Gelecek Siyaseti, neoliberal otoriter popülizme karşı farklı bir dünya ve Türkiye’nin mümkün olduğunu önerebilir ve bu önerisini yeni bir siyaset anlayışı geliştirerek güçlendirebilir.
Yaşadığımız dünya ve Türkiye, bir taraftan, yaşamımızı ve geleceğimizi belirleyen “
sağlık, gıda, gelir, iş, refah, temel ihtiyaçlar ve küresel ısınma” v.b sorunlar ve risklerle karşıya karşıyadır; diğer taraftan da toplum yönetiminde ve siyaset alanında, “
algı, retorik ve demogoji”nin gerçeğin, bilginin, bilimin önüne geçtiği “
gerçek ötesi” bir dönemden geçmektedir.
Toplumsal ve bireysel yaşamımız “
belirisizlik”, “
yaşamsal güvensizlik” ve “
risk toplumu” tarafından şekillenmekte, “
korku”, “
tedirginlik” ve “
kaygı” duyguları toplumsal ve bireysel psikolojimizi belirlemekte, buna karşılık ne siyaset, ne devlet yönetimi bize güvenli bir sığınak sağlamaktadır.
NEOLİBERALİZM-OTORİTER POPULİZM KISKACI
Aksine, siyasetin
dost-düşman ayrımı ve
yıkıcı kutuplaşma üzerine kurulduğu bir dönemi yaşıyoruz.
Belirsizlik, güvensizlik, risk, korku, tedirginlik, kaygı sorunlarını çözmeye çalışan değil, tam aksine, bu sorunları körükleyen, bu sorunlardan beslenen, ve bu yolla rakiplerini düşmanlaştıran bir siyaset anlayışının tercih edildiğini görüyoruz.
“
Neoliberalizm”, “
Rekabetçi Otoriterleşme” ve “
Popülizm” bu siyasete verdiğimiz ad.
Bu siyaset anlayışı, küreselleşen dünyayı ve Türkiye’yi, hem piyasa hakimiyeti ve refah-gelir eşitsizliği, hem de demokratik durgunluk anlamına gelen “
neoliberalizm-otoriter popülizm kıskacı”na sokuyor.
Gerçek ötesi ve algı alanında üretilen retorik ve demogoji, neoliberalizm-otoriter popülizm kıskacını güçlendiriyor.
Bu siyaset, temel ihtiyaçlar yerine kimlik siyasetini, toplumsal uyum yerine yıkıcı kutuplaşmayı, kapsayıcılık yerine güç yoğunlaşmasını, devlet kapasitesi yerine devlet egemenliğini, liyakat yerine lidere mutlak sadakati, denge ve denetleme yerine güçler birliğini, ademi merkeziyetçilik yerine yönetimin merkezileşmesini, eşit vatandaşlık yerine makbul vatandaşlığı, çoğulculuk yerine tekliği tercih ediyor.
21.yüzyılın ilk yirmi yılında bu siyaset anlayışının küreselleşen dünyada, farklı ülkelerde ve Türkiye’de hakim olduğunu gördük.
Gelecek Siyaseti ile küreselleşmeyi, devlet, demokrasi ve kimlik ilişkilerini nasıl düşünmeliyiz sorusuna yanıt bulmaya çalıştık.
11 Eylül teröründen Arap Baharı’na, 2008 küresel ekonomik krizinden işsizlik ve yoksunluk sorunlarına, iç savaşlar ve şiddetten iklim değişikliği ve küresel ısınmaya ve demokratik durgunluktan otoriter popülizme kadar geniş alanda yaşadığımız
çoklu krizler de bu siyaset anlayışının güçlenmesine katkı verdiler.
GELECEK SİYASETİ
Bununla birlikte, 2000’li yıllar, aynı zamanda, piyasa, yatırım, finans odaklı bir ekonomik büyüme anlayışı yerine sürdürülebilir ve dayanıklı insani kalkınmaya vurgu yapan; işsizlik ve başta sağlık, gıda, su, iklim gibi temel ihtiyaçlardan yoksunluk sorunlarına çözüm bulunması talebini dile getiren hakkaniyet-demokrasi-eşit vatandaşlık hakları isteyen toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasına ve küreselleşemesine de sahne oldu.
Güvenlik-ekonomi eksenini demokrasi ve iklimin önüne koyan neoliberalizme ve otoriter popülizme karşı,
sürdürülebilir insani kalkınma, kapsayıcı yönetim ve tüm canlıları, doğayı ve gezegeni içine alan yaşamsallık haklarını savunan bir siyaset anlayışının aşağıdan yukarıya ve toplumsal hareketler içinde geliştiğini gördük.
2020 yılından bugüne Amerika, Latin Amerika, Kanada, Almanya, Avrupa’da yapılan seçimlerde de, “
demokrasi-ekonomi-iklim-insani güvenlik” eksenin de yapılan tartışmaların siyasi rekabeti ve seçim sonuçlarını belirlediğini gözlemledik.
