sözleşmesinden çekilmenin devamı. Bu açıdan AK Parti, uzunca süredir sürdüğü muhafazakâr kimlik politikasını derinleştirerek sürdürüyor. HüdaPar ve YRP ile kurduğu ortaklık sadece daha çok oy için değil aynı zamanda bu yeni ideolojik dönüşümün de bir sonucu.

Peki buna AKP tabanından kadınların tepkisi ne olur? Sonuç olarak 28 Şubat, başörtüsü tartışmalarının öznesi olan kadınlar kamusal alanda siyasallaştılar, bir anlamda özne oldular. İktidar şimdi bu kazanımları ortadan kaldırmak istiyor…

Çok haklısınız. Benim kanaatim AK Partili mütedeyyin kadınlar bu yeni siyasal konumlanmayı destekleme eğiliminde olmayacaklardır. Sonuçta AK Parti’nin iktidara gelişi aslında muhafazakâr kadınların özgürleşmesiyle gündeme geldi. Bu da cumhuriyet tarihinin belki en başarılı projelerinden birisi oldu. Bu başarıyı devam ettirmek yerine buradan bir anlamda geri dönüş sinyali vermesine ben tabandan tepki geleceğini düşünüyorum

KİMLİK SİYASETİ VE SOSYAL POLİTİKA İLE OYUNU KONSOLİDE EDİYOR Peki AKP 21 yıllık iktidarında yüzde 30’luk bir kemik kitleyi nasıl inşa etti?

Öncelikle 2002 sonrası ilk 8-10 yıl ekonomik açıdan sonrası dönemle karşılaştırılamayacak kadar rahat geçti. Ekonomik zorlukların seçimlerde ilk hissedilişi Haziran 2015’te olmuştur. Bir de tabi AK Parti kuruluşu itibariyle farklı siyasi eğilimlerin bir koalisyonu oldu. İçinde ANAP, DYP geleneğinden yani merkez sağ partilerden insanlar vardı. MHP’den de Millî Görüş geleneğinden de siyasiler vardı. Olmayan belki sadece CHP’lilerdi ki biraz düşününce eski CHP’lilerin de AK Parti içinde kendilerine yer bulabildiklerini hatırlamak mümkün.

2011’e kadar merkez sağ partilerin oy oranı olarak varlıklarını sürdürmeleri AK Parti’nin merkez partisi olmasını bir anlamda sürdürmesine yol açtı. Ama 2011 seçimlerinde merkez sağ partiler siyasi varlıklarını büyük ölçüde yitirince çoğunluğu AK Parti’ye katıldı ve onlar AK Parti içinde eridi. Bu partilerin ekonomik olarak görece daha güçlü ve seküler hassasiyetleri ön planda olanları da CHP’deler. 2015 sonrası da AK Parti bu tabanı kimlik siyaseti ve sosyal politika araçlarıyla konsolide etti. AK Parti’nin bugüne kadar bu yüzde 30’u korumasının temel nedeni iktisadi konular kadar diğer konulardaki başarısını öne çıkarabilmiş olmasıdır.

Bugün AK Parti hâlâ evet ekonomik kriz var ama biz çözeriz diyebiliyor. Ama krizi çıkardığını kabul etmiyor, krizi dış güçlere bağlıyor. Dış güçlerle her alanda mücadele içinde olduklarını da etkili bir şekilde anlatıyor, bu alanda bir başarı hikayesi oluşturabiliyor.

Bunun dışında hâlâ SİHA yaptım, TOGG’u yaptım diyebiliyor ama insanlar moda tartışmayla soğan alamıyor. Tabii bu büyük başarı hikayesindeki çelişkileri ve gerçekleri topluma anlatacak olan ise muhalefet. Seçimlere bu tepkilerin yansıması için hem eleştirel bir anlatı gerekli hem de “biz daha iyisini yaparız!” iddiasının ikna edici olması gereklidir. Muhalefetin şu anda süren seçim kampanyası bu ikna sürecidir.

