Pazar Politik

Filistin'de "son perde": Hamas-Netanyahu şiddet sarmalı

Abone Ol
Netanyahu’nun uzun zamandır hedeflediği ve uyguladığı Filistin mücadelesine zarar verme hedefine geçen haftaki saldırıları ile Hamas büyük bir katkı sağlamıştır. Diğer bir ifadeyle Filistin mücadelesine, meşruluğuna oldukça büyük zarar verip terörle, söz konusu mücadelenin insanlığa karşı suç ile savaş suçu ile anılmasına sebebiyet vermiştir. 7 Ekim 2023’ten beri yaşananlar, Filistin sorununun çözümsüzlüğünü dünyaya hatırlatırken Filistin-İsrail sorununun temelinde yatan nedenleri de bir kez daha gözler önüne sermiştir. İsrail işgali devam etmektedir. İşgal edilmiş Filistin topraklarında, işgal rejimi nitelik değiştirmiş apartheid sistemine benzer hale gelmiştir. Başta Binyamin Netanyahu olmak üzere son dönemdeki İsrail başbakanları barış müzakerelerinin başlaması yerine masaya oturmak için Filistin’e çeşitli şartlar öne sürmektedir. Örneğin İsrail’in bir Yahudi devleti olduğunu Filistin’in kabul etmesi istenmektedir. Yahudi yerleşimlerinin inşaası ve dolayısıyla İsrail’in Batı Şeria’daki ilhakı devam etmektedir. Yerleşimciler silahlı olup Filistin’e saldırı düzenlemekte ve Tel Aviv tarafından desteklenmektedir. Kudüs’te statüko uzun zamandır tehdit altındadır. 1948, 1967, 1973 Arap-İsrail Savaşları ile mülteci konumuna gelen Filistinlilerin İsrail’e geri dönüşüne ve tazminat taleplerine kapı kapanmıştır. Diğer yandan 7 Ekim 2023’ten beri devam eden şiddet sarmalı, İsrail’in uluslararası hukuk ilkelerine dayanan Filistin devletinin kuruluşunu kabul etmeyerek, Filistinlilerin self-determinasyon hakkını tanımayarak her iki taraftan da binlerce kişinin öldürülmesini engelleyebilme fırsatını kaçırdığını göstermiştir. Filistin ve İsrail toplumlarının yaşadığı bu büyük acının son olması Tel Aviv yönetimlerinin anlayışını değiştirmesine bağlıdır. Hamas ve silahlı mücadeleyi benimseyen Filistinli örgütlerin ise yaşanacak bu önemli değişiklikte tutum değiştirecekleri düşünülmektedir. Söz konusu örgütler pragmatiktir, değişen şartlara adapte olmaya çalışacakları tahmin edilmektedir. Ayrıca siyasal İslam’a göre siyasetin belirlenmesinin yanında bir diğer raison d’être’leri olan Filistin devletinin silahlı mücadele ile kurulması hedefi barış yoluyla gelmiş olacaktır. Bu bağlamda Filistin halkının tek meşru temsilcisi olan tanınan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) ve Filistin Otoritesi’nin (FO) özellikle uluslararası kesim tarafından desteklenmesi yaşamsal önemini korumaktadır. İsrail’in Gazze’ye kara harekatının beklenmesi, Gazze’nin yerle bir edilmesinin amaçlanması ve can kayıplarının her gün artarak devam etmesi, uluslararası desteğin daha çok İsrail lehine olması tablonun Filistin’in oldukça aleyhine olduğunu göstermektedir. Hamas’ın Arap devletlerine yönelik destek çağrıları karşılıksız kalmıştır. BM, Türkiye, son günlerde ise ABD Gazze’ye yönelik saldırılarda sivillerin gözetilmesini, savaş hukukuna uyulmasını özellikle meşru müdafaa hakkının orantılılık ilkesinin benimsemesini İsrail’e hatırlatmaktadır.

