Güveni sağlayabilecek basit politika setini baştan itibaren kullanmak dururken işi egzotik enstrümanlar ve olmadık düzenlemelerle yapmaya kalkışmak tüm dengeleri altüst etmiş ve güveni tarihi dip seviyeler çekmiştir. Finans alanında devrim niteliğindeki gelişmelerin ilki III. William’ın 1688 yılında İngiltere’yi işgali ile başladı. Her şer de bir hayır vardır düşüncesiyle, ekonomi ve finans alanına dayanan reformlar Hollanda’da ortaya çıkan finansal yeniliklere dayanıyordu. Bu çerçevede yeni birtakım kurumlar yaratılarak 1693 yılında ilk kamu tahvilleri çıkartıldı. Bu kurumların en önemlisi 27 Temmuz 1694 tarihinde kurulan İngiltere Merkez Bankası olmuştur. Kısa süre sonra sermayenin tabana yayılmasına olanak sağlayan hisse senedi ihraçları ile İngiliz anonim şirketler halka açılmaya başlamıştır. Ekonomik hayatın gelişimi, derinleşmesi ve kompleks hale gelişi ile birlikte finansal alanda da önemli gelişmeler söz konusu olmuştur. Kaynak ve yatırımlardaki artış, kolektif yatırım kültürünün gelişimi, riskin yönetilmesindeki zorluklar finansal okur yazarlığın gerekliliğini artırmıştır. Risk yönetiminde türev ürünlerin ortaya çıkışı başka bir devrim niteliğindeki gelişmedir. Bu gelişmelerin en önemlilerinden biri 1973 yılında Fischer Black, Robert Merton ve Myron Scholes tarafından geliştirilen Black-Scholes modelidir. Black-Scholes modeli ilk önceleri bir hisse senedine dayalı bir opsiyon sözleşmesinin teorik değerini matematiksel bir model kullanarak hesaplanmasını sağlamıştır. Bu modelin ayrıntılarına bu yazıda girmeyeceğim. Yazının ana fikri bir para politikasının finansal yeniliklerle ortaya konmuş türev enstrümanlarla sürdürülemeyeceğidir. Peki para politikası nedir? Para Politikası, bir ülkenin bankaları, tüketicileri ve işletmeleri için mevcut olan toplam para arzını kontrol ederek sürdürülebilir ekonomiyi sağlamak üzere fiyat istikrarının sağlanması için kullanılan bir dizi araçtır. Bir ülkedeki para arzının miktarı merkez bankalarınca belirlenir. Fiyat istikrarının belirlenmesi Merkez Bankalarınca kullanılan üç politika enstrümanı ile mümkündür.
  • Faiz Politikası
  • Açık piyasa işlemleri
  • Karşılıklar politikası
Bu araçlar dışında merkez bankalarının en önemli ve diğer politika araçlarını bütünleyici aracı ise iletişim politikasıdır. İletişim politikasının etkili olabilmesi için Merkez Bankasının kredibilitesinin, yani izlediği politika ile yaptıklarının tutarlı olması ve geçmiş dönem fiyat istikrarında tutturduğu hedefler çok önemlidir. Bu hedeflerin tutturulabilmesi için de Merkez Bankasının kurumsal bağımsızlığının sağlanmış olması ve liyakatli kadrolar tarafından yönetiliyor olması gereklidir. Para politikasının uygulayıcısı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) kurumsal bağımsızlığının ortadan kalkışı aslında çok yakın bir tarihte değildir. 15 Mayıs 2018 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Londra’da finans dünyasına yaptığı konuşma, faiz ve enflasyon ilişkisi konusunda ortaya attığı tez, para politikasının nereye evrileceği konusunda fikir vermekteydi. Bu süre içerisinde liyakatli kadroların da tasfiyesi bir taraftan sürdürülmekteydi. Naci Ağbal’ın görevden alınışı ile başlayan süreç, bankanın başkan yardımcılarının biri dışında neredeyse tamamının değiştirilmesi ile son buldu. Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile tanışması sonrasında hemen hemen tüm kamu kurumlarında olduğu gibi, TCMB’nin de bağımsızlığının ortadan kalkışının teyidi, Eylül 2021’de bankanın başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun bir iş adamları toplantısında enflasyon için karşılaştırma ölçütü olarak alacakları göstergenin değiştirilmesiyle de kuvvetlendi. Sonrasında değişen Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin açıklamaları ile “Para Politikasının önemsizleştirildiğini” ve Merkez Bankasının da herhangi bir fonksiyonunun kalmadığını öğrenmiş olduk. Ta ki Merkez Bankası para politikası uygulama konusunda bir hedge-fund (koruma fonu) gibi davranmaya başlayana kadar. Kur korumalı mevduatın hayatımıza girişi, türev enstrümanların para politikası aracı olarak kullanımında bir ilki oluşturdu.