Eşitsiz ve ısınan dünya sorunları, devlet egemenliğinin bir kez daha biçim değiştirmesine ve vurgunun egemenlikten kapasite ve yönetişime kaymasına sağlık-eşitsizlik ve ısınma tercihi ve tartışması içinde, “haysiyet”, “hakkaniyet”, “adalet”, ve “haklar-özgürlük” kavramlarına ve ilkelerine referans verilmesine neden oldu.
Covid 19’a karşı mücadelede başarılı ülkeler, kapsayıcı yönetime sahip, sağlık alanında devlet kapasitesi güçlü ve devlet-toplum/birey ilişkilerinde toplumsal uyumun yüksek olduğu ülkeler (örneğin, Yeni Zellanda, Güney Kore, Almanya, İskandinav ülkeler) oldu. Buna karşın, başta Trump yönetimi altında Amerika olmak üzere neoliberal otoriter popülizmin toplum yönetimini belirlediği ülkeler ise başarısız performans gösterdiler.
Bu yeni dönemin, liderler ve hükümetler düzeyinde, yukarıdan aşağıya hareket eden ve devlet güvenliğini ve ekonomik büyümeyi ön plana çıkartan siyaset ve yönetim anlayışı ile alttan gelen, muhalefet aktörleri, sivil toplum ve toplumsal hareketler tarafından götürülen ve salgın-işsizlik-eşitsizlik-küresel ısınmaya karşı mücadele taleplerini seslendiren bir siyaset anlayışı arasındaki yaşanan rekabetin ve gerilimlerin derinleşmesine sahne olacağını ön görebilmek mümkün.
Hiç kuşkusuz bu rekabetin ve gerilimin kimin lehine ve nasıl çözüleceğini göreceğiz.
Evren Balta ile karşılaştırmalı örnekleri, küresel eğilimleri, akademik ve kamusal tartışmaları izleyerek bu yeni toplum yönetimi ve siyaset anlayışına “
Gelecek Siyaseti” nitelemesiyle yaklaştık.
Gelecek Siyaseti ile küreselleşmeyi, devlet, demokrasi ve kimlik ilişkilerini nasıl düşünmeliyiz sorusuna yanıt bulmaya çalıştık.
Gelecek Siyaseti, neoliberal otoriter popülizme karşı -ki hegemonyasını hala sürdürmekte olduğunu da vurgulayalım- farklı bir dünyanın ve Türkiye’nin mümkün olduğunu önerebilir ve bu önerisini yeni bir siyaset anlayışı geliştirerek güçlendirebilir.
GELECEK SİYASETİ VE TÜRKİYE
2022 ya da 2023’de yapılacak seçimler yaklaştıkça, özellikle muhalefet için Gelecek Siyaseti’nin önemli, yararlı ve etkili bir referans olacağını düşünüyorum.
İttifak siyasetinin şekillendirdiği siyasi alanda, iktidardaki Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı ve genelde muhalefet partileri arasındaki ilişki yeni bir hikâye ya da yeni bir Türkiye vizyonu üzerinden siyaset yapmaya dayanmamaktadır; aksine “
rakibi hata yapmaya zorlama, bölme ya da rakibin hatalarından yararlanma” stratejisi üzerine gelişmektedir.
Yeni bir hikâyesi ve vizyonu kalmayan Cumhur İttifakı’nın seçimleri kazanması ancak rakiplerinin hata yapmasıyla mümkün olacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sadece seçimleri kazanmaya odaklanmakta ve oyununu tümüyle bu strateji üzerine kurmakta, ve
etnik (Kürt sorunu, terör, HDP-PKK İlişkisi);
muhafazakâr (dinsel değerlere ve sembollere saldırı),
CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu ve
İstanbul Belediyesi ve Ekrem İmamoğlu kartlarını kullanarak muhalefet ekosistemi içinde hata yapma ve bölünme olasılığını yükseltmek istemektedir.
Bu strateji şu anlama geliyor:
yeni bir hikâyesi ve vizyonu kalmayan Cumhur İttifakı’nın seçimleri kazanması ancak rakiplerinin hata yapmasıyla mümkün olacaktır.
Peki, bu stratejiye karşı muhalefet ne yapmalı? Nasıl hata yapma ve bölünme riskini minimize etmeli?
Millet İttifakı’nın genişlemesi, altı parti ve bu partilerin liderlerinin bir araya gelmeleri, birlikte istişare etmeleri, ittifak içi tutarlılık sağlamaya çalışmaları, Erdoğan’ın seçim stratejisini bozmak için önemli, gerekli ama yeterli değildir.
Yeterli olacak olan, bu sorulara yanıt olarak sadece Cumhur İttifakını eleştirmek değil daha da önemlisi
farklı ve inandırıcı bir Türkiye öyküsü ve vizyonu ile siyaset yapmaktır. Ki bu siyasetin ip uçlarını Gelecek Siyaseti içinde arayabiliriz.