Michael Roberts Isabelle Weber, Massachusetts Amherst Üniversitesi İktisat Bölümü’nde yardımcı doçent ve How China Escaped Shock Therapy (Çin Şok Terapisinden Nasıl Kurtuldu) kitabının yazarıdır. Kısa süre önce Guardian gazetesinde COVID krizinin ardından birçok ekonomiyi etkileyen enflasyon artışıyla başa çıkmak için fiyat kontrolleri uygulanması gerektiğini ileri süren bir yazı kaleme aldı.[1] Weber’in makalesi sadece 800 kelime uzunluğundaydı, ancak radikal Post Keynesyen iktisatçılar ile ortodoks Keynesyenler arasında fiyat kontrollerinin genel olarak artan fiyat enflasyonunu kontrol etmedeki ve büyük ekonomilerdeki mevcut enflasyon artışıyla başa çıkmadaki etkinliği konusunda büyük bir tartışma yarattı. Weber, Çin’in eşi görülmemiş ekonomik yükselişi döneminde ülkenin Komünist liderlerinin ekonomi politikasındaki zikzaklar hakkında çok beğenilen bir kitap yazdı.[2] Weber, ABD’nin görece radikal iktisat bölümlerinden birinde görev yapıyor ve görünüşe göre Minsky ve Kalecki gibi Post Keynesyen yazarların büyük bir hayranı (ama belli ki Marx’ın değil); aynı zamanda Modern Para Teorisi’nin destekçisi. Enflasyon oranları büyük ekonomilerin çoğunda 1970’lerden beri görülmemiş olan seviyelere yükseliyor. Bazı ana akım iktisatçılar enflasyondaki bu artışın COVID sırasında hükümetler tarafından kendilerine büyük miktarlarda para verilen tüketicilerin aşırı talebinden (yani “parasal genişleme”) ve ekonomik toparlanmayı desteklemek için tasarlanmış mali teşvik programlarından kaynaklandığını savunuyorlar. Bu önlemlerin çoğu giderek artan bir şekilde merkez bankası kredileri ile finanse edilmektedir (Modern Para Teorisi’nde öngörülen biçimde). Ana akım görüş parasal genişlemeyi faiz artırımları yoluyla dizginleme zamanının geldiği yönünde. Post Keynesyenler ve Modern Para Teorisi destekçileri buna karşı çıkıyor ve mali destek ile parasal genişlemeye devam edilmesi gerektiğini söylüyorlar. Weber, parasal sıkılaşma ve mali kemer sıkma politikalarına (yani artan enflasyonu kontrol etmek amacıyla daha fazla vergi ve daha az harcama) alternatif bir politika öneriyor: fiyat kontrolleri. Weber, makalesinde mevcut enflasyon sarmalını 2. Dünya Savaşı sonrasındakine benzetiyor. O dönem ana akım iktisatçılar bile fiyat kontrollerini savunmuşlardı. Weber, “Fiyat kontrolleri pandemi süresince devam edecek darboğazlarla başa çıkmak için zaman kazandırabilir” diyor. Çok saygı duyulan Keynesyen iktisatçı J. K. Galbraith’ten alıntı yapıyor:  “Fiyat kontrollerinin rolü stratejiktir. Enflasyonu durdurma konusundaki etkisi iktisatçıların tahminlerinden daha fazla olmaz. Ne var ki hem bir başlangıç sağlar, hem de alınacak önlemler için zaman kazandırır”. Yani bu sadece kısa vadeli bir önlem. Ne var ki Weber daha sonra “Stratejik fiyat kontrolleri kamu yatırımlarını ekonomik toparlanma, iklim değişikliğinin azaltılması ve karbon nötrlüğü yönünde harekete geçirmek için ihtiyaç duyulan parasal istikrara da katkıda bulunabilir” diye ekliyor. Başka bir deyişle bu kısa vadeli bir önlem değil, enflasyonu süresiz olarak kontrol edecek kilit bir politikadır; yani bu durumda Modern Para Teorisi’nin öngördüğü şekilde merkez bankaları tarafından finanse edilen kamu yatırımlarının kısılması gerekmiyor. Ana akım iktisatçılar Weber’in argümanına oldukça hırçın bir şekilde feveran ettiler. Özellikle ortodoks Keynesyen guru Paul Krugman’ın tepkisi çok sertti. Bunun nedeni hükümetlerin piyasalara itaatsizlik edememesinin neoklasik iktisadın bir yasası olmasıdır: piyasa fiyatları üzerindeki