Uzun zamandır beklenen fakat oldukça yüksek dozda olması sebebiyle dünyayı şoka uğratan şiddet dalgası Hamas’ın saldırıları ile başlamıştır. Kurulduğu günden bu yana silahlı mücadeleyi tercih eden siyasal İslamcı Hamas, İsrail’e düzenlediği saldırılarda sivilleri hedef alarak savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemiştir. Özellikle müzik festivalinin hedef alınmasının Filistin sorununun çözümünü tıkayan hangi başlık ile bağlantılı olduğu halen dünya kamuoyu tarafından sorgulanmaktadır. Bu noktada Hamas’ın siyasal İslamcı yönünün ortaya çıktığı hatta giderek radikalleştiğini söylemek mümkündür. 2006’da başlayan Gazze iktidarında Hamas, kadınların motorsiklete binmesini yasaklayan karar gibi birçok tartışmalı uygulamaya imza atmıştır.

Hamas, şemsiye bir örgüt olan ve bünyesinde birçok Filistinli grubu barındıran FKÖ’ye katılmayı tercih etmemektedir. Hamas’ın FKÖ’ye katılması durumunda raison d’être’ni kaydedecektir. FKÖ’ye rakip olmayacak; İsrail’in varlığını dolayısıyla da iki devletli çözümü kabul edecektir. Böylelikle giderek radikalleşen siyasal İslamcı örgüt olarak kalacaktır. Dolayısıyla kurulduğu günden itibaren Filistin’de iki başlı yapıyı sürdürmektedir. Zaten 1987’de diğer bir ifadeyle Birinci İntifada döneminde kurulmuştur. FKÖ’den ayrı günlerde saldırı düzenlemeyi, boykot çağrılarında bulunmayı İntifada boyunca sürdürmüştür. Müslüman Kardeşler’in (MK) Filistin kolu olan Hamas’ın Filistin-İsrail sorununun tarihi düşünülünce nispeten geç kurulması MK’nin Orta Doğu’nun diğer ülkelerinde de benimsediği “bekle ve gör” stratejisine dayanmaktadır. Filistin toplumunun çoğunluğunun İsrail işgaline ve silahlı kuvvetlerine karşı silahlı direnişe geçtiği bu dönemde MK, Hamas’ı kurma ya da Şeyh Ahmed Yasin liderliğindeki bazı MK üyeleri Hamas’ı kurma kararı almıştır. Bugün sıklıkla dile getirilen Hamas’ın kuruluşunda İsrail’in desteğini aldığına dair ifadeler siyasal İslamcı örgütün kuruluşu için seçtiği dönem ve koşulları ile birlikte düşünülmelidir. FKÖ’nün işgal edilmiş Filistin toprakları dışında diğer bir ifadeyle sürgünde iken İntifada’yı yönlendirdiği bir dönemde, Hamas Filistin içinde kurulmuştur. FKÖ’den ayrı ve farklı bir yapılanma olarak hayata geçirilmiştir.

Hamas, FKÖ’nün bir dönem uyguladığı ve sonra bıraktığı stratejisini devam ettirmektedir. Silahlı mücadeleyi İsrail-Filistin sorununun çözümünde araç olan gören FKÖ, o dönem İsrailli hedeflere saldırı düzenleyerek, uçak kaçırarak sesini duyurmuştur. Fakat başta ABD, İsrail olmak üzere terör örgütü olarak tanınmıştır. Şiddeti reddetmesi, diplomatik ve barışçıl yolları kabul etmesiyle uluslararası kesim tarafından giderek artan bir şekilde tanınmıştır. “Filistin halkının tek meşru temsilcisi” ve ulusal kurtuluş hareketi olarak tanınması FKÖ’ye uluslararası alanda meşruluk kazandırmıştır. Söz konusu dönemde “tarihi Filistin” olarak adlandırılan bölgede demokratik, laik bir devletin kurulma hedefiyle de öne çıkmıştır. FKÖ’deki bu strateji değişikliği BM nezdindeki statüsünün değişmesine, Uluslararası Adalet Divanı gibi hukuki mekanizmalara başvurabilmesine neden olmuştur. FKÖ ve el-Fetih eski lideri Yaser Arafat ile dönemin İsrail Başbakanı İzhak Rabin’in ABD’de imzaladıkları Oslo Anlaşması ile her iki taraf birbirini tanımış, Filistin liderliği işgal edilmiş Filistin topraklarına dönmüştür. Anlaşma kapsamında sınırlı bir yönetim kapasitesine sahip olan Filistin Otoritesi kurulmuştur.

