Manşet

Feyza Erkan* yazdı | Sağlıkta adaletsizlik ve çözüm önerileri

Abone Ol
SAĞLIĞIN SOSYAL BELİRLEYİCİLERİ Ülkemizde sosyal adaletsizlik ve bölgeler arası farklar insanlarımızın sağlığını doğrudan etkilemektedir. Yoksulluk, kötü barınma ve hijyen koşulları, eğitimsizlik, şiddet vs. sağlığı doğrudan etkileyerek büyük bir adaletsizliğe yol açmaktadır. Ülkemizin doğu ve güneydoğusunda bebek ölüm hızı batı bölgelerinden en az iki kez daha fazladır. Anne ölüm hızları arasında da iki kattan büyük farklar vardır. Devlet bölgesel adaletsizliği giderecek programları ve yatırımları hızla uygulamaya  koymalıdır. EV İÇİ VE DIŞ ORTAM HAVA KİRLİLİĞİ Türkiye’de halen evlerin % 57’ si soba ile ısınmaktadır. Isınma ve pişirme amaçlı kullanılan kötü kaliteli kömür, odun ve tezek dumanları akciğer hastalıklarına yol açmaktadır. Ülkemizin bazı bölgelerinde halen kanserojen çevresel asbest tozuna maruz kalan köylerimiz vardır. Şehirlerde ise egzoz gazları, fabrika ve ev bacaları kaynaklı fosil yakıtlardan havaya karışan kükürt dioksit, küçük toz parçacıkları ve diğer zararlı maddeler, kalp-damar, akciğer hastalıklarına, inmeye ve kansere neden olmaktadır. Her geçen gün sayısı artan kömürlü termik santraller ve nükleer santraller, insan sağlığı üzerinde büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Ülkemizde 81 ilden 80’inin havası Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre kirli bulunmuştur. Aşırı betonlaşma ve rüzgar dolaşımını engelleyen sık, yüksek binalar sellere, aşırı nem ve kirlilik birikmesine yol açmaktadır. Dünya standartlarına göre bir şehrin en az %10’unun halka açık yeşil alanlara ayrılması öngörülür. Londra’da %38, NewYork’ta %14 olan bu oran İstanbul’da maalesef %1,5’dur. Bu konuda ilgili tüm Bakanlıklar, Belediyeler ve ilgili  kuruluşlar, el ele vermeli, kirleticileri azaltmaya ve soluduğumuz havayı dünya standartlarına kavuşturacak önlemleri almalıdır. BESLENME, HAREKETSİZLİK,  KÖTÜ ALIŞKANLIKLAR Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde obezite (şişmanlık) erkeklerde %21, kadınlarda %41 olarak çok yüksektir. Çocukluktan başlayarak halka doğru beslenme ve spor alışkanlığı kazandıracak etkili programlar yoktur. Aksine çocuklarımız, medya reklamlarıyla şekerli ve tuzlu sağlıksız yiyeceklere yönlendirilmektedir. Sigara alışkanlığı konusunda önleyici yasalar yapılmış olmasına rağmen, maalesef denetim yetersizliği nedeniyle bu yasalar çoğu yerde uygulanmamaktadır. Halen kapalı alanlarda sigara içilmekte ve 18 yaşından küçüklere sigara satılmaya devam edilmektedir. Uyuşturucu tacirleri çocuklarımızı gitgide artan oranda zehirlemektedir. Kişilere çocukluktan itibaren doğru beslenme, spor alışkanlığı kazandırılması, kötü alışkanlıklardan korunması için ulusal programlar hazırlanarak, yazılı ve görsel medyada, okullarda vs. etkili eğitimler gerçekleştirilmeli, birinci basamakta bu kişisel eğitim hizmetinin verilmesi sağlanmalıdır. İŞYERİ SAĞLIĞI Utanç verici bir biçimde Türkiye, ölümlü iş kazaları sıklığı yönünden El Salvador ve Cezayir’in ardından dünyada üçüncü, Avrupa’da birinci ülke konumundadır. Bizde yüz binde 