Cinsiyet eşitliğinin esasında Finlandiya’da bile olması gerektiği noktada olmadığını söylersem sanırım bazıları bana biraz sinirlenir. Geçen hafta Türkiye Sutopu Federasyonu’nun sosyal medyada paylaştığı kadın ve erkek milli takım fotoğrafları arasındaki fark bir anda gündem oldu. Erkeklerin ayakta, kadınların ise havuzda olmasına yönelik tepkiler sonrası, ikinci bir fotoğraf ile durum kurtarılmaya çalışıldı. Bu tepkilerden sonra cinsiyet eşitliğinin esasında Finlandiya’da bile olması gerektiği noktada olmadığını söylersem sanırım bazıları bana biraz sinirlenir. Ancak hakikaten toplumsal cinsiyet eşitliğinin, dünya üzerindeki ülkeler içinde en iyi olduğu yerlerden biri sayılan Finlandiya’da bile esasında atılması gereken çok adım var. Tamam, Finlandiya adım atmalı Türkiye depara kalkmalı. Bu konuda hemfikiriz. Cinsiyet eşitliği ve ataerkil düzen eskiden gözüme bu kadar batmazdı ancak feminist bir akademisyen ile evli olup kız çocuğu büyütüyor olunca benim gibi odunlar bile budana budana bir noktaya geliyor. Bir iki ay önce Helsinki’deki merkez hastane için doktor ve hemşire arandığına dair bir ilan verildi. İlanda beyaz önlüklü üç erkek doktorları, alt taraftaki ilandaki üç kadın da hemşireleri temsil ediyordu. Ülkede bu pek tepki çekmedi ama dikkatli gözler için hassas bir noktaydı. Kızımızı bazı kalıplaşmış ve erkek egemenliğine hizmet eden durumlardan bağımsız yetiştirmek için kullandığımız kelimelere ve izleyip, okuduklarımıza dikkat ediyoruz. Mesela yeniden yazılan Rapunzel’in kendisini kurtarıp cadı avcısı olduğu ya da Pamuk Prenses’in prensi kurtardığı masallar bize yardımcı oluyor. Kardan adam yerine de ‘kardan insan’ demeyi seçiyoruz. Tabii okula gidip öğretmenlere, “Kardan adam yerine acaba kardan insan dense daha iyi olmaz mı?” sorusunu yöneltince bir afallıyorlar. Böyle bir kelime dile daha önce hiç girmediği için bakıp ardından kardan adamın da aslında cinsiyetsiz olabileceğini belirtiyorlar. Teşekkür edip aynı görüşte olmadığınızı söylüyorsunuz. Büyük bir değişim olmasa da beyinlere bir tohum attığınızı düşünerek kendinizi iyi hissedip eve dönüyorsunuz. Başka bir örnek çocukların doğa yürüyüşü yaptıkları zaman oğlanların futbol oynaması, kızların ise başka bir köşede kendi aralarında oyun kurması. Öğretmenlere iki grubun birleştirilmesi ve karma gruplar kurmalarının daha iyi olacağı önerisi ise ilk etapta, “Orta Doğu’dan gelip bizim eğitim tarzımızı mı beğenmiyorsun” tarzı bir bakış alıyor. Yine de geçen yazıda belirttiğim gibi aşırı kibar oldukları için bu konuda çalışacaklarını belirtip sizi gönderiyorlar. Ocak ayında ise kendimi bir anda Finlandiya’daki önemli bir tartışmanın ortasında, istemeden taraf olarak buldum. Örneklemek gerekirse Türkiye’de birkaç yıldır yaşayan bir yabancının bir anda menemen soğanlı mı olmalı soğansız mı tartışmasında taraf olması gibi bir durum. Finlandiya milli marşının yazarı Johan Ludvig Runeberg ülkenin en büyük şairlerinden biri olarak görülüyor. 5 Şubat 1804’te doğan Runeberg’i hatırlamak için çeşitli etkinlikler yapılırken Runeberg keki diye bir kek de bütün pastanelerde yerini alıyor. Sadece Ramazan’da yenilen güllaç gibi bu tatlıyı da Şubat ayı dışında bulmak çok zor. Bu da ayrı bir merak konusu benim için, neden güzel tatlılar sadece belli dönemlerde yapılıyor. Neyse biz konumuza dönelim. Runeberg kekini de ilk pişirenin Fredrika Runeberg olduğu söylenir. Kızım bu ay okuldan eve geldiği bir gün bize Johan Ludvig Runeberg hakkında okulda anlatılanlardan bahsetti. Çocukları, milli marşı yazdığı ve şair olduğu gibi bilgiler. Ne var ki Fredrika Runeberg konusunda sadece keki yaptığını biliyordu. Kendisinin Finlandiya’nın ilk kadın gazetecisi olduğu, önemli bir romancı olduğu, günde sekiz saat yazı yazdığı gibi bilgiler anlatılmamıştı. Bu da beni kızdırınca İsveççe kursumdaki öğretmenlerimden birine sıkıntımı anlattım. Şansa kendisi de aynı konuda sıkıntılıymış. Hatta üniversite yıllarında üyesi olduğu feminist grup bu sebeple keklere Fredrika Runeberg keki dermiş. Ben bir anda Fredrika Runeberg’i savunan feminist grup içinde buldum kendimi. Üniversitede yapılanları dinledikten sonra artık ne zaman Runeberg keki dense ben hemen Fredrika Runeberg’i savunmaya başlıyorum. Bu savunmayı sadece iş olsun diye değil hem eski bir meslektaşa saygıdan hem de kadınların eşleri üzerinden tanımlanmasına duyduğum kızgınlıktan yapıyorum çünkü bağlamları farklı olsa da “Osman Kavala’nın karısı” demek Ayşe Buğra’ya nasıl büyük bir haksızlıksa, “Runeberg’in eşi” demek de Fredrika Runeberg’e aynı derecede haksızlık olarak geliyor.