kontroller hükümet tarafından dayatılırsa bu önemli “arz ve talep” dengesizliklerine, yani arz kıtlığına ve hatta doğrudan durgunluğa yol açacaktır. Piyasanın fiyatları yönetmesine izin verin çünkü güneşin doğudan doğmasını engelleyemezsiniz: eğer yaparsanız sonsuza kadar karanlıkta kalırsınız. Bu karşı çıkış kısmen hatalıdır. Bunun nedeni kapitalist ekonomilerin birçok sektöründe fiyat kontrollerinin hâlihazırda yürürlükte olmasıdır: kira kontrolleri, birçok ülkedeki ulaşım ücreti fiyat artış tavanları ve gaz, su ve elektrik gibi kamu hizmetlerinde fiyat tavanları buna örnek. Özel “tekel”ler ve devlet endüstrilerine yönelik fiyat düzenlemeleri her yerde mevcut. Ancak Weber’in “stratejik fiyat kontrolleri”nden kastettiği bu değil. Weber’in analizinde fiyat kontrolleri enflasyonu kontrol etmek için ana akım iktisatçıların savunduğu parasal sıkılaşma ve mali kemer sıkma karşısında bir politika alternatifi olarak sunulmaktadır. Ancak kapitalist ekonomilerde fiyat kontrolleri yükselen veya yüksek enflasyonu kontrol etmek için tam anlamıyla işe yaramayacaktır çünkü enflasyon kapitalist bir ekonomide kontrollerden daha güçlü olan hareket yasaları tarafından belirlenmektedir. Elbette ki ilaçlar veya nakliye ücretleri üzerindeki fiyat kontrolleri belki sadece birkaç şirketin fiyat belirlemede hâkim olduğu belirli sektörler açısından bir rol oynayabilir, ancak bu tür kontroller ekonominin bütününü değil sadece bir sektörü kapsadığından genel anlamda etkili olmayacaktır. Belirli hedeflere yönelik fiyat kontrolleri bir ekonomideki genel arz-talep hareketlerini bozmayabilir, ancak tam da bu nedenle başka faktörlere bağlı genel fiyat enflasyonu üzerinde çok az etkiye sahiptir. Kapitalist bir ekonomideki genel fiyat kontrollerinin tarihsel olarak ortaya koyduğu sonuç, bunların kıtlık yaratarak, hatta bir durgunluğu tetikleyerek üretimi baltalamasıdır. ABD’de Nixon iktidarı döneminde uygulanan 1971-74 fiyat kontrollerini ele alalım. Söz konusu kontrollerin bir süre fiyat artışlarını kontrol altına almaya yardımcı oldukları, ancak 1974’te kaldırıldıkları anda enflasyonun yeniden yükseldiği iddia ediliyor. Blinder ve Newton tarafından yayınlanan bir makalede belirtildiği üzere “Tahminlere göre kontroller, Şubat 1974’e kadar gıda ve enerji dışı fiyat seviyesini yüzde 3-4 oranında düşürdü. Bu tarihten sonra ve özellikle Nisan 1974’te kontrollerin kaldırılmasının ardından hızlı bir ‘yakalama’ enflasyon dönemi elde edilen kazanımları aşındırdı ve fiyat seviyesini kontrollerin yokluğunda olacağı seviyenin yüzde sıfır ila ikisine düşürdü. Bu nedenle 1974’te gıda ve enerji dışı fiyatlardaki ‘çift haneli’ enflasyonun nedeni büyük ölçüde kontrollerin kaldırılması olabilir.” Aslında, fiyat kontrolleri döneminde ABD ekonomisinin düşen kârlılık ve yavaşlayan yatırım artışına rağmen genişlemesiyle 1973’te enflasyon hızlanmaya başladı. Sonunda enflasyonu düşüren fiyat kontrolleri değil, 1974-75’teki büyük durgunluktu. Geçtiğimiz Haziran ayında Beyaz Saray Ekonomi Danışmanları Konseyi üyesi iktisatçılar fiyat kontrollerinin 2. Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde olduğu gibi işe yarayabileceğini öne süren bir bildiri yayınladı. Beyaz Saray iktisatçılarının iddiasına göre, “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki enflasyon dönemi mevcut ekonomik duruma muhtemelen 1970’lerden daha çok benziyor. Tedarik zincirleri tamamen çevrimiçi olduğunda ve bastırılmış talep ortadan kalktığında enflasyon hızla düşebilir.” Evet, ancak tam olarak bastırılmış tüketici talebi ortadan kalkar ve arz darboğazları çözülürse enflasyon oranlarının düşmesi muhtemeldir. Peki fiyat kontrolleri buna nasıl yardımcı olur? Beyaz Saray gibi Weber de kontrollerin kısa vadede enflasyon konusunda “nefes aldıracak bir alan” sağlamak üzere kullanılabileceğini söylüyor; ne var ki mali ve parasal kısıtlamaya uzun vadeli bir politika alternatifi olarak fiyat kontrollerini savunuyor. Fiyat kontrollerinin Weber ve Post Keynesyenler tarafından uzun vadeli, hatta kalıcı bir politika olarak görülmesinin nedeni mali “kemer sıkma” sonrasında ortaya çıkan ve Post Keynesçiliğin baş belası olarak gördüğü tekellerdir. Weber’in dediği gibi, “fiyatları artıran kritik bir faktör büyük ölçüde gözden kaçırılıyor: kârlardaki patlama. 2021’de ABD’de finansal olmayan kâr marjları İkinci Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş olan seviyelere ulaştı. Bu tesadüf değil. … Bugün pazar gücüne sahip büyük şirketler fiyatları ve bu beklenmedik kârları artırmak için arz sorunlarını fırsat olarak kullanıyorlar.” Yani görüldüğü gibi yükselen enflasyon tekeller tarafından uygulanan “fahiş fiyatların” bir sonucu. Tekellerin fiyatlandırma gücüne karşı fiyat kontrollerine ihtiyacımız var. Ancak artan kârların enflasyona yol açtığı doğru değil. Joseph Politano’nun bir araştırmasında elde ettiği bulguların anlattığı gibi, “Şirket kârlarındaki artış, büyük ölçüde harcamalardaki bu artışa bağlanabilir: para önce hükümetten hanehalklarına gitti ve şimdi bu haneler para harcıyor ve bu parayı şirketlere gönderiyor. Toplam şirket kârlarındaki artışın enflasyona etkisi hane gelirinde bundan önce yaşanan artışın etkisinden daha büyük değil.” Politano şunları ekliyor: “Burada nedensel bir analiz yok. Bu pratik, enflasyonun bütününü teşviklerin neden olduğu gelir artışına bağlayarak da kolayca tekrarlanabilir, çünkü geçerli bir nedensel çıkarım yapılmadığı durumda her şey enflasyona ‘gerçekte’ neyin neden olduğu hakkında sadece bir varsayımdır.” Ana akım iktisatçıların yaptığı gibi, şirketlerin kârlılığı sürdürmek için fiyatları yükseltmesi gerektiğinden ücret artışlarının enflasyonun artmasına neden olduğunu da iddia edebiliriz. Ancak bu iddianın nedensel veya ampirik bir dayanağı yoktur. Sadece bir doz Marksist enflasyon teorisi, fiyatların temelde içindeki kâr ve ücret bileşenleri tarafından değil, metalara içerilen ortalama emek zamanının değeri tarafından belirlendiğini ortaya koymaya yeterlidir. Ücretler yükseldiği durumda enflasyon artmaz; kârlar düşer –en azından ortalama olarak– ve bunun tersi de geçerlidir. Ayrıca büyük kapitalist ekonomiler fiyatları istedikleri ölçüde artırabilen “tekellerin” egemenliğinde değildir. Durum böyle olsaydı 1990’lardan pandemi öncesi 2019’a kadar büyük ekonomilerdeki enflasyon oranları sürekli olarak yükselirdi; ne var ki bu dönemde söz konusu ekonomilerdeki enflasyon oranları düşüyordu! Tekelci sermaye, modern kapitalist ekonomileri tam anlamıyla tanımlamayan bir terimdir, tıpkı “rekabetçi sermaye”nin 19. yüzyıl kapitalizmini tam anlamıyla tanımlamaması gibi. Kapitalist ekonomilerdeki çoğu sektörde küçük bir “oligopol” grubuyla çok sayıda küçük şirket vardır. Bu iki grubun ağırlığına bağlı olarak fiyatlar ülkeler içinde ve uluslararası olarak genellikle birbirleriyle şiddetli bir rekabet içinde olan “düzenleyici sermayeler” (bkz. Anwar Shaikh, Kapitalizm: Rekabet, Çatışma, Bunalımlar, Bölüm 7) tarafından belirlenir. Tekel kârları genel enflasyon oranlarındaki hareketlerin nedeni değildir; sadece “doğal” tekellerin var olduğu