AK Parti’nin hâlâ birinci olması ve Kılıçdaroğlu karşısında Erdoğan’ın iddiasını sürdürmesi de sadece partizanlık ve kutuplaşma ile medyadaki hakimiyeti ile değil, işsizliğin azalması ve istihdamın korunmasıyla da yakından ilişkili. Tüm dünya pandemi sonrası enflasyonla boğuşurken, Türkiye’de 2018’den önce sinyallerini veren, 2018’de de kur kriziyle ortaya çıkan ekonomik buhran giderek derinleşiyor. Hiperenflasyona giren Türkiye ekonomisi enflasyonda son birkaç aydır Avrupa’da zirvede, dünyada ilk 5’te yer alıyor. Türkiye’nin katma değerli üretimden ve verimlilikten uzak, küçük ölçekli işletmelerin ihracat ve ticareti ile büyük ölçüde tüketim ve inşaata dayalı olan ekonomisi, 2010’larda güzel günleri geride bırakmıştı. Bu gidişatın üzerine Erdoğan’ın düşük faize dayalı seçim ekonomisi de eklenince, Türkiye ekonomisi giderek kırılganlaştı ve siyasi krizlere tamamen açık hâle geldi. Ekonomide yaşanan bu olumsuz gelişmelerle birlikte, muhalif kamuoyunda iktidarın seçimlerde değişmesine yönelik beklenti tavan yapmış durumda. 2019 yerel seçimlerinde gelen başarı ve sonrasında AK Parti’nin yaşadığı oy kaybı da bu beklentiye somut zemin hazırlıyor. Fakat anketlere göre AK Parti oyunun düşüşü %30’da dururken, Erdoğan da rakiplerine karşı en az %40 oy oranı elde ediyor. Aynı zamanda Erdoğan Kılıçdaroğlu ve Akşener karşısında çeşitli anketlere göre %45’i aşabiliyor. Bu sonuçlar beraberinde bu soruları getiriyor: AK Parti neden hâlâ %30? AK Parti neden hâlâ 1. Parti? Erdoğan nasıl hâlâ %40’larda oy alabiliyor? Ekonomik oy verme davranışı ve rasyonel oy verme teorisine göre bu sorunun yanıtı Erdoğan’ın düşük faize dayalı kısa vadeli ekonomi polikalarında gizli. ERDOĞAN NEDEN FAİZ DÜŞÜRÜYOR? 2010-2018 ARASI 2002’den beri ülkeyi yöneten, 1994’ten beri seçim kazanan Erdoğan, kendi iktidarını koruma konusunda geçmişten ders alan bir lider. Ekonomi ve seçim sonuçları arasındaki ilişkiye dair tecrübeleri de bundan müstesna değil. Erdoğan 2010-2018 yılları arasındaki seçim-referandum maratonunda düşük faiz ve ucuz krediler ile Türkiye şartlarında düşük işsizlik ve yüksek tüketim-refaha dayalı ekonomi sayesinde partizan olmayan seçmenlerin ve merkez seçmenin kendisine desteğini sürdürdüğünü gördü. Yapısal reformların uygulanmadığı ve sosyal adaletin sağlanmadığı Türkiye ekonomisi 2000’lerdeki geçici parlak günlerinden giderek uzaklaşsa da Erdoğan, “seçim ekonomisi” olarak tanımlayabileceğimiz düşük faiz-yüksek istihdam-tüketim/refah formülünün sayesinde kritik eşik noktalarından geçti. Gezi, 17-25 Aralık, Çözüm sürecinin sona ermesi gibi sırasıyla özgürlükçü seçmenleri, Fethullahçıları ve Kürt seçmenin bir bölümünü kaybettiği dönüm noktalarını, partizan seçmeninin “ölümüne” desteğinin yanısıra ekonomik oy veren seçmenleri yardımıyla atlattı. 2018 KUR KRİZİ VE 2019 YEREL SEÇİMLERİ Fakat ekonomi bu süreçte en başta açıkladığımız gibi giderek kırılganlaştı. 2018 yılında Rahip Brunson krizi ve Trump’ın tweet ve yaptırımlarıyla birlikte Ağustos 2018’de kur krizi ortaya çıktı. Dolar/TL bir anda 7’leri aşıverdi. Bunun üzerine Merkez Bankası politika faizini birkaç ay içinde %8’den %24’e yükseltti. 