Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, yargı krizine ilişkin olarak "Bu kararlar, tüm yargı organları gibi Yargıtay’ı da bağlar" dedi.

Türk, konuya ilişkin kaleme aldığı ve Karar Gazetesi'nde yayımlanan yazısında şunları kaydetti:

"8 Mayıs-30 Ağustos 2013 tarihleri arasında, İstanbul Taksim’deki Gezi Parkı’nda yapılan eylemler dolayısıyla açılan davada Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinde yazılı “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçuna “yardım” ettiği gerekçesiyle Türk Ceza Kanunu’nun 39. maddesine göre 18 yıl hapisle cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutuklanmasına İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 25.4.2022 tarihinde karar verilen, tahliye istemiyle birlikte yaptığı istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi’nce 28.12.2022 tarihinde reddedilen Can Atalay, bu karar Yargıtay 3. Ceza Dairesinde temyiz incelemesinde iken, 14 Mayıs 2023 milletvekili genel seçimlerinde TİP adayı olarak Hatay milletvekili seçildi. Yasama dokunulmazlığı kazanması nedeniyle hakkındaki davada Anayasa’nın 83. maddesine göre durma kararı verilmesi ve tahliye edilmesi istemi, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 13.7.2023 tarihli kararıyla reddedildi.

Bunun üzerine Hatay Milletvekili Atalay, hak ihlâli nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu. Anayasa Mahkemesi’nce ceza infaz kurumundan tahliye edilmesi yönünde 25.10.2023 tarihinde verilen karar, gereği için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine, oradan gönderildiği Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 8.11.2023 tarihinde verdiği kararla tanınmadı. Üstelik 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin 25.10.2023 tarihli kararıyla yetkisini aşarak Anayasa’yı ihlâl ettiği iddiasıyla hak ihlâli kararı veren üyeler hakkında suç duyurusunda bulundu(1).

Anayasa’da “Yüksek mahkemeler” arasında ilk sırada yer alan Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında verdikleri karar dolayısıyla adlî yargının en yüksek mercii olan Yargıtay tarafından suç duyurusunda bulunulması, ülkemizde daha önce benzeri görülmemiş bir garabettir.

Bu makalenin asıl konusunu oluşturan Anayasa Mahkemesi’nin Atalay hakkındaki kararının temelindeki hukukî durumu ve verilen kararı ana çizgileriyle şöyle özetleyebiliriz.

Yasama dokunulmazlığı

Anayasa’nın “Yasama dokunulmazlığı” kenar başlıklı 83. maddenin II. ve III. fıkralarında şu hükümler yer almaktadır:

“Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılana-maz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. …

Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez.”

Anayasa’nın 34. maddesinde öngörülen ‘silâhsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü’ düzenlemekle Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinde yazılı suç işlenmiş olmaz. Can Atalay’la birlikte 8 sanık hakkında açılan dava, 1940 yılında yıkılıp Gezi Parkı yapılmış olan Topçu Kışlası’nın AVM ve rezidans olarak kullanılmak üzere yeniden inşasına karşı başlayan protesto eylemlerinin ülkenin çeşitli bölgelerinde şiddet olaylarına dönüşmesi ile ilgilidir. Terör olayları olarak bunların faillerini bulup yargılamak gerekir. Fakat Anayasa’nın 34. maddesine uygun toplantı ve gösteriler hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesini uygulamak isabetli değildir. Kaldı ki –Türk Ceza Kanunu’nun 302 ve 309. maddelerinden farklı olarak– 312. maddenin Anayasa’nın 14. maddesi kapsamında değerlendirilmesi de tartışabilir niteliktedir.

Her durumda Anayasa’nın 83. maddesinin III. fıkrası uyarınca bir TBMM üyesi hakkında seçiminden önce veya sonra verilen ceza hükmünün infazının bu sıfatının sona ermesine bırakılması zorunludur.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun Şerafettin Can Atalay’ın 2023/5398 numaralı başvurusu üzerine verdiği 25/10/2023 tarihli Kararın “Hüküm” fıkrası şöyledir:

[Başvurucunun]

A.1. Seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakkının ihlâl edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2.Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâl edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B.1. Anayasa’nın 67. maddesinde güvence altına alınan seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakkının İHLÂL EDİLDİĞİNE … OYÇOKLUĞUYLA,

2.Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLÂL EDİLDİĞİNE … OYÇOKLUĞUYLA...

D. Kararın bir örneğinin hak ihlâllerinin ortadan kaldırılması için başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2021/178) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 50.000 TL manevî tazminat ÖDENMESİNE...

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/10/2023 tarihinde karar verildi.”

Verildiği tarihten 2 gün sonra Resmî Gazete’de yayımlanan bu Karar(2), henüz uygulanmadı.

Değerlendirme

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi’nin yetkisini aşarak Anayasa’yı ihlâl ettiği iddiası, hukukî dayanaktan yoksundur. Çünkü Anayasa’nın 148. maddesinin I. fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerinden biri de, “bireysel başvuruları karara” bağlamaktır. Bu maddenin III. fıkrasına göre, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlâl edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir.” Konu ile ilgili diğer hükümler, IV-V. fıkralarda düzenlenmiştir.

Anayasa’nın 153. maddesinin VI. fıkrasına göre; “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” Dolayısıyla bu kararlar, tüm yargı organları gibi Yargıtay’ı da bağlar.

30.3.2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un bireysel başvurularla ilgili “Kararlar” hakkındaki 50. maddesinin 2. fıkrasına göre “Tespit edilen ihlâl bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlâli ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. … Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlâl kararında açıkladığı ihlâli ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinde karar verir.”

Sonuç

Anayasa ve 6216 sayılı Kanun’un anılan hükümleri, farklı hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Böyle olduğu hâlde bu hükümlerin gereğini yerine getirmemek, Anayasa ve yasayı tanımamak anlamına gelir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 8.11.2023 tarihli kararıyla Anayasa ve yasa tanımaz bir tutum benimsemiştir. Asıl Anayasa ve yasa ihlâli budur.

“Mahkemelerin bağımsızlığı”, Anayasa’nın bu kenar başlığını taşıyan 138. maddesinin I. fıkrasında sınırlarıyla birlikte gösterilmiştir: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre karar verirler.” Anayasal çerçeve budur.

__________________

(1) Bu konudaki gazete haberi için bk. Cumhuriyet, 9.11.2023, s. 4 “Yargıtay, AYM’nin Can Atalay kararını tanımadı, ihlâl oyu verenler hakkında suç duyurusunda bulundu. Yargıda meydan okuma”.

(2) Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 25/10/2023 tarih ve 2023/53898 sayılı Kararı için bk. T. C. Resmî Gazete, 27.10.2023, S. 32352, s. 68-100, karşı oy yazıları: 101, 102."