20,5 olan bu oran gelişmiş ülkelerde alınan tedbirlerle yüz binde 2 ye indirilmiş bulunmaktadır. Ayrıca ülkemizde meslek hastalıkları çok fazla olduğu halde, tanı koyulamamakta ve gerekli önlemler alınmamaktadır. Şöyle ki 20 milyon çalışanın olduğu ülkemizde ,  işyerlerinin Avrupa standartlarında olduğu varsayılsa bile 80-200 bin meslek hastalığı görülmesi  beklenirken, kayıtlara geçen meslek hastalığı sayısı 400-500 kadardır. Ortak İş Sağlığı ve İş Güvenliği Birimleri ve işyeri hekimi, işveren tarafından finanse edilmektedir. Bu durum işverene bağımlılık yaratmakta, bağımsız karar vermelerini ve etkili güvenlik önlemleri almalarını engellemektedir. İşyerleri için acilen güvenlik ve sağlık standartları oluşturulmalı, işverenden tamamen bağımsız kurumlarca çok sık ve etkin olarak denetlenmeli, önlem almayanlar için yaptırımlar getirilmelidir. BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK HİZMETLERİNİN ÖNEMİ İnsanlarımızı doğumdan ölüme kadar, sağlıklarını korumak ve geliştirmek konusunda yönlendiren, sağlık eğitimlerini gerçekleştiren, hasta olduklarında ilk başvuracağı kişi olan bir ilk basamak hekimi yoktur. Öyle ki ilk basamak hekimi yalnız kişinin sağlığını korumakla kalmaz, birçok basit hastalığı kendisi tedavi eder, sadece ileri uzmanlık gerektiren durumlarda 2. veya 3. basamak hastanelere sevkeder. Maalesef ülkemizde hastalanan kişilerin %70 i ilk basamak hekimine başvurmak yerine, hangi bölüme başvuracaklarını kendileri sağdan soldan araştırarak doğrudan üniversite ve eğitim hastaneleri uzman polikliniklerine başvurmaktadırlar. Bu yüzden kamu hastanelerinde poliklinikler gereksiz yoğun hasta yüküyle yığılmakta, esas başvurması gereken komplike hastalar yeterli uzmanlık hizmeti alamamaktadır. Bir çok hastanede tetkik ve tedavi randevuları aylarca sonraya verilmekte, hatta bazı yan dallarda ise yeni hasta kabul edilmemektedir. Ülkemizde birinci basamak hızla güçlendirilmeli, kamu tarafından belirlenmiş standartlara göre bölge ve nüfus tabanlı aile sağlığı merkezleri kurulmalı, burada aile hekimi, hemşire ve diğer yardımcı sağlık elemanlarından oluşan ekip hizmeti verilmeli, bu ekibin özlük ve çalışma koşulları iyileştirilmeli, 2. ve 3. basamağa sevk mekanizması kurularak hastane hekimiyle karşılıklı iletişim sağlanmalıdır. Sevk zinciri uygulamasına geçiş evresinde ,  öncelikli ve ücretsiz randevuların, sevkle gelen hastalara ayrılması, doğrudan gelenlerin katkı payının kademeli olarak arttırılması düşünülebilir. İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ BASAMAK KAMU HASTANELERİ Sağlıkta Dönüşüm Programıyla birlikte kamu eğitim ve üniversite hastanelerinin personel maaşları dışında ödenekleri büyük ölçüde kesildi. SGK Kurumuyla yaptıkları sözleşmeler çerçevesinde sağladıkları gelirle, tüm masrafları kendilerinin karşılamaları ve kalan geliri de "Performans" ücreti altında çalışanlara dağıtmaları istendi. Bu durum hastanelerin gelirlerini arttırma motivasyonuyla çalışmasına, sürümden kazanmak amacıyla 5 dakikada bir randevu vermesine, ucuz malzeme satın almasına yol açtı. SGK  tarafından yapılan ödemeler, üniversite