Batılı medya organlarının bir kısmının da çatışmalara olan yaklaşımı çifte standardın bir başka yönünü sergilemektedir. Uluslararası toplumun halklar nezdinde Filistin’e desteği ateşkes ve barışın uluslararası toplumun baskısıyla gelmesini, Filistin’e yönelik Batı’nın tavrının değişme ihtimalini az da olsa canlı tutmaktadır.

Uluslararası ilişkiler bir değişim içinde mi? Değişimi getirecek unsur yıllardır sürmekte olan Filistin’deki adaletsizlik mi? Değişimi tetikleyen aktör devletler değil de Filistin’e destek veren uluslararası toplum mu olacak? Batı ülkelerinin öne çıkardığı ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana uluslararası ilişkilerin çerçevesi olduğu öne sürülen insan haklarının en nihayetinde Filistinliler için de geçerli olması mı barışı getirecek? Batı bu ilkeleri Filistin’e uygulanmasına mı izin verecek yoksa uluslararası toplum Filistin’in bu haklara sahip olması yönünde momentum mu yaratacak? Veyahut Filistinliler diplomatik mücadeleleri ile bu hakları mı kazanacaklar?

Filistin-İsrail sorununda şiddet sarmalının devam ettiği bugünlerde Batı’nın önde gelen ülkelerinin liderlerinin Filistin’e ve İsrail’e farklı yaklaşması yukardaki soruları sordurtmaktadır. Özellikle Birleşik Krallık, ABD ve Fransa’nın liderlerinden İsrail’e destek açıklamaları gelmiştir. ABD Başkanı Joe Biden ve Birleşik Krallık Başbakanı Sunak bizzat İsrail’e giderek desteklerini göstermişlerdir. Burada yaptıkları açıklamaları ile İsrail’in hastane saldırısına rağmen savunma hakkı olduğu ifade edilmiştir. Örneğin Biden saldırıyı gerçekleştirenin İsrail değil “karşı taraf” olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Amerikan başkanı “saldırı” ifadesini değil “patlama” ifadesini kullanmıştır.

Demokrat Parti mensubu olan Biden, başkanlığından beri ikinci kez ulusa sesleniş konuşması yaparak sadece Amerikan kamuoyuna değil uluslararası kamuoyuna da seslenmiştir. Konuşmasında Hamas, Putin, IŞİD’i ABD’nin düşmanları olarak nitelendirilmiştir. Söz konusu aktörleri aynı gruba dahil etmiştir. Demokrat Parti’nin bir başkanı bu söylemleriyle Cumhuriyetçi başkan olan ve Irak işgali kararını veren George W. Bush açıklamalarını hatırlatmıştır. Muhafazakar Parti’nin lideri ve Birleşik Krallık başbakanı Sunak da Hamas’ı dünyaki en büyük şeytani güç olarak nitelendirmiştir. Biden’in söyleminin de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun söylemine benzediği hatırlanmalıdır. Netenyahu da Hamas ve IŞİD arasında benzerlik kurmuştur. İsrail’in hedefine diğer bir ifadeyle Hamas’ı yok etme hedefine yeşil ışık yakılmıştır.

Özellikle Biden’in hastane saldırısından sonra bölgeye ziyaretini iptal etmemesi, Netanyahu ile oldukça sıcak bir görüntü vermesi ve Filistin’in maruz kaldığı orantısız ve toplu şiddete değinmemesi barışın ve ateşkesin acil ilan edilmesini savunan taraflar için şok etkisi yaratmıştır. Dünyada sağ, otoriter ve populist liderlere ve selefi Donald Trump’a karşı karşı nispeten özgürlükçü, iklim krizi gibi ekolojik sorunlara duyarlı, daha liberal bir tablo çizen Biden’in başkanlık koltuğuna oturması uluslararası siyasetteki sağa kayışa karşı bir önemli bir farklılık yaratabileceğine dair izlenim bırakmıştır. Fakat Netanyahu ile aralarında soğuk rüzgarlar estiği bilenen Biden’in İsrail sınırları içinde tam tersi bir tavır sergilemesi Amerikan siyasetinin bilindik açıklamalarını akla getirmiştir: ABD başkanlık seçimleri yaklaşmakta olup Yahudi lobisinin etkisi altında Biden’ın böyle bir tavır sergilediği düşünülmüştür.

Diğer taraftan ABD Dışişleri Bakanlığı’nda kimi bürokrat ve diplomatların Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’a tepkili olduğuna dair haberler çeşitli basın kuruluşlarında yer almıştır. Blinken’ın Netanyahu ile görüşmesine başlarken “Buraya bir Yahudi olarak geldim” ifadesi özellikle birtakım bürokratlar arasında rahatsızlık yaratmıştır. Yeni istifaların olabileceği haberleri gelmektedir.