Risk yönetim enstrümanların kullanılması, diğer yandan bu enstrümanın kullanılışı sırasında piyasaya yapılan manipülatif müdahaleler güveni daha da erozyona uğratarak beklentilerin daha da bozulmasına yol açtı.
Riski yönetmek için kullanılması gereken bu enstrümanların, büyük bir spekülatör gibi Merkez Bankası ve Türkiye Hazinesince kullanılmaya başlaması bozuk olan beklentileri daha da bozarak kurda artışa, sonuç olarak enflasyonda artışa neden olurken makroekonomik dengelerin daha da bozulmasına yol açtı. Bir yandan bu enstrümanların kullanılması, diğer yandan bu enstrümanın kullanılışı sırasında piyasaya yapılan manipülatif müdahaleler güveni daha da erozyona uğratarak beklentilerin daha da bozulmasına yol açtı. İlk 3 ayda kontrol altına alınmış gibi görünen kurun yeniden hareketlenmesi ve eski zirvesine doğru hızlıca çıkışı, bir yandan gelir adaletini bozarken diğer yandan enflasyonun bir sarmal haline gelişini de ortaya çıkardı. Durumun vahameti ekonomi kurumlarını harekete geçirdiğinde yapılması ve uygulanması gereken politikalar uygulanmak yerine sermaye kontrolünü andıran adımların atılması ve serbest piyasa ekonomisinden uzaklaşılan birtakım uygulamaların hayata geçirilmesi ile sonuçlandı. Bankaların verdiği kredilere getirilen karşılıklar, anayasanın mülkiyet hakkına aykırılık teşkil ettiği tartışmasına rağmen para arzını kontrol etmek için kullanılan garip bir enstrüman olarak literatürümüze girdi. Bu sırada resmi enflasyon rakamları ile önemi olmayan para politikası faizi arasındaki fark 56 puana kadar çıkarak Hazine ve Maliye Bakanının para politikasının önemsizleştirildiği açıklamasının ne kadar doğru olduğunu bir kez daha teyit etti. Durum böyleyken, kontrol altına alınamayan döviz yükselişi, aslında para politikası için uygun olabilecek bir enstrüman olan gelire endeksli senet yani GES’lerle kontrol altına alınmaya çalışılmış fakat açıklanan getiri ile enflasyon beklentileri arasındaki uçurum bu enstrümanın daha doğmadan prematüre bir hâlde ölümüyle sonuçlanmıştır. TCMB tarafında değiştirilen karşılık ağırlıkları, bankalarca TCMB’den borçlanma amacıyla verilen TÜFE’ye endeksli kağıtların teminat oranı değişiklikleri ile bankaların sabit faizli 5 yıllık Hazine Tahvili almaya zorlanmaları, sermaye yeterlilik rasyolarında yapılan değişikliklerle yapılan mikro yönetimlerle Türk Lirasının değer kaybının önüne geçilememiştir. Ortaya koyulan tüm bu uygulamaların güven kaybını daha körüklemesi ve TCMB’nin TL’nin değer kaybını önlemek için yıl başından bugüne kadar yaptığı 50 milyar doların üzerindeki kayıt dışı satışlar durumun sürdürülemez olduğunun en büyük göstergesidir. Bunun tetiklediği en son noktada da 24 Haziran günü BDDK’nın neredeyse yetki aşımı ile ortaya koyduğu düzenlemeler ekonominin çarklarını durduracak, birçok ekonomik dengeyi bozacak niteliktedir. Bu düzenlemelerle varlık olarak elinde döviz bulundurulan şirketlerin krediye erişimleri neredeyse engellenmiş ve faaliyetlerini sürdürebilecekleri likiditeye erişimlerinin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Öncelikle Türkiye’nin 440 milyar dolar brüt dış borç stoku olduğu ve bunun 235 milyar dolarının özel sektöre ait olduğunun akılda tutulması bu tarz uygulamaların doğuracağı sonuçları göstermesi bakımından önemlidir. Daha da ötesi, bir yıl içinde vadesi gelecek borcun 190 milyar dolar düzeyinde olması, 45 milyar dolara giden bir cari açık rakamı ile düşünüldüğünde durumun vahameti daha da açık olarak görülmektedir. Bu düzenlemelerin aslında bir panik yaratma dışında bir işe yaramayacağı da çok nettir. Şirketler konusunda yapılan düzenlemelerin bir sonraki adımda bireyleri de kapsayacağına dair dedikodu mekanizması olayın psikolojisini göstermesi bakımından çok önemlidir. Tüm bu gelişmeler dikkate alındığında güveni sağlayabilecek basit politika setini baştan itibaren kullanmak dururken işi egzotik enstrümanlar ve olmadık düzenlemelerle yapmaya kalkışmak tüm dengeleri altüst etmiş ve güveni tarihi dip seviyeler çekmiştir. Bu güvenin mevcut kadrolarla da gelme ihtimali artık mümkün değildir. Çünkü güven ruh gibidir ve terk ettiği beden de asla geri dönmez.