Netanyahu ve Hamas, birbirlerinin aşırı ve sert politikalarından beslenmekte ve uyguladıkları şiddet için gerekçe olarak göstermektedir.

Hamas, Filistin tarihinin önemli dönemeçlerinin dışında kalmayı, muhalefette yer almayı, İsrail hedeflerine intihar saldırı gibi yöntemlerle saldırmayı tercih ederken eleştirilen ve sorgulanan taraf Filistin’in meşru yönetimi olmuştur. FKÖ’nün ve FO’nun Filistinlilerin hayatlarında iyileşmeyi sağlayamaması, yolsuzluk iddiaları, Filistin-İsrail sorununun devam etmesi, İsrail ve ABD tarafından varlığının sorgulanması özellikle Arafat karşıtı bir momentumun yaratılmasına neden olmuştur. Bu tablo, 2002 ve 2004 yılları arasında Arafat’ın Ramallah’taki karargahında İsrail tarafından abluka, ev hapsi altına alınmasına kadar ilerlemiştir. Özellikle Tel Aviv ve Washington hattı, o dönemde Filistin tarafında barış görüşmelerini yürütecek yetkin, etkili bir ismin var olmadığını iddia etmiştir. Arafat, demokratik olmamakla eleştirilmiştir.

Bugün benzer tablo FO, FKÖ ve el-Fetih lideri Mahmud Abbas için yaşanmaktadır. Filistin’de kilit öneme sahip seçimlerin halen düzenlenememesi, Filistinlilerin yaşam koşullarının giderek kötüleşmesi, Filistin-İsrail sorunun çözülememesi, İsrail işgalinin devam etmesi Abbas’a yönelik eleştirileri ve dolayısıyla sorgulanmaları artırmaktadır. Arafat’a yapıldığı gibi Ebu Mazen’in de demokratik olmadığı, barış görüşmelerinde muhattap alınamayacağı yönünde görüşler dile getirilmektedir. Abbas, Hamas’ın saldırıları ile başlayan İsrail’in orantısız şiddeti ile devam eden şiddet dalgasına karşı Filistinlilerin kendilerini koruma hakkı olduğunu ifade etmiştir.

Hamas’ın savaş suçu ve insanlığa karşı suç teşkil eden saldırılarına karşı aşırı sağcı ve dinci Netanyahu hükümeti orantısız güç kullanmayı tercih etmiştir. Böylelikle Tel Aviv de savaş suçu ve insanlığa karşı suç karnesine yenilerini eklemiştir. Ekim 2023’te Netanyahu ve savaş hükümetinin Gazze’yi neredeyse tamamiyle yok etmeye yönelik politikaları meşru müdafaa hakkının orantılılık ilkesini yine çiğnemektedir. Dolayısıyla Netanyahu yönetimi saldırı suçu işlemekte olup kuvvet kullanma yasağını yine ihlal etmektedir. İsrail’in sivilleri gözetmeksizin Gazze’ye saldırılar düzenlenmesi; Gazze’ye su, elektik ve gıda akışını kesmesi Netanyahu hükümetinin aşırıya kaçtığının göstergeleridir. Gazze nüfusuna yaptığı 24 saat içinde bölgeyi terk etmesine yönelik çağrısı Gazze’nin koşulları düşünüldüğünde neredeyse imkansızdır. Sadece Hamas’ın değil tüm Gazze halkının cezalandırılması anlamına gelen bu çağrı aynı zamanda halkın zorla yerlerinden edilmesi anlamına gelmekte olup uluslararası hukuku ihlal etmektedir. Hamas’ın sivilleri hedef olan saldırılarına karşı meşru müdafaa hakkı olsa dahi Tel Aviv’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’ye saldırıları söz konusu hakkın ötesine geçildiğini, ihlal edildiğini göstermektedir. Bunun yanında Netanyahu söylemleri ile de Hamas’ı baskı altına almaya çalışmaktadır. Hamas’ı IŞİD’e benzemekle itham etmiştir. Kendisinden beklendiği üzere aşırı söylemlerine devam etmektedir.

