Uluslararası insan hakları alanında ‘naming and shaming’ kavramı önemlidir. İnsan hakları ihlali işleyenleri afişe ederek utandırma yoluyla zulme son verme amacını taşıyan bu kavram bazen etkisiz olarak görülse de böyle zamanlarda başvurabileceğimiz tek araç oluyor maalesef.

7 Ekim’de Hamas’ın silahlı kanadının başlattığı saldırı sonrasında alevlenen çatışma yeni bir insanlık dramına sebep oluyor. İzzeddin el-Kassam Tugayları’na karşılık verme bahanesiyle Gazze’ye yönelen İsrail saldırıları asker-sivil ayrımı yapmadan ciddi can kayıplarına yol açtı. İki haftadan az bir sürede hem İsrailli hem de Filistinli 5000’den fazla insan öldürüldü. Gazze’deki bir hastanenin hedef alınması ve sadece orada 500’den fazla sivilin hayatını kaybetmesi bir anlamda dünyayı ayağa kaldırdı. İsrail tarafı bu saldırıyı üstlenmeyip suçu Hamas’a atmaya çalışsa da geçmişte gerçekleştirilen İsrail operasyonlarına bakınca hastaneye saldırılmış olması ihtimali maalesef bizi şaşırtmıyor. Sahilde futbol oynayan çocukların bile hedef alınarak öldürüldüğünü düşününce İsrail’in hastaneye saldırmış olması fikri o kadar da uzak değil. Peki, tüm bunlar yaşanırken insanlık olarak biz neredeyiz? Ne yapmamız, nasıl tepki vermemiz gerekiyor?

Öncelikle şunu belirtmek lazım. İnsan olan mazlumun da zalimin de kimliğine bakmaz. Sivillere yönelen her türlü saldırıyı lanetlemek gerekiyor. Hem Gazze’de hem de İsrail’de öldürülen sivillere itiraz etmek, kınamak boynumuzun borcu. Hiçbir dava için masum insanların hedef alınmasını kabullenemeyiz. Tabi burada şunu da hatırlatayım. Sivillere yönelen saldırıları kınarken iki tarafın eşit bir konumda olduğunu iddia etmiyorum. Çünkü İsrail’in on yıllardır uyguladığı baskıcı politikalar ve Gazze’yi bilinen tabirle bir ‘açık hava hapishanesi’ne çevirmesi İsrail’in sorumluluğunu arttırıyor. Ancak mevzu sivillere yönelen saldırılar olunca elbette kimliklere bakmadan terörü lanetlemek gerekiyor. Bunu yaparken de herhangi bir gruba yönelik nefret söylemine geçit vermemek çok önemli. İsrail’in saldırılarını lanetlerken kullanılan dile dikkat edilmeli. Tarihin pek çok döneminde olduğu gibi günümüzde de Yahudi düşmanlığı pek çok toplumda mevcut. İsrail’in zulmüne itiraz ederken anti-semitik söylemlerden kaçınmak elzem. Zaten İsrail-Filistin meselesi ile ilgili biraz araştırma yapan herkes pek çok Yahudi’nin İsrail’in Siyonist politikalarını ve Filistinlilere yönelik zulmünü eleştirdiğini görecektir.

Uluslararası insan hakları alanında ‘naming and shaming’ kavramı önemlidir. İnsan hakları ihlali işleyenleri afişe ederek utandırma yoluyla zulme son verme amacını taşıyan bu kavram bazen etkisiz olarak görülse de böyle zamanlarda başvurabileceğimiz tek araç oluyor maalesef. Sivillere yönelen ihlalleri kınamak, bunu yapanları afişe ederek üzerlerinde baskı oluşturmak elimizdeki tek seçenek olarak öne çıkıyor. Başta sorduğumuz soruya dönecek olursak, bu zulme yönelik ne yapmamız gerekiyor? Pek çoğumuz için sosyal medyadan paylaşım yapmak dışında bir yol var gibi görünmüyor. İnternet paylaşımları bir süre sonra otomatikleşse de sosyal medya platformlarının bir etkisi olduğunu ve devletler üzerinde baskı kurmaya küçük de olsa katkı sunduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, elimizden somut bir şey gelmese de haksızlığa ses çıkarmış ve mazlumun yanında olmuş oluyoruz bir anlamda. Yine de bu kadar etkisiz kalmamız ve gözümüzün önünde gerçekleşen bu vahşeti sona erdirmek için elimizden somut bir şeylerin gelmeyişi çok acı.

İsrail-Filistin çatışması yakın zamanda bitecek gibi görünmüyor. İsrail’in zulmü bir yana, Hamas’ın ne yapmaya çalıştığını anlamak da pek mümkün değil. Aksa Tufanı ile neyi amaçladılar bilmiyorum. Böyle bir hamlenin kime ne faydası oldu? Filistinlilerin hangi sorununu çözmeye katkı sundu? Daha fazla baskı ve ölüm getirmekten başka ne işe yaradı? İsrail’in politikaları ve bu operasyona vereceği cevap belliyken neden böyle bir yol izlendi? Bu sorulara çeşitli cevaplar verilebilir, verenler de var. Ben cidden anlamıyorum. Tek bildiğim İsrail’in Filistinlilere yönelik zulmünü arttırmaktan başka bir işe yaramadığı. Kaldı ki müzik festivaline gitmiş gençlerin ya da otobüs bekleyen yaşlıların öldürülmesi ile neyi başarmış oldu Hamas? İsrail’in zulmüne karşı çıkanların Yahudi sivillerin öldürülmesine alkış tutacağını mı sandılar? Eğer böyle düşündülerse şunu söylemek gerekir, vicdanı olan, insan haklarını ilkesel olarak savunan bir insan Hamas’ın sivillere yönelen saldırılarını da aynı İsrail’i eleştirdiği gibi eleştirecektir. Öteki türlü insan olmanın, insanlığı savunmanın bir anlamı kalmıyor çünkü.

Son olarak, iki haftadır devam eden çatışma ile uluslararası toplumun ne kadar basiretsiz ve etkisiz kaldığını bir kez daha görmüş olduk. Birleşmiş Milletler‘in de diğer uluslararası aktörlerin de yaptırım uygulama ve somut adımlar atma konusunda inisiyatif alamadığı ortada. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada barışı tesis etmek için kurulan küresel ve bölgesel oluşumların çatışma ve savaşları önlemede başarısız olduğunu zaten biliyorduk. Ancak hem Ukrayna-Rusya savaşında hem de İsrail-Filistin çatışmasında bunu tekrar anladık. İnsan hakları ideali teorik olarak herkes tarafından kabul edilse de uygulama için aynı şeyi söylemek mümkün değil. İnsan haklarını savunduğunu iddia eden devletler dahi başka ülkelerde insan hakları ihlalleri işlemekten çekinmiyor. İnsan haklarını uygulamaya gelince neredeyse tüm devletlerin ikiyüzlü davrandığını söylemek mümkün. Sadece devletler de değil, pek çok insan da insan haklarını işine geldiği gibi anlıyor, sadece kendi cenahına bu hakları layık görüyor. Bu yüzden mağdurun da failin de kimliğine bakmadan yanlışa yanlış diyebilmek çok önemli. Bizi insan yapan şey tam da bu. ‘Biz’den olmayanın da hakkını savunmak, ucu bize dokunmayan yanlışa da yanlış diyebilmek…