Erdoğan ve kampanyası, bir çöküşün önüne geçmek ve mümkünse işi ikinci tura bırakıp ikinci tura kadar iddiasını sürdürmek. Bunu kendi ekibini bir arada tutmak için de yapıyor. O yüzden bu seçimi AK Parti kaybetse bile bunun bir DSP örneğine benzer bir çöküş olmasını beklemiyoruz şu anda. Ama bu seçimde yüzde 30’ların altına düşmüş bir AK Parti’de dağılma başlayabilir. O zaman parti içi dinamikler farklı işleyebilir.

İlk turda Kılıçdaroğlu’na kaybetmiş bir parti lideri ve %30’un altında bir parti olarak AK Parti organizasyonu devam edebilir mi? Bu açıdan meclis seçimlerinde partinin kuvvetini koruyabilmesi önemli gibi görünüyor. Ancak daha iyimser bir senaryoda da %35 civarı bir oyu olan AK Parti’nin cumhurbaşkanlığını kaybetmesiyle parti disiplinini devam ettirebilmesi güç olacaktır.

KILIÇDAROĞLU DEĞİŞİM VAAT EDİYOR Peki Kılıçdaroğlu?

Şimdi Kılıçdaroğlu’na baktığımız zaman Japonya’da Sakura dönemi gibi bahar çiçeklerinin olduğu bir filmle karşımıza çıkıyor. Bahar çiçekleri yeni bir başlangıç, yeni bir dönemdir.

Nasıl bir yeni dönem olacak daha henüz tam belli olmasa da bunu vaat ediyor. Bu yeni dönemdeki büyük vizyon nedir belki o biraz karışık.

Niye karışık?

Altılı Masa olarak 2300 maddelik uzun bir vaat listesi yayınladılar. Ben bunun seçmen karşısında anlaşılmaz ve çekiciliğinin de sınırlı olduğunu düşünüyorum.

Seçmenin bu konuda söyleyeceği tek şey; “Bunlar ödevlerine çalışmışlar” olabilir. Ki bu da önemli bir şey. O yüzden bu vaatler arasında en çarpıcı olanları, insanların hayatlarına dokunacakları kampanya malzemesi yapmak önemli bu aşamada.

Bunu ölçtünüz mü sahada?

Evet saha çalışmalarımızda, derinlemesine mülakatlarda insanlara hatırlıyor musunuz bir tane vaat diye sorduğumuzda, insanların hatırlamadıklarını gözlüyorum. Bence hatırlamaları şart da değil önemli olan bilinirlilikleri, hazırlıklı olmaları. Bu konuda söylediğim gibi yol alınmış.

Bence Kılıçdaroğlu ve Altılı Masa şunu söylüyor, biz bir ekibiz, birbirine benzemeyen altı partiyiz ve bu da bizim kuvvetimizdir. Tüm farklılıkları gözeterek ayrımcılığa yol vermeden refah yaratabiliriz. Siz de bu geleceğe bizimle birlikte inanın.

VAATLER YETERLİ Sizce bu yeterli mi?

Benim kanaatim bunun yeterli olması gerektiği. Sonuçta seçmenlerin projelerin detaylarına hâkim olması son derece zordur. Yani hep söyleniyor ya, “nerede projeniz, bunun parasını nereden bulacaksınız vs.”; bence bunlar teknik iktisatçı konuşmaları. Sokaktaki insan bunu anlamayacaktır. İnsanlar hayatlarını iyileştirecek basit vaatlere ve bu ekip bunu yapabilir mi sorusunun cevabına bakıyor

Bakin seçim 14 Mayıs’ta yapılacak değil mi. DP 1950 seçiminde “Yeter Söz Milletin” dedi ama bunun sokaktaki karşılığı yeter söz milletindir değil “yetti gayri”dir. Yani sokaktaki insan her şeyi kendi diline tercüme ediyor. Adayların buna dikkat etmesi yeterli.

