Cumhuriyet Halk Partisi Sözcüsü Faik Öztrak, gündeme dair açıklamalarda bulunuyor.

Öztrak'ın açıklamalarından öne çıkan satır başları: İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NİN FESHİ "Saraydakiler için artık yasa dışı yoktur. Çünkü Saraydakiler, tek bir imzayla kaldıramayacakları yasa, uluslararası sözleşme olmadığını düşünüyorlar. Utanmasalar TBMM’yi de kapatacaklar. Son birkaç haftada yaşadıklarımıza bakmak bile, ülkenin nereden nereye savrulduğunu görmek için yeterli. Erdoğan bundan 10 yıl önce, TBMM’de oy birliğiyle kabul edilen “İstanbul Sözleşmesi’nden”, tek bir imzayla ülkeyi çıkarmaya karar verdi. Ne Anayasa, ne insan hakları, ne de ahde vefa dinledi. Ucube vesayet rejiminde, tek bir kişinin iradesi, koskoca bir milletin ve 600 milletvekilinin iradesini yok saydı. Ülkemiz tek bir imzayla; hem de Anayasaya rağmen, insan haklarına dair bir uluslararası sözleşmeden çıkarıldı. Bugüne kadar olmayan oldu. Türkiye, insan hakları açısından sözüne güvenilmez, riskli ülke konumuna sürüklendi. Medeni dünyada hızla irtifa kaybediyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin amacı, Kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti engellemek… Böyle bir sözleşmeden tek bir imzayla çıkmak, en çok kimi cesaretlendirir? Elbette kadın ve çocuk katillerini... Son bir haftada 9 kadın cinayete kurban gitti. Ben gencecik iki kadına değinmek istiyorum. Biri İzmir’de 17 yaşında, aslında çocuk. 5 aylık hamile Sezen Ünlü. Diğeri, Aydın’da 31 yaşında, Bir çocuk annesi, sağlık teknisyeni Necla Demirbaş. Bu iki gencecik kadının gülüşleri, gelecek hayalleri, umutları, hayatları, adına “dini nikâhlı eş” ve “erkek arkadaş” denen caniler tarafından ellerinden alındı. Sezen Ünlü ’nün gözü yaşlı babası, kaybettiği evladının ardından; “Daha önce darp raporu alıp, şikâyetçi olmuştuk. Ama gereken yapılmadı ” diye haykırıyor. Şahsım hükümeti ne Sezen’i ne Necla’yı koruyabildi. Peki, bu ülkeyi kim yönetiyor? Yetki kimde, sorumlu kim? Elbette Erdoğan. Ülkeyi yönetenlerin sorumluluğunu en iyi; “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, Gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu” beyti anlatır. Ama sarayın kibirlisi bir zamanlar dilinden düşürmediği, Mehmet Akif’in bu beytini artık hatırlamıyor bile. Koltuğunu korumak için,“Ülkede vesayet altına almadığı kurum ve kuruluş bırakmama” operasyonunu tam gaz sürdürüyor. Koltuğunu korumak için ülkede vesayet almadığı kurum ve kuruluş bırakmama operasyonunu tam gaz sürdürüyor. Yargıdan ve TBMM'den sonra sıra; aileyi, kadınları, çocukları vesayet altına almaya geldi. İstanbul Sözleşmesi'nden ayrılırken Erdoğan'a ilham kaynağı olan örümcek kafalı yandaşları şimdi çıkmış; "İstanbul Sözleşmesi yetmez, 6284 sayılı ailenin korunmasına ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun da değişmelidir" diyerek el yüksetmeye kalkıyorlar. Artık bundan sonra aile içi şiddete maruz kalan her kadın, her çocuk ve işlenecek her kadın cinayetinden Erdoğan