Pazar Politik

Farklı bir Menzil yazısı

Abone Ol
Olumlu ve olumsuz özellikleriyle dergâhın bugünkü tartışma konuları ardında birkaç husus yatmakta. Bunları ezoterik tradisyon-gelenek, medrese, dönüşemeyen köylülük ve feodal yapı gibi başlıklarda sayabiliriz.

1980’lerin başlarında İslami camianın en saygın yazarlarından Hekimoğlu İsmail Menzil-Durak köyü hakkında övgü dolu bir yazı yazmıştı. Yazıda 70’li yılların iç çatışma ortamında bir araya gelmesi imkânsız Komünist ve Ülkücü gençlerin Menzil ’de bir araya vecd halinde Allah zikri çekerken geldiklerinden bahsediyordu. Ve burada insanların isminin mesleğinin sorulmadığını, herkesin aynı çorbayı içtiğini ve sadece kurban diye birbirlerine hitap edildiğini belirtiyordu. 80’li yılların genç kuşağı ve 70’li yılların ideolojik terörünü görmüş biri olarak aynı şeyleri hatta daha mükemmelini köyde iliklerime kadar hissedebilmiştim. O dönemde köyde çok az kişi Türkçe biliyordu. Hatta Şeyh Efendi ve ailesi de az Türkçe anlayabiliyordu. İlahiler ve hatta konuşma dili ekseri Kürtçeydi.

O zamanlardan belliydi Menzil’e olan ilginin sıradan bir köy ya da kent Nakşi Dergahı’nın ötesine taşacağı. Nitekim öyle oldu. Türkiye özellikle kurumsal İslam ile yoğrulmayan geniş kitleler buraya akın ettiler. Siyasal İslamcılar, mahallenin entelektüelleri ve kentli tarikat-cemaatler buraya mesafe koydular. Yoğun ilgi 12 Eylül yönetimini rahatsız etti kendilerince önlem aldılar. Özal bir siyasetçi ve mutasavvıf olarak buraya yakın ilgi gösterdi. Şeyh ailesi ile Ankara siyasetinin yakınlaşması böylece başlamış oluyordu. 93’te Özal ve Şeyh Raşit efendinin vefatından sonra Menzil bugünkü tartışmaların başlangıcını oluşturan yeni bir sürece girmiş oluyordu.

Ülkenin taşra yoksullarına bu kadar etkin hitap eden cemaatte kontrol dışı apokaliptik hetorodoks kaymaları olmaması beklenemezdi. Şeyh Abdulbaki, ailesi üzerinden merkezi bir vakıf denetimi ile bu anlamda mevcut yapıyı disiplinize etmeye çalıştı. Cemaatin gücü artık sırf siyasiler değil, güvenlik bürokrasisi ve güçlü STK’ların da kendilerine yanaşmasına gerekçe oluyordu. Menzil artık istemese de politik güç ve ardışığı ekonomik gücün merkezine doğru yürüyordu.

Tabi bu dönemde artık Menzil’de Kürtçe değil tamamen Türkçe kullanılıyordu. Muhtar dahi Trabzonlu, aile gençleri ise popüler Türk-İslam sentezi devlet ideolojisine ilgi duymaktaydı.

Ak parti dönemi ve bugünkü Menzil yeteri kadar tartışılıyor. Bu yazıda bunun detaylarına girmek gerekmiyor. Ancak aileye yakın dergâhın yüzü sayılabilecek yüzlerin gerek kendi ekonomik çıkarları için gerekse de sığ tarih ve siyaset bilgilerinden kaynaklanan medya önünde tahriş edici siyasi trol söylemleri, bugünkü kamuoyunun negatif yargısının oluşmasında önemli rol oynadı. Tabi dergâha yakın olanların, kamu ihalelerinde ve kadrolarında fırsat eşitsizliği iddialarına sıkça muhatap olmaları da toplumsal antipatiyi ayrı bir şekilde tetikledi.

Bugün tüm bu tartışmalara rağmen Şeyh efendinin defnine iştirak etmek için yarım günde haber alıp sabah namazına yetişebilen 250 bin kişiyi de kolay izah etmek mümkün değildir. Muhalif kanallarda çoğu makul, katıldığım, zaman zamanda bilgisizlik ve iflah olmaz önyargıdan kaynaklanan katılmadığım eleştiriler devam etmekte. Ancak hiçbir kritik yarım günde bu 250 bin kişinin motivasyonunu açıklayamamakta veya kendince geçiştirmekte. Muhtemelen gayretler, derin bürokrasiyi Fetö ile mevcut cemaatin tam özdeşimine ikna etmekten veya samimi inançlarından, buna ileride müdahalenin zeminini hazırlatmayı amaçlatmakta.

Menzil 80’li yıllardan bu yana yoğun insan akışı sürecinde başlarda çok otantik ve doğal olan köylülüğünü dönüştüremedi. Dergâhın üstünde gözüken kasabalı Türk-İslam sentezciliği görüntüsü 80’li yılların tüm insanlığı kucaklayan misyonuyla uyuşamadı.

Menzilin bu dilemmayı başta kabul etmesi gerekiyor. Önce söz konusu dergâh politikaya-ilgili çıkarlarına bir temel sınır koyabilmeli. Kamu bürokrasisi ve kaynaklarından ayrıcalığını veya bu görünümünü geriye çekebilmeli. Bu anlamda küçülebilmeli. Siyasetten dersini almış ancak misyonlarıyla tarihi boyunca entelektüel ve sivil toplum içinde yer alabilen saygın bir Cizvit veya Françisken hareketinden ders çıkarabilmeli.

Olumlu ve olumsuz özellikleriyle dergâhın bugünkü tartışma konuları ardında birkaç husus yatmakta. Bunları ezoterik tradisyon-gelenek, medrese, dönüşemeyen köylülük ve feodal yapı gibi başlıklarda sayabiliriz.

Menzil şeyhlerinin medrese ilim yönlerine baktığınızda sadece kendilerine yetecek dini bilgiye haiz oldukları görünmekte. Burada ayırt edici olan inisiyatik silsilenin devamı olmak ve bir tanımlı ezoterik geleneği taşıyabilmektir. Tasavvufta buna manevi tasarruf ve gelenekte de denilmekte. Buradaki 250 bin kişiyi motive eden de bu manevi motivasyon veya sarhoşluk halidir. İşin bu kısmını merak edenler için  Prof. Wouter J. Hanegraaff’ın “Batı kültürünün reddedilmiş bilgisi”  kitabına göz atmalarını önerebilirim. Burada Anadolu ve Ortadoğu Nakşiliğinin kurucusu Mevlana Halid Kürdi’ye özel parentez açmak gerekebilir. Mevlana Halid belirli bir süre Hindistan’da Şeyhi Seyit Abdullah namı diğer Gulam Ali’den inisiyatik eğitim almış ve başta tarikata “rabıta” esasını getirmiştir. Rabıta dersi Türkiye’deki Nakşilikte en çok Menzil’de ön plana çıkmakta ve bilen-bilmeyenin tartışma odağı olmaktadır. Ülkemiz dahil medrese rasyonalizminde veya Diyanet camiasında rabıtaya karşı tepki vardır. Tarihsel katı eleştirilerin bir kısmı rabıtaya Hint Yogi geleneği derken diğer bir kısımda rabıtaya şirk diyebilmektedir. Pereniyalist bakış açısıyla insanlığın yaratılıştan bu yana yitik hikmetleri ortaktır bu açıdan rabıta ve nefes tutularak yapılan zikirler sadece yolu zenginleştiricidir. Ancak selefi doktrin de bu durum tepki çekmektedir.

Menzil’de eskatolojik veya selestiyal(gök hiyerarşisi) bakış açısı başka değişle İsmaililiği çok anımsatan gavslık, kutupluk hiyerarşik düzen anlayışı zaman zaman Anadolu Halidiliği’nin de sınırlarını zorlamıştır. Ancak dergâhta yapılan medreselere yatırımlar dergahı bu heteredoksi ile selefi kelami indoktirinasyon arası gerilimlere de aday bırakmaktadır. Bu anlamda menkıbelerle desteklenen sofilerde artık genel kabul halini alan Şeyhin sanki Şii imamiyet meselesi gibi masumiyeti ve tartışılamayan hakikat bilgisi varsayımı izlenimi de dış bakışla ayrı bir ciddi sorunu teşkil etmekte.

Menzil vefattan sonra bölünme potansiyeliyle artık gücün zirvesinden dağılma süreciyle mi karşı karşıya sorusunu akıllara getirmekte. Adeta siyaset ve güç ilişkisi dergâha hermetik (hikmet) veya determinal (sebep-sonuç) bakış açısıyla bedelini artık açıkça ödetmeye mi başladı sorusunu da insana sordurmakta.

Menzil 80’li yıllardan bu yana yoğun insan akışı sürecinde başlarda çok otantik ve doğal olan köylülüğünü dönüştüremedi. Dergâhın üstünde gözüken kasabalı Türk-İslam sentezciliği görüntüsü 80’li yılların tüm insanlığı kucaklayan misyonuyla uyuşamadı. Halbuki ilk Semerkant dergisini çıkartabilen iyi bir entelektüel ekibi ve dergâha ilgi duyabilen kentli zenginlerde aile etrafında mevcuttu. Belki silsilede Esat Erbili veya Abdülaziz Bekkine gibi derin Nakşi entelektüellerinin olamaması bir talihsizlikti. Bu açığı görmesi gereken aile kendi genç kuşağını böyle yönlendirebilirdi. Burada kendine aşırı özgüven sorunsalı, gerçek ilim şu haliyle ancak medresede ve bizim manevi mirasımızın yeterliliği bakışı da bu durumda rol oynuyor gözükmekte. İmami Rabbani’den bu yana önemli Şeyh efendilerin siyasi yöneticilerle ilişkileri tüm acı bedeller ödenmesine karşın ilahi, insani ve vicdani özlü hep uyarıcı nitelikte olmuştu. Bu ilişki yanlışları olan siyaseti uyarıcı niteliği kaybedip kayıtsız teslimiyet niteliğine pek bürünmemişti.

Tüm bu tartışmaların ötesinde Menzil vefattan sonra bölünme potansiyeliyle artık gücün zirvesinden dağılma süreciyle mi karşı karşıya sorusunu akıllara getirmekte. Adeta siyaset ve güç ilişkisi dergâha hermetik (hikmet) veya determinal (sebep-sonuç) bakış açısıyla bedelini artık açıkça ödetmeye mi başladı sorusunu da insana sordurmakta.

Dergâh 250 bin insanın timsali misali her şeye rağmen insanların umudu potansiyelini de taşımakta. Gönül, ailenin geçmişten ders alarak 80’li yıllardaki orijinal ayarlarından ders alarak ifade etmeye çalıştığımız sorunlara neşter atabilmesini istemekte.

Bu vesileyle tekrar eleştiriye ve iletişime açık yönüyle tanıdığım Sayın Saki Erol şahsında tüm camiaya merhum hakkında başsağlığı ve tüm insanlığa hizmet dolu yılları diliyorum.

ü