Bu sokaktaki insanlar neye göre oy verecek? Ekonomi mi, güvenlik mi?

2002’den bu yana seçmenlerin neye göre karar verdiğini, hangi konuları önemsediğinin takip ediyoruz. Bütün bu süreçte en önemli konu kuşkusuz ekonomi. Ama ekonomi kadar ön plana çıkmasa da güvenlik ve dış politika da seçmen tarafından dikkate alınıyor.

Bu soruyla birlikte kaçınılmaz olarak 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 seçimleri ve bu iki seçim arasında yaşananlar aklımıza geliyor. 7 Kasım öncesi ekonomi ön planda iken 2 seçim arasında yaşanan PKK ve İŞİD eylemleri ve şiddet ortamı, MHP’ye giden oyların yeniden AK Parti’ye dönmesi ile partinin oyu 40.9’dan 49.5’a çıktı.

İki seçim arasında güvenlik kaygısı o kadar öne çıktı ki seçimi belirleyen bu oldu.

Bugün Türkiye’de böyle bir tehdit yok, şiddet ortamı yok. Bazı tekil olaylar oluyor ama bunu genelleştirmek doğru değil. Dahası ülke ekonomisi korkunç bir kriz içinde. İktidar güvenlik endişesini, tehdidini gündeme getirmek isteyebilir, çünkü böyle bir ortam ona yarar. Çünkü muhalefetin bu konuda yapabileceği hiç bir şey yok.

Bu yüzden muhalefet tüm enerjisini ekonominin iyileştirmesine ve sosyal politikanın güçlendirilmesine, arttırılmasına ve yaygınlaştırmasına vermelidir.

İktidarın özellikle kadınlar üzerinden daha muhafazakâr bir düzen hedeflediği bir ortamda muhalefetin ekonomi, sosyal haklar, kadınların ve gençlerin özgürlüğünü, haklarını korumayı öne alan politikaları güçlü biçimde seslendirmesi doğru olacaktır. Yani bu yeni muhafazakâr statükoya karşı yeni bir demokratikleşme ve özgürleşme önererek seçmeni geleceğine dair net bir mesaj vermeye davet etmeliler. Daha çok demokrasi, özgürlük ve refah mı, yoksa eskinin daha muhafazakâr bir devamını mı tercih edecek seçmen? Muhalefetin sorması gereken büyük soru budur.

İNCE’NİN YÜKSELİŞİ KONUSUNDA ŞÜPHELİYİM Gelelim Muharrem İnce konusuna. Nedir İnce’yi böylesine tartışılır kılan?

Ben açıkçası bu konuya çok şüpheci yaklaşıyorum. İnce’nin söylendiği kadar yüksek oy alması bana gerçekle bağı çok zayıf olan bir iddia gibi geliyor.

Öncelikle gençlerin Türkiye’de bu böyle devrimsel değilse bile değişimi besleyen, değişimi çağıran, değişim isteyen tavırları var mı? Açıkçası ben bunu görmüyorum. Yani kamusal alanda böyle bir siyasallaşma yok. Olsa haberimiz olur, bilirdik, izlerdik.

Bakın 60’ların sonu 70’lerin başındaki siyasi iklime. Orada gençler var. Ve gerçekten, değişim istediler ve bunun için eylemlilik içindeydiler. Giyim tarzlarıyla, aldıkları tavırlarla, yazdıklarıyla, dinledikleri müziklerle, okudukları dergilerle, şununla bununla bu değişimi istediklerini gösteriyorlardı.

BU DESTEĞİ KAMUSUAL ALANDA GÖRMÜYORUM Şu anda böyle bir gençlik yok diyorsunuz…

Açıkçası ben göremiyorum. Belki ben gençlikten kopmuş olabilirim ama Türkiye’de böyle bir gündem yok. Bir diğer açıklama da işleyen bir demokrasinin olmaması gençlerin tepkilerini eskiden dile getirebildikleri gibi siyasete dökememeleri sonucunu doğuruyor şeklinde olabilir. Ama siyasette de su akar yolunu bulur. Belki bu yol seçim öncesinde görünür belki de seçimde bir sürprizle görünür. Ama her durumda Muharrem İnce’nin bu kesimi siyaseten kullanabiliyor olması bana pek ikna edici bir açıklama gibi gelmiyor.

Ben Muharrem Bey’in o kadar aktif bir şekilde gençler karşısında büyük bir destek bulduğunu, en azından kamusal alanda görmüyorum.

Fakat araştırma sonuçlarından görüyoruz…

Burada ben en başta söylediğim metodolojik bir takım sorunlar olabilir. Telefonla yapılan anketlerde bu ön plana çıkıyor olabilir ya da değişik online paneller var buralardaki gençlerin teveccühü buraya yöneliyor olabilir. Bunların hepsini büyük bir şüpheyle değerlendirmek lazım.

En nihai söylenebilecek şey gençler gerçekten bir değişim istiyorlarsa kazanabilecek bir adaya oy vereceklerdir. Kazanamayacak bir adaya oy vermeyeceklerdir.

BİLİMSEL ANKET BULMAK ZOR Bu bölümde anketlere gelelim hocam. Son yıllarda araştırma şirketlerinin araştırmalarındaki makas farkları çok arttı. Bir şirketin yüksek bulduğunu bir başkası düşük buluyor ya da tersi. Siz şirketler arasındaki bu farkı neye bağlıyorsunuz?

Açıkçası bu konuda ben de şikayetçiyim. Şirketlerin buldukları sonuçlar arasındaki bu farklılıkları, bu araştırmaların herhangi bir bilimsel kritere uymamalarına bağlıyorum.

 Nedir o herhangi bilimsel kriter?

Herhangiden kastımı açmak gerekirse gerek örneklem seçimi gerek soruların soruluş şekli standartlara uygun değil. Standarttan da kastım nedir; örneklemin rastsal olarak seçilmesidir. Yani örneklemin rastsal örneklem dediğimiz bir yöntemle seçilmesi gerekir.

Rastsal örneklemin ana mantığı, Türkiye’de seçmen yaşında olan vatandaşların bu örnekleme dahil edilme olasılığının eşit ve bilinir olmasına dayanır.

Yapılan araştırmalar buna uyulmuyor mu?

Hayır, bu araştırmalar kota örneklemi ile yapılıyor. Bu yöntemin bilimsel gerçekliği yoktur. Bunun sebebi de kota uyguladığınız zaman istatistiki çıkarımlarda bulunamazsınız.

Kotanın mantığı hedef kitle içerisinde bildiğiniz oranda bir takım gruplara ulaşmayı hedeflersiniz. Yani hedef Türkiye nüfusunun içerisindeki kadın ve erkeklerin hangi yaşta ve hangi eğitimde olduklarını biliyoruz. Ama bunun İstanbul’da ne kadar olduğunu ya da Diyarbakır’da ne kadar olduğunu bu kırılımda bilmiyoruz. Bilsek dahi her ile gidildiğinde bu ilde o oranlarda yani ne kadar yüksek öğrenimli, 50 yaşın üzerinde kadını bulmaya çalışır bu kota yöntemi. Bu da ne demektir? Yani Diyarbakır’da 50 yaş üzeri, üniversite bitirmiş bir kadın bulalım telaşı başlar. Herkes birbirine sorar nerede bu kadınlar?  Bir kadını bulursunuz o kadın rastsal bir örneklem olmaz. Sadece o kotayı doldurmak için bulunmuş bir kadın olur.

Tüm araştırmalar böyle mi yapılıyor?