İsrail’in uluslararası hukuku ihlal etmesi, hukuka aykırı yaklaşım göstererek ilgili politikaları uygulaması salt Netanyahu dönemine ait bir gelişme değildir. Önceki yönetimler de BM Güvenlik Konseyi’nin, BM Genel Kurulu’nun ilgili kararlarını; Uluslararası Adalet Divanı’nın Filistin’e yönelik danışma görüşlerini ihlal etmiştir. Netanyahu hükümetinin ise farklı bir özelliği bulunmaktadır: Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkması; Batı Şeria’nın ilhakını, Yahudi yerleşimlerinin artmasını, Kudüs’ün statüsünün Yahudilerin lehine değiştirmesini amaçlaması gibi çeşitli unsurlarla Filistin’e ve Filistin halkına yönelik baskının dayanılmaz boyutlara ulaşmasına neden olmuştur. Böylelikle Hamas’a istediği gerekçeleri sağlamıştır. İsrail’in bu tip politikaların devam etmesi durumunda Abbas’ın şiddetin yeniden patlak verebileceğine dair açıklamaları görmezden gelinmiştir.

Çözümden, uluslararası hukuktan giderek uzaklaşıldığı bu tabloda Filistin’in uluslararası meşruluğa sahip liderliği uluslararası kesime seslenmeye devam etmektedir. Filistin halkına yönelik saldırıların son bulunması çağrısı yapılmaktadır. Öncesinde uluslararası kesime yönelik yaptığı müdahil olunması ve İsrail’e baskı yaparak barış görüşmelerine dair müzakerelerin başlanması yönündeki çağrıları hatırlanmalıdır. Bu çağrılar göz ardı edilirken Filistin liderliğinin bugün de yaptığı çağrılar görmezden gelinmektedir. Avrupa ülkeleri Hamas’ı terör örgütü olarak kabul ederken son gelişmelerde İsrail yanlısı bir tutum takınmaktadır. Örneğin Fransa’da Filistin lehine protesto gösterileri düzenlemek dahi yasaklanmıştır. Bu noktada Hamas’ın saldırıları sonucunda Fransız vatandaşlarının hayatlarını kaybetmesi hatırlanmalıdır. Özellikle Avrupa ülkeleri başta olmak üzere uluslararası kesimin çoğunluğunun İsrail’e destek vermesi Hamas’ın saldırılarının Filistin-İsrail sorununun çözümüne tahminlerin ötesinde zarar verdiğini bir kez daha göstermektedir. Hamas, sivilleri hedef almasıyla artık terörün yanında savaş suçları ve insanlığa karşı suçla birlikte ele alınmaktadır.

Sonuç olarak, Netanyahu’nun uzun zamandır hedeflediği ve uyguladığı Filistin mücadelesine zarar verme hedefine geçen haftaki saldırıları ile Hamas büyük bir katkı sağlamıştır. Diğer bir ifadeyle Filistin mücadelesine, meşruluğuna oldukça büyük zarar verip terörle, söz konusu mücadelenin insanlığa karşı suç ile savaş suçu ile anılmasına sebebiyet vermiştir. Netanyahu ve Hamas, birbirlerinin aşırı ve sert politikalarından beslenmekte ve uyguladıkları şiddet için gerekçe olarak göstermektedir. Filistin-İsrail sorununda şiddet sarmalı yükselmekte olup her iki taraftan hayatını kaybeden kişilerin sayısı artmaktadır. Netanyahu’ya İsrail içinden muhalafetin daha da yüksek sesle dile getirilmesi, ABD’nin Netanyahu’yu uluslararası hukuka uymaya çağırması, Hamas’ın beklediği desteği görememesi barış için azalan umutların az da olsa yeşermesine neden olmaktadır. Aksi taktirde Filistin’de “son perdenin” şiddetle ve yıkıcı sonuçlarıyla kapanacağı düşünülmektedir.