bazı sektörlerde bu durum geçerlidir ve orada bile rekabet ve teknik değişim zaman içinde fiyatlar üzerindeki tekelci kontrolü zayıflatabilir. Beyaz Saray ve Weber’in 2. Dünya Savaşı sonrasındaki fiyat kontrollerinin işe yaradığı yönündeki iddiaları oldukça yanıltıcı. Dönemin hükümetleri ekonominin temel sektörleri üzerinde onları savaş çabalarına dâhil edecek eksiksiz bir denetime sahipti. Büyük şirketler ve finans kurumlarının belirli bir plan uyarınca çalıştığı savaş ekonomisi, mevcut salgında olduğu gibi kapitalist sektörün bütününe açık kâr ve yatırım fırsatlarının bulunduğu duruma benzemez. Bir ekonomideki bütünlüklü fiyat kontrolü, oligopollerin yatırım ve üretimi üzerinde devletin tam kontrolünü gerektirir, bu ise ancak oligopollerin kamu mülkiyetine alınması ve bir yatırım ve üretim planının uygulanmasıyla mümkün olacaktır. Dolayısıyla Weber (ve öyle görünüyor ki Modern Para Teorisi gurusu Stephanie Kelton), Komünist Çin’in ilk yıllarındaki başarılı fiyat kontrolleri örneğini verirken elmalarla armutları karşılaştırıyor. Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu bir ekonomide fiyat kontrolleri durgunluğa neden olmaksızın enflasyonu düşüremez. Bu tür önlemlerle kârları sıkıştırmak yalnızca yatırım ve üretim artışının düşmesine yol açacaktır. Weber, makalesini şu şekilde sonlandırıyor: “Bekle ve gör veya kemer sıkma politikalarının ötesinde bir alternatif yokmuş gibi davranmak yerine muazzam makroekonomik zorluklara karşı daha kapsamlı bir politik araç olarak stratejik fiyat kontrollerinin sistematik bir biçimde değerlendirilmesine ihtiyacımız var.” Weber, Kelton ve diğer Post Keynesyenler, ana akımın savunduğu “kemer sıkma”ya alternatif olarak fiyat kontrollerini öneriyorlar. Ve “kemer sıkma”nın yeniden uygulanmasından endişe etmekte haklılar. Bu konuya dair, enflasyonu aşırı hükümet harcamalarına bağlayan Chicago iktisatçısı John Cochrane’in makalesine bakabilirsiniz.[3] “Savurgan” Biden iktidarında bile hükümet ekonomiye sağladığından daha fazlasını almaya hazırlanıyor. Kongre Bütçe Ofisi’ne göre federal hükümet harcamalarının 2026’ya kadar 2021 seviyelerine kıyasla ortalama %7 düşmesi, vergi gelirlerinin ise %25 artması bekleniyor. ABD federal bütçe açığı 2022’de yarıya indirilecek ve sonraki yıllarda da kontrol altında tutulacak. Yani Keynesyen tarzda bir mali teşvik planlanmıyor; tam tersi yapılıyor. ABD maliye politikası artık toplam talebi teşvik etmiyor. Benim görüşüme göre enflasyonun nedenleri tekel gücü ya da parasal genişlemeye değil, kapitalist birikimin hareket yasalarına, yani kârlılık, yatırım ve üretimdeki değişikliklere dayandığından enflasyonu kontrol etmek konusunda fiyat kontrolleri mali kemer sıkmaya alternatif bir politika olamaz. Kanımca mevcut yüksek enflasyon oranları “geçici” olacak çünkü 2022’de üretim, yatırım ve üretkenlikteki büyüme muhtemelen “uzun depresyon” oranlarına geri dönmeye başlayacak. Bu, pandemi öncesinden daha yüksek olmakla birlikte enflasyonun da düşeceği anlamına gelir. Dolayısıyla fiyat kontrolleri önerileri dikkate alınmayacak. ( https://thenextrecession.wordpress.com/2022/01/06/price-controls-do-they-work/ adresinden Pelin Tuştaş tarafından çevirilmiştir) --- [1] Yazının Türkçe çevirisi için bkz. https://www.politikyol.com/stratejik-fyat-kontrolleri-enflasyonla-mucadeleye-katki-saglayabilir-mi/ [2] Kitabıyla ilgili incelememe şuradan ulaşabilirsiniz: https://thenextrecession.wordpress.com/2021/11/28/views-on-china/ [3] https://johnhcochrane.blogspot.com/2022/01/fiscal-inflation.html