hastanelerinde kullanılan ileri teknoloji için yetersiz kaldı. Birçok üniversite hastanesi iflasa sürüklendi. Çok değerli öğretim üyeleri kamudan ayrılarak özel  hastanelere geçti. Oysa üniversite hastanelerine gerekli ödemeler yapılabilir, gerçek bir tam gün uygulamasıyla hekimlere, emeklerinin karşılığı olan net gelir verilerek, kamuda kalmaları sağlanabilirdi. ÖZEL SEKTÖRÜN PAYININ ARTMASI, KAMU VE ÖZELDE AŞIRI TETKİK VE AMELİYAT SAYILARI Verilen teşviklerle 2002-2014 arasında, özel sektörün ve uluslararası hastane kuruluşlarının sağlık hizmetlerindeki payı aşırı bir hızla arttı. Bu da kar getirici sağlık hizmetlerine  yönelinmesine yol açtı. Hastanelere başvuru Sağlık Bakanlığı (SB) hastanelerinde 2,6, üniversite hastanelerinde 3,6 kez artarken, özel hastanelerde 13 kez, yapılan ameliyatlar ise SB'de 2,3 , üniversitelerde 2,5 kez  artarken, özel sektörde 7,3 kat arttı. 2002’de %20 lerde olan sezaryenle doğum oranı %53’e yükseldi. Ülkemizde diğer ülkelere göre çok yüksek sayıda ileri teknoloji kullanımı ve ameliyat sayıları ortaya çıktı. Örneğin 100.000 kişiye düşen apandisit ameliyatı sayısında 206 ile Türkiye açık ara ile dünyada birincidir. 1000 kişiye düşen yıllık MR sayısı da ABD ve diğer Avrupa ülkelerinden fazladır. Sürümden kazanmak kaygısı sadece muayene sürelerine değil, hastanede yatış sürelerinin kısalmasına da yansımıştır. Hastanede yatış günü ortalaması ülkemizde 3,9 olup, tüm OECD ülkeleri içinde en kısa olanıdır. SGK paket anlaşmaları nedeniyle bir taraftan ucuz malzeme kullanılmakta, diğer taraftan hastalar daha iyileşmeden taburcu edilmektedir. Komplikasyonlar ortaya çıktığında ise hastalar nereye başvuracağını bilememektedir. İyi bir sağlık hizmeti olarak yansıtılan Şehir Hastaneleri'nde ise  % 70 doluluk garantisi  verilerek, yatırımcılara 25 yıl boyunca kira ödemesi yapılacaktır. Böylece  SGK kaynakları doğrudan özel sektöre aktarılmış olacaktır. Oysa bizim öncelikli amacımız şehir dışına binlerce yataklı büyük hastaneler yapmak yerine,  şehir içinde halkın kolaylıkla ulaşabileceği 150-600 yataklı hastaneler olmalıdır. Tüm yatırımlar ve çabalar, koruyucu hekimliği ve birinci basamak sağlık hizmetlerini güçlendirilmek ve sevk zincirini kurmak için harcanmalı, sağlık  sorunları büyük ölçüde  ayakta günübirlik tedavi ve evde bakım ile çözümlenmeli, sadece az sayıda kişi yataklı hastane tedavisine gereksinim duymalıdır. SONUÇ OLARAK Sağlıkta adaletsizliğin çözümü, kar ve gelir elde etme motivasyonuna sağlık alanında son vermekle mümkündür. Çünkü sağlık, insanlar için her şeyden daha değerli ve önemlidir. Devlet, tüm bakanlıklar,  sivil toplum örgütleri, odalar, sendikalar el ele vererek halkın sağlığını korumak için programlar yapmalı, standartlar oluşturmalı, birinci basamak hizmetleri güçlendirilmeli, sevk zinciri kurulmalı, işyerleri, hastaneler yine ortak işbirliği ile oluşturulan bağımsız kuruluşlar tarafından objektif olarak denetlenmeli, gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır. *CHP İstanbul İl Sağlık Komisyonu, Prof. Dr. Feyza Erkan (İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları)