Fatih Yaşlı: "Adalet" talebinin içinin neyle doldurulacağı ve gündelik siyasetle nasıl ilişkilendirileceği önemlidir
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Fatih Yaşlı ile Türkiye'nin 'adalet' arayışını konuştuk.
Adalet Yürüyüşü'nün Türkiye siyasi tarihi açısından son derece önemli olduğunu söyleyen Yaşlı, yürüyüşün asıl odaklanılması gereken yerinin orta-uzun vadede ortaya çıkacak etkileri olduğunu söylüyor.
Adalet talebinin içinin neyle doldurulacağının, bu kavramın nasıl politize edileceğinin ve gündelik siyasetle nasıl ilişkilendirileceğinin önemli olduğunu ifade eden Yaşlı, bunun sağın kavramlarıyla yapıldığında ortaya çıkacak sonucun hüsran olacağını söylemek için ise kâhin olmaya gerek olmadığını söylüyor.
-Adalet Yürüyüşü’nün Türkiye’deki “hak, hukuk ve adalet” mücadelesine katkı sunduğunu düşünüyor musunuz? Yürüyüş hakkındaki genel değerlendirmeleriniz nelerdir?
Dünyaya sınıf penceresinden, sınıflar mücadelesi perspektifinden bakanlar için kavramlar ancak üretim ilişkilerinin, tahakküm biçimlerinin, sınıfsal konumlanışların ve sınıf mücadelelerinin içerisine yerleştirilerek anlaşılabilirler. Dolayısıyla bu tür bir soruyla karşılaştığımızda bizim aklımıza hemen “kimin hakkı, kimin hukuku, kimin adaleti” ve “ne hakkı, ne hukuku, ne adaleti” gibi sorular gelir. Bunu başlangıç itibariyle not ettikten sonra, sorunun güncel anlamını göz önüne alarak bir yanıt vermeye çalışalım. Eğer “hak, hukuk, adalet mücadelesi”yle kastedilen, Türkiye’deki rejim değişikliği süreciyle birlikte burjuva hukukunun asgari normlarının bile ortadan kalkmasına yönelik bir itiraz ve bu itirazdan hareketle verilen bir mücadeleyse, elbette ki Adalet Yürüyüşü’nün Türkiye tarihi açısından son derece önemli hadiselerden biri olduğunu kaydetmek gerekir. Bu tür hadiselerin etkileri hemen kolay ortaya çıkmaz, yani yürüyüşün başlangıcıyla bitişi arasındaki döneme baktığımız zaman ortada hukuk düzeninde herhangi bir iyileşme olduğuna dair herhangi bir emare göremeyiz ama asıl odaklanılması gereken yer orta-uzun vadede ortaya çıkacak etkilerdir. Eğer bir ülkede ülkeyi kuran iradeyi temsil eden gelenek ülkenin başkentinden ülkenin kalbi olan şehre yaklaşık bir ay sürecek şekilde on binlerce kişiyle yürüyor ve yürüyüşün sonunda bir milyondan fazla insan bir alanda toplanıyorsa, bu hadise orta-uzun vadede kaçınılmaz etkiler yaratacak, siyaset ve siyasal gidişat üzerinde kaçınılmaz olarak belirleyici bir rol oynayacaktır.
Yürüyüşle ilgili değerlendirmeme gelince, BirGün’de konuya dair yazdığım çok sayıdaki yazıdan da anlaşılacağı üzere, ben yürüyüşü/mitingi düzenleyenlerin niyetlerinden çok bunun taşıdığı potansiyeli önemsemeyi tercih ettim, kürsüyle meydan arasındaki açı farkını önemsedim. CHP yönetiminin “yeni bir merkez” arayışıyla sağa göz kırpan tavrını, doğası gereği yürüttüğü düzen içi siyaseti ve batılı güç odaklarına yolladığı mesajları eleştirirken, kitlelerin yüzü Türkiye ilericiliğine ve sol değerlere dönük, aydınlanmacı, laisist ve bir ayağı düzen dışında duran pozisyonunu değerli buldum. Solun kitleselleşebilmesi, toplumsallaşması ve dolayısıyla bir özne haline gelebilmesi için ilişki kurmayı en kolay başarabileceği kesimler bunlardı ve sosyalistlerin yürüyüşe tam da bu nedenle ve “kürsüye rağmen” katılmaları gerektiğini savundum. Benim açımdan siyaset, kürsüyle meydan arasındaki açıyı görmek, bu açı üzerine bir taktik üretmek ve o taktikle birlikte kendine siyasal alanda bir zemin açmaya çaba göstermekti ki süreç boyunca yazdığım yazılarımda esas olarak bunu savunmaya çalıştım. Bu tavrın orta-uzun vadede Türkiye solu açısından yaratacağı sonuçları hep beraber göreceğiz ve bu aynı zamanda yürüyüşe dair tavrımızın tarih nezdinde doğrulanıp doğrulanmayacağını da belirleyecek.
-CHP’nin 26-30 Ağustos tarihlerinde düzenleyeceğini açıkladığı “Adalet Kurultayı”nın çerçevesi hangi talepler ve beklentiler ekseninde oluşturulmalıdır?
Kurultayı düzenleyenler kuşkusuz bir çerçeve ve bir program belirlemişlerdir ya da belirlemek üzeredirler, CHP’ye “şunu yapmalısınız” demenin ise her zaman CHP’nin konumundan kaynaklanan sınırları vardır, yine de CHP tabanı olmadan Türkiye’de herhangi bir toplumsal muhalefet zemini oluşturulamayacağının bilincinde olmak ve meseleye böyle yaklaşmak gerekir. Anlaşılan CHP yönetimi, 2019’a, daha doğrusu önümüzdeki ilk başkanlık seçimine Erdoğan/AKP karşıtı bütün güçlerin birliği ve tek bir aday etrafında toplanmaları gibi bir strateji doğrultusunda gitmek istemektedir ve “adalet” kavramı da bu birliğin sembolü olarak kullanılmaktadır. Öncelikle, böyle bir birlikteliğin sağlanıp sağlanamayacağı veya rejimin bildiğimiz anlamda seçimleri yapıp yapmayacağı ya da sonuçlarını tanıyıp tanımayacağı, bunların hepsinin akılda tutulması gerekmektedir, çünkü Türkiye’de bildiğimiz anlamda seçim mekanizmalarının sonuna gelindiğinin işaretleri, 1 Kasım’da ve 16 Nisan’da görülmüştür.
Bunun dışında, meseleyi tek bir kişiye indirgemek, gidişatı sadece otoriterleşme üzerinden okumak, otoriter sağın karşısına ılımlı sağı koyacak bir restorasyon projesinin taşıyıcılığını üstlenmek, uluslararası merkezlerden medet ummak vs. bunlar solun, sosyalistlerin kabul edebileceği şeyler değildir. Eğer bugün Türkiye’de dinselleştirme projesine kökten bir karşı çıkışınız bulunmuyorsa, evrimin kaldırılıp yerine cihadın konduğu bir eğitim sistemine cepheden itiraz etmiyorsanız, iktidarın emek düşmanı politikalarının karşısına kamucu ekonomi modeliyle çıkmıyorsanız, daraltılmış siyaset zeminine karşı halkın siyasal alandaki varlığını artıracak demokratik dönüşümler aklınızda yoksa, yaptığınız siyasetin toplumsal bir karşılığının olması pek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla “adalet” talebinin içinin neyle doldurulacağı, bu kavramın nasıl politize edileceği ve gündelik siyasetle nasıl ilişkilendirileceği son derece önemlidir. Eğer bunu sağın kavramlarıyla yaparsanız sonucun hüsran olacağını söylemek için ise kâhin olmaya gerek yok sanıyorum.
-Adalet ekseninde ülkenin yeniden inşası için hangi adımlar atılmalı nasıl bir siyaset izlenmelidir?
Ben bu soruyu yanıtlamaya, kendi durduğum pozisyondan, adaletin ancak başka bir düzende tesis edilebileceğini, sömürü düzeninin ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyerek başlayayım. Ancak sizin ne sormak istediğinizi anladığım için, en azından kısa vadede yapılabilecekleri (belki de yapılamayacakları) sıralayayım: OHAL’in kaldırılması, KHK’ların iptal edilmesi, anayasanın ve parlamentonun işler hale getirilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin etkin bir pozisyona kavuşması, kuvvetler ayrılığının tesisi, temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alınması, taşeron işçiliğin ve çalışmanın kaldırılması, kamuculuğun ekonominin temeline yerleşmesi, planlı bir sanayileşme ve kalkınma modelinin uygulanması, gelir dağılımında göreli olarak adaleti sağlayıcı ve iyileştirici politikaların hayata geçirilmesi Kürt sorununa siyasi bir çözüm bulunması, halkın siyasal karar alma süreçlerine dâhil edilmesi, dini cemaatlerin ve tarikatların siyasal alanın dışına taşınması, siyasal, toplumsal ve kamusal alanın dinselleştirilmesinin tersine döndürülmesi ve laisize edilmesi/sekülerleştirilmesi… Liste uzatılabilir belki ama ilk aklıma gelen bunlar. Bunların düzenin sınırları içerisinde kalarak yapılıp yapılamayacağı ise röportajı okuyan dostlarımızın takdirine sunulmuş olsun.
Bunlar da ilginizi çekebilir