sorumludur. İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılması süreci TBMM üzerindeki vesayetin ortaya çıkması bakımından da ibretlik olmuştur. Yaşananlar TBMM'nin milli iradeye sahip çıkan, milletvekilinin hukukunu koruyan bir başkan değil, Sarayın atadığı bir kayyım tarafından yönetildiğini ortaya koymuştur. ŞENTOP'UN MONTRÖ AÇIKLAMASI Saray kayyımı meclis başkanına göre, teknik olarak Erdoğan'ın tek bir imzayla Montrö'den çekilmek mümkünmüş. Eğer, bu ülkenin toprak bütünlüğünü ve varlığını sağlayan anlaşmalar tek bir kişinin imzasıyla yok sayılacaksa anayasa neden var, TBMM neden var? Sayın Şentop, Montrö'den çıkmak, teknik olarak bile ne imkan ne de ihtimal meselesidir. Montrö'den çıkmak devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmaya yeltenmektir. Bunu söylemek, ettiğiniz yemini çiğnemektir. Meclis Başkanı kendini eleştirenleri bugün istiskal etmeye de çalıştı. Meclis Başkanı güya bir hukukçu, ihtisası da kamu hukuku üzerine… Hal böyle olunca, ister istemez insanın aklına, Sakallı Celal’in o meşhur sözü geliyor: “Bu kadar cehalet olsa olsa, ancak tahsille mümkün olabilir.” Sayın Şentop’un sözleri, bu ucube vesayet rejiminin devletimizin bekası için, ne kadar büyük bir tehdit olduğunu göstermektedir. 20 Temmuz sivil darbesinden sonra, bu ucube rejimi getirenlerin artık tek dertleri kendi koltuklarıdır. Nitekim Sayın Şentop’un sözlerinin hemen ardından, yandaş medyada Montrö tartışmalarının açılması, ardından da “Kanal İstanbul İmar Planlarının onaylanması”, kesinlikle tesadüf değildir. Erdoğan’ın okyanus ötesinden, oval ofisten beklediği telefon bir türlü gelmiyor. Erdoğan da o telefon gelsin diye, taviz üstüne taviz vermeye hazır görünüyor. Bugün Montrö’den en çok kimin rahatsız olduğu bir sır değildir. Kanal İstanbul’un rantını yandaşlarına ve Katar kraliyet ailesine peşkeş çeken Erdoğan, savaş gemileri için Karadeniz’e stratejik bir suyolu açmanın ülkeye maliyetini hiç düşündü mü? Erdoğan bu girişiminin, bölgede yaratacağı sarsıntıları hesaba katıyor mu? Hiç sanmıyorum. Varsın o koltukta otursun da, isterse Türkiye yıkılsın. Koltuğunun bekası, Türkiye’nin bekasından çok daha önemli. Açıkça uyarıyoruz: Türk boğazlarının siyasi ve hukuki rejimini tartışmaya açmak, 85 yıldır bir barış gölü olan Karadeniz’in, sıcak bir çatışma alanına dönüşmesine kapı aralar. Bu da milletimizin huzur ve refahının, Daha da bozulmasından başka bir işe yaramaz. Meclisin kayyum başkanı, bu haklı uyarıları yapanlara mandacı diyerek hakaret edeceğine, 1809’dan bugüne yaşananlara bakmalıdır. Erdoğan, emperyal güçlerin oyunlarına piyon olmayı içine sindirebilir. Ama biz Türkiye’nin âli menfaatlerinin, pazarlık konusu yapılmasını içimize sindiremiyoruz." KÜRŞAT AYVATOĞLU TEPKİSİ Bu ülkede pandemide kapatılan iş yerlerinde çalışan genç müzisyenler, açlıktan, parasızlıktan yaşamına kıyarken, milyonlarca gencimiz işsiz, geleceksiniz anasının babasının eline bakıyor. AK Parti'nin büro çalışanının burnu ultra lüks arabalarda, pudra şekerleriyle doluyor. 