Benim bildiğim kadarıyla kotasız yaptığını söyleyen kimse yok şu an itibarıyla. Bir tek belki telefon anketleri olabilir farklı olarak. Bu yöntemde de bize söyledikleri “telefondan rastsal numara arıyoruz” diyorlar. Güzel.

Bu durumda bu telefonların numaralarını nereden aldığınız orada önem taşır. Ben bu şirketlerin Türkiye’deki tüm cep telefon numarasını alabilme imkânları olduğunu hiç zannetmiyorum. Yani Türkiye’deki bütün cep telefonlarının numaraları bir anket firmasının elinde olma ihtimali yoktur. Evet ellerinden on milyonlarca olabilir ama hepsi yoktur. Zaten varsa da nasıl olup da bu bilgiyi elde ettiklerini sorgulamamız gerekir. Rastsal numaralar oluşturma yöntemi de düşünülebilir ancak bu yöntemin coğrafi dağılımı beklentilerimize uydurmak sorunlu olacaktır.

Neden?

Çünkü telefonda kaydı Diyarbakır’da olan insan pekâlâ İstanbul’da olabilir. Bu durumda bu sonucu İstanbul’a mı, Diyarbakır’ mı yansıtacaksınız? Oysa nüfusu temsil yeteneğine sahip örneklem seçilirken bölge ve il nüfusları dikkate alınarak çalışılır.

Bu açıdan cep telefonu ile yapılan anket çalışmalarında örneklem baştan sona sorunludur. İşin daha da kötüsünü söyleyeyim; benim anladığım kadarıyla bazı şirketler anketlerin bir kısmını yüz yüze yapıyorlar, bir kısmını da telefonla yapışıyorlar. Bu da baştan sona bizim prensiplerimize aykırıdır.

Niye?

Çünkü böyle hibrit bir modelde sorular aynı olamaz. Araştırma hangi hangi modalite ile yapılıyorsa sorular ona göre formüle edilir. Yani bu iki farklı anket yönteminde aynı eğilimlerle cevap geleceğini varsayamazsınız gelmez de zaten.

Bunlar şu açıdan önemli. Bütün bunlar birer teknik tartışma gibi görünse de bunların hepsi şu anda piyasadaki anketlerde kullanılıyor ve farklı sonuçların ardında temel olarak bu sorunlar var.

O yüzden araştırmalarda açıklanamayacak farklar oluyor. A Partisinin oyunu bir araştırma şirketin yüzde 40, diğerinin yüzde 30 bulmasının nedeni budur. Sonuç olarak eğer rastsal örneklemle yapılmış olsalar bu araştırmalarda sadece örnekleme bağlı yanılma payının +/- yüzde 2.5 olması beklenir.

Araştırmalar arasında bu kadar büyük farklar varsa bu çalışmaların hiç birinin açıkçası hiç birinin bilimsel bir değeri olmamasındandır. Son bir şey söyleyeyim...

Buyrun…

Araştırmaların künyesine baktığımda ben çoğunlukla şunu görüyorum; şu şu tarihlerde 2 gün içinde bitirildi ya da şu hafta cumartesi-pazar yapıldı. Bakın ben 25 senedir anket yapıyorum, ben hiçbir anketi iki günde bitiremedim yani bunu hiç beceremedik.

Neden?

Olmadı çünkü, rastsal bir şekilde gittiğiniz her evde o kişiyi evde bulmanız, o kişiyle görüşmeniz son derece zordur. Bu yüzden 2 sefer hatta 3. sefer gitmeniz gerekebilir.

İki günden biten araştırmalar bana şunu söylüyor; gittikleri evde biri yoksa, yan daireye olmazsa üst kattaki ya da alt kattaki daireye gidiyorlar. Yani seçilenle değil, bulunanla görüşülüyor. Bu yüzden ben anketin kaç günde bitirildiğine baktığımda bu anketin doğru dürüst bir çalışma mıdır, değil midir anlayabiliyorum.

Bütün söylediklerinizden şunu mu çıkarmalıyım; piyasada olan araştırmalara güvenmemeliyiz…

Hiç birine güvenmememiz lazım. Evet sonuçların üç aşağı, beş yukarı nasıl bir eğilim içinde olduğuna dair tahmin verebilirler o kadar. Ki onu biz sokağa çıktığımızda da zaten görebiliriz.

BİLİNEBİLİR VE BİLİNEMEZİN FARKINDA OLUNMALI Peki uygun yöntem nedir?

Anket teknolojisi ile neler bilinebilir neler de bilinemez farkında olmak gerekir. Sadece örneklem seçimine bağlı hata, eğer rastsal örneklem ile çalışıyorsanız +-2.5 puandır. %2-3 lük parti ve adaylar hakkında yorum yapmanın bir anlamı yoktur. Teknik diğer detaylarına girmiyorum. Ancak sahanın nasıl yürütüldüğüne, soruların nasıl dillendirildiğine bağlı olarak da hatalar olacağını da kabul etmeliyiz. Zaten bu nedenle pek çok yerde sınanmış soruların kullanılması önerilir.  Sıradan bir vatandaşa seçimde parti ya da aday tercihini sormadan önce ekonomik durumunun nasıl olduğunu sorduğunuzda alacağınız cevaplar ile bu soruları sormadığınızda alacağınız cevaplar farklı dağılacaktır. Hangi şirketin, hangi sıralamayla sorularını nasıl dillendirdiğini de pek çok zaman bilmiyoruz.

Deniliyor ki “biz zaman içindeki eğilimleri gösteriyoruz!” Bunun ikna edici olması için bir zaman noktasından diğerine değişimlerin +-2.5 puandan büyük olmaları gerekir. Bir puan aşağı bir puan yukarı aslında hiç birşey değişmiyor demektir. Bu durumda pek çok çalışmanın hiçbir değişime işaret edemediğini görmemiz gerekir. Bunu da yine rastsal bir örneklemle doğru dürüst sorulmuş bir sorucetveli ve düzgün bir saha çalışması yapılması kaydıyla söylüyorum.

Örneklem ve diğer teknik kısıtlar dikkate alındığında yapılması gereken elde edilen verilerle ne tür demografik özellikleri ve hassasiyetleri olan seçmen gruplarının tercihlerinin hangi adaya ya da partiye meyletme eğiliminde olduğunu ortaya koymaktır. Bu eğilimler çok da kuvvetli olmayan bir nedensellik ilişkisine işaret ediyor mu? Bu konuda ne söyleyebiliriz diye düşünmek gerekir. Bunlar dışında pek de bir şey söylenemeyeceğini kabul etmek gerekir. Günlük kampanya tartışmalarına katılmak bu açıdan bence pek mümkün değildir.

Pek çok zaman bir adayın birkaç hafta yükselip sonra ortalardan kaybolduğunu gözlüyoruz. Bu görünüş ve kayboluşların nedeni hakkında bir şey söylenebiliyor mu? Söylenmiyor ve söylenemez de zaten. Çünkü bu adaylar hata payı içerisinde olmasalar bile örneklemin içerisinde ufak bir gruba karşılık gelmektedirler ve bu gruplar için anlamlı bir hikâye yazabilmek çoğu zaman mümkün değildir. Eldeki veri buna olanak sağlamaz.

Zaten kısa soru cetvelleriyle çalışan bu piyasa araştırmacıları çoğu zaman seçmen tercihlerini açıklama yeteneği olan literatürde bilinen soruları da hiç sormuyorlar bile. Yani elimizde sadece açıklamak istediğimiz bir parti ya da aday tercihi olsa da bunu açıklayabilecek ideoloji, dindarlık, ekonomik durum değerlendirmeleri, performans ölçütleri vs. hiç sorgulanmıyor.