Fransa’da ve Almanya’da Filistin’i destekleyen protestoların yasaklanması kararı gibi Batı devletleri tarafından sergilenen yaklaşımlar ikiyüzlü tutum olarak nitelendirilmiştir. Hamas’ın sivillere yönelik saldırılarını en üst perdeden kınarken Tel Aviv’in Filistinli sivillere yönelik orantısız gücüne benzer bir tepki gösterilmemiştir. Ancak hastane saldırısından sonra İsrail’i kınayan ve sivillerin gözetilmesine çağrıda bulunan açıklamalar yapılmıştır.

Fransa’da yasağın kaldırılması, Paris’te Filistin’i ve barışı destekleyen kesimin Filistin lehine gösteriler yapmakta diretmesi, İngiltere’de benzer gösterilerin yapılması, barış yanlısı Amerikan Yahudilerinin Amerikan Kongresi’nde eylem düzenlemesi barışın aslında uluslararası toplum tarafından istendiğini göstermektedir.

Filistin’de hastanenin bombalanması ve en az 470 Filistinli sivilin hayatını kaybetmesi uluslararası siyasetin BM ayağının bir kez daha sorgulanmasına neden olmuştur. Filistin’de mültecilerin hayatında önemli bir yeri olan BM kurumları, Filistin’de çözümün parametreleri olarak kabul edilen Güvenlik Konseyi kararları, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün diplomatik adım atmasına ve uluslararası hukuka başvurmasına neden olan BM Genel Kurulu kararları vardır. Fakat 07 Ekim’den bu yana devam eden şiddet sarmalında yeni bir eşik hastane saldırısı ile yaşanmasına rağmen BM Güvenlik Konseyi Filistin’in haklarını gözetmede, Filistin-İsrail sorununa hakkaniyete dayanan iki devletli çözüme ulaşmasında yine başarısız olmuştur. BM Güvenlik Konseyi’nin yapısı diğer ifadeyle daimî üyelerin veto gücü yine sistemi tıkamıştır.

Yukarıda belirtildiği üzere BM Güvenlik Konseyi’nin kararları Filistin devletinin kuruluşunu savunmaktadır. Fakat Tel Aviv tarafından uygulanmamaktadır. Filistin’deki mevcut savaş hali, BM Güvenlik Konseyi tarafından uluslararası barış ve güvenliğe tehdit olarak algılanmamıştır. Bölgesel savaşa dönüşmesi ihtimali diğer bir ifadeyle savaşa İran’ın dahil olması ihtimali dile getirilmesine rağmen BM Güvenlik Konseyi tarafından BM Andlaşması’nın VII. Bölümü kapsamında değerlendirilmemiştir.

İsrail’in Gazze’ye kara harekatına başlaması 7 Ekim’den bu yana beklenmektedir. İsrail, savaş hukukunu, uluslararası insancıl hukukunu hiçe sayarak savaş suçu, insanlığa karşı suç işlemektedir. Batı Şeria’da da çatışmalara, gerginlik de devam etmektedir. İsrail güvenlik güçleri, Yahudi yerleşimcileri tarafından Filistinliler öldürülmektedir. Batı Şeria’da Yahudi yerleşimcilerin şiddete başvurması sadece İsrail devletinin değil İsrail halkının bir kesiminin de şiddet dalgasının parçası olduğunu göstermektedir. Batı Şeria’daki bu tablo Netanyahu’ya destek ifadelerinde bulunan Batılı liderlerin açıklamalarında yer almamıştır. Dolayısıyla İsrail’in yerleşim politikası, Batı Şeria’yı ilhak siyaseti görmezden gelinmiştir.

Sonuç olarak çatışmaların devamı, Gazze’ye kara harekatının beklenmesi; İsrail’in hastaneleri, kiliseleri bombalaması şiddet sarmalında bazı eşiklerine aşılmasına rağmen ateşkesin sağlanması için umutları azaltmaktadır. Batılı liderlerin özellikle ABD Başkanı Biden’in İsrail’e koşulsuz desteği ateşkesin sağlanması ihtimalini yok etmiştir. Batı’nın Filistin-İsrail sorununda çifte standart uygulaması İsrail’in orantısız şiddetine karşı devam etmektedir. Ukrayna’ya yönelik sergilenen tavır Filistin’den esirgenmektedir. Batılı medya organlarının bir kısmının da çatışmalara olan yaklaşımı çifte standardın bir başka yönünü sergilemektedir. Uluslararası toplumun halklar nezdinde Filistin’e desteği ateşkes ve barışın uluslararası toplumun baskısıyla gelmesini, Filistin’e yönelik Batı’nın tavrının değişme ihtimalini az da olsa canlı tutmaktadır.