2014'te Kastamonu Belediyesi'ne kaynakçı kadrosundan giren bu şahıs, 7 yılda bu zenginliğe nasıl erişti? Bu lüks arabalar, değirmenin suyu nereden geliyor? Eğer AK Parti Genel Merkezi'nde bir büro elemanı bu kadar kısa sürede, bu kadar serveti elde edebiliyorsa, böyle lüks bir yaşamı büro elemanı maaşıyla sağlayabiliyorsa; o zaman büronun asıl sahipleri acaba neler yapıyor? Şimdi beylerdeki telaş acaba neyin telaşı? Olayı soruşturmakla mükellef İçişleri Bakanı da çıkıyor, "konuyu siyasileştirmek isteyenler var diyor." Elbette suçun şahsiliği esastır ama nüfus ticaretine konu mekan, siyasi mekan ise, birileri kamu gücünü kullanarak servet ediniyorsa bu konu tam da siyasetin konusudur." EKONOMİ YÖNETİMİNDEKİ KRİZ Bundan tam 11 gün önce, 18 Mart’ta TCMB faizleri 200 baz puan artırdı. Türk lirası, uzun sürmesi beklenen bir değer kazanma sürecine girdi. Ancak bir gün sonra Erdoğan, 132 günlük TCMB Başkanını, gece yarısı sürpriz bir kararla görevden aldı. Türk Lirası hızla değer kaybetti. Faizler arttı. Bu nedenle millet fakirleşirken, birileri de zenginleşti. BDDK verilerine göre, dövizin düşme eğilimine girdiği ve 18-19 Mart’ta, yani iki günde, yabancı para vadesiz mevduatlarda, 1 milyar 474 milyon dolarlık sıçrama oldu. Pazartesi Türk Lirası, dolar karşısında yüzde 8 değer kaybetti. Yaklaşık 1,5 milyar doları cuma alıp pazartesi satanlar 857 milyon lira kazandı. Bu dövizi alanlar, TCMB Başkanının görevden alınacağını biliyor muydu? Bunun çok ciddi şekilde soruşturulması lazım. Çünkü başkanın görevden alınacağını içeriden bilenler, tek bir günde servetlerine servet kattı. Ancak TCMB kasasında buharlaşan milletin 128 milyar dolarının hesabını soramayanlar, bunu soruştururlar mı? Elbette hayır. Yeni TCMB Başkanı bugün çıkmış, “Hemen faiz indirilecek ön yargısı doğru değil” demiş. Güler misiniz, ağlar mısınız? İnsanın fikri neyse zikri de o olur. Madem faizi hemen indirmeyecektiniz, yazmış olduğunuz gazetede, 200 baz puanlık faiz artışına neden kazan kaldırdınız? Köşenizden “Faizi indir” diye bağırdığınız gün, dolar kuru 7 lira 22 kuruştu. Bugün dolar kuru 8 lira 15 kuruş. Avro kuru 8 lira 59 kuruştu. Bugün 9 lira 63 kuruş. Ülkenin risk primi 309 puandı. Bugün 464 puan. 10 yıllık tahvilin faizi yüzde 14’tü. Bugün yüzde 19. Şimdi neden çark ettiniz? Faizi düşürmeyecekseniz, Naci Ağbal’ı neden görevden aldığınızı millete açıklayın. Neden bu kararla milleti yoksullaştırdığınızı anlatın. Ama bakıyoruz bunun yerine, TCMB Başkanı daha ilk günden, milleti ön yargılı olmakla suçluyor. Ne de olsa Tek Adam Vesayet Rejimlerinde, millete tepeden bakmak, milleti suçlamak adettendir. Bunlar artık milletin bakış açısını bile beğenmiyorlar. Millet yatay baktığında lebalep kongre salonu görüyor. Sarayın Grup Başkanvekili tepeden bakınca salonu nizami görür. Millet yatay baktığında, AK Parti’nin büro elemanın burnunda uyuşturucu görüyor. Saraydan tepeden bakınca burunda “pudra şekeri” görüyor. Millet yatay baktığında, memura yapılan zammı yüzde 3 oluyor, saraydan tepeden bakınca, BİST yönetimindeki şürekasının huzur hakkına yapılacak zam, yüzde 33 görünüyor. Millet yatay baktığında, Adana’da 200 kişilik işçi kadrosuna 52 bin kişinin başvurduğunu görüyor. Bunun 45 bini de üniversite mezunu. Ama sarayın vekilleri tepeden bakınca, bu kalabalığı “iş beğenmezler” olarak görüyor. Millet işsiz sayısına yatay baktığında 10 milyon işsiz görüyor. Saray tepeden bakınca, Son bir ayda iş bulamayanları işsiz saymayıp, 4 milyon işsiz görüyor. SALGIN YÖNETİMİ Erdoğan’ın şahsım hükümeti salgında, milletimizi canıyla, cüzdanı arasına sıkıştırdı. Salgında milletimizi bir başına bıraktı. Milletimiz büyük fedakârlıklara katlandı. Ama günlük vefat sayıları yeniden, 150’nin üstüne çıkmaya başladı. Vaka sayıları da 30 bin civarında geziniyor. Aşılamada da işler hala çok yavaş ilerliyor. İki doz aşısı tamamlanan yurttaşlarımızın sayısı, sadece 6,6 milyon. Toplumsal bağışıklık için, 63 milyon yurttaşımızı hızla aşılamamız lazım. Ve bunun ancak yüzde 10’unu aşılayabildik. Aşı tedarik takviminde ciddi bir sarkma var. Tarih sürekli ileri atılıp duruyor. Bunun sorumlusu kim? Ülkeyi kim yönetiyor? Elbette Erdoğan ve onun Şahsım Hükümeti. Mart ayının sonuna geldik. Erdoğan, “Kısa çalışma ödeneğini son kez, 31 Mart’a kadar uzattık” demişti. Eğer bir değişiklik olmazsa 1 milyon 300 bin civarında çalışanımız mağdur olacak. Çoğu ya işsiz kalacak ya da günde 47 lirayla ücretsiz izinli sayılacak. Mağdur olan bir başka kesim ise çiftçilerimiz. Çiftçinin borçları tüm ısrarlı taleplerimize rağmen yapılandırılmadı. Nedense bir el buna özellikle engel oldu. Tarım Kredi Kooperatifleri, Tarım Tefeci Kooperatifi olmuş. Çiftçilerimizi inim inim inletiyor. Tarım Tefeci Kooperatifleri, tepkiler üzerine, çiftçilerimize gönderdiği icraları 3 aylığına durdurmuştu. Şimdi bu ay sonunda onun da süresi doluyor. Çiftçilerimizin traktörüne, tarlasına, ineğine, yine hacizler yağmaya başlayacak. Peki, tüm bu sorunlara kim çözüm bulacak? Bu ülkeyi kim yönetiyor? Elbette Erdoğan. Ve onun Şahsım Hükümeti. Ama Erdoğan şahsım hükümeti görevini yapmıyor. Koltuğunu korumak için vesayet ve taviz siyaseti izliyor. Vesayeti altındaki yargıçlar eliyle, ilkokullarda Andımızın okutulmasına izin veren yargı kararını, devlet madalyalarından Atatürk kabartmasını kaldırttırıyor. Atatürk düşmanları da bundan cesaret alıyor. Hemen sahneye çıkıyor. ATATÜRK BÜSTÜNE SALDIRI Dün milletvekili olduğum Tekirdağ’da, okullardaki Atatürk büstlerine, heykellerine, Planlı, organize saldırılar yapıldı. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu hain saldırıları lanetliyoruz. Sorumluların biran evvel yargının önüne çıkarılmasını ve bu alçak eylemin tüm boyutlarıyla aydınlatılmasını bekliyoruz. Biz bu müessif olayın sonuna kadar takipçisi olacağız. Milletimiz herkesi yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla görüyor. Notlarını veriyor. Sandığın daha fazla gecikmeden önüne gelmesini istiyor. Sandık önüne geldiğinde de gereğini yapacak. Bu kibirli kadroları evlerine gönderecek.