2018 Mart-2018 Eylül arasında 6 ayda %8’den %24’e gelen Merkez Bankası politika faizi sayesinde Dolar/TL 5 seviyesine gerilese kur şokuyla gelen maliyet ve yükselen kredi oranları ekonomiyi yavaşlattı. Tam da 2019 yerel seçimleri öncesinde ekonomi 2018 son çeyrekte %3, 2019 ilk çeyrekre %2.6 daraldı. İki dönem küçülen Türkiye böylece teknik olarak krize girmiş oldu. Ekonomik küçülme nedeniyle istihdam azalırken, işsizlik %11’den %14-15 aralığına geldi. İşsiz sayısı sadece birkaç ay içinde 1 milyon yükseldi. Prof. Ali T. Akarca gibi akademisyenlerin çalışmalarında gösterdiği üzere ekonomik küçülme ve beraberinde gelen işsizlik, iktidar partisinin oyunu önemli bir şekilde negatif etkiliyor. Bu bulgulara uygun şekilde, Erdoğan’ın bir kerelik göz yumduğu yüksek faiz politikasının bedeli ekonomik küçülme ve netiecesinde yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere, ülke nüfusunun yarısından fazlasının yönetildiği şehirleri muhalefete kaybetmek oldu. 2019 YEREL SEÇİMLERİDEN GÜNÜMÜZE Erdoğan 2018 kur şokunun etkisiyle 2000’li yıllardan beri sürdürdüğü düşük faiz politikasından vazgeçerek “ortodoks” iktisatçıların söylediklerine uygun davranmış, fakat bunun bedelini 2019 yerel seçimlerinde ödemişti. Erdoğan ekonomik küçülmenin yerel seçimlerde bıraktığı acı tattan sonra mümkün oldukça kısa vadede ekonomik büyüme ve istihdamı korumayı seçti. Düşük faiz politikasına geri döndü. Faiz yükseltmeyi savunan Naci Ağbal gibi uzmanlarla çalışmayı tercih etmedi. Zaman içinde Merkez Bankası politika faizi %24’ten %13’e kadar geriledi. Erdoğan pandemi ve savaşın getirdiği enflasyonist ortamda dahi düşük faiz inadından vazgeçmedi. Biliyordu ki ekonomik küçülme ve artan işsizlik sadece partizan olmayan seçmenleri değil, partizan seçmenlerin bir kısmını da götürecek daha büyük  bir tehlikeydi. Bunun yerine üretimde çarkların dönmesini, düşük maaşlarla da olsa istihdamın korunmasını tercih etti. Düşük faiz inadıyla büyük bir kumar oynayan Erdoğan, eşitsizliğe ve emeğin fakirleşmesine dayalı ekonomik büyüme modelini uyguladı. Buna uygun olarak ekonomi son çeyrekte %7.6 büyürken, Türkiye OECD ve G20 ülkeleri arasında en yüksek büyüme kaydeden ikinci ülke oldu. Fakat bu büyüme sermaye ve işverene yaradı. İşveren de bunun karşılığında çarkları döndürdü, istihdamı korudu, işsizliği düşürdü. DİSK-AR verilerine göre ülke ekonomisinde emeğin (işgücü ödemelerini) payı son 3 yılda %36.8’den %25.4’e gerilerken, sermayenin (işletme gelirlerinin) payı ise %44.9’dan %54’e çıktı. Böylece Erdoğan sermayeyi zenginleştirip emeği fakirleştirirken, halkın enflasyonu kanıksamasını işsizliğin artmasına yeğledi.
Erdoğan ekonomik küçülmenin yerel seçimlerde bıraktığı acı tattan sonra mümkün oldukça kısa vadede ekonomik büyüme ve istihdamı korumayı seçti. Düşük faiz politikasına geri döndü.
Erdoğan bu inadının karşılığını ekonominin büyümesi ve işsizliğin %10’lara gerilemesiyle aldı. Türkiye'de işsizlik oranı Haziran 2022’de %10,3 olarak gerçekleşirken, bu rakam Mayıs 2018'den bu yana en düşük işsizlik oranı olarak dikkati çekti. AK Parti’nin hâlâ birinci olması ve Kılıçdaroğlu karşısında Erdoğan’ın iddiasını sürdürmesi de sadece partizanlık/kutuplaşma ve medyadaki hakimiyeti ile değil, işsizliğin azalması ve istihdamın korunmasıyla da yakından ilişkili. Erdoğan’ın düşük faiz inadı neticesinde enflasyon artsa da hayat pahalılığına alışan seçmenlerinin %75’lere yaklaşan büyük çoğunluğu kendisini desteklemeyi sürdürdü. Bu tavır dünyadaki enflasyonist ortamla meşrulaştırılmaya devam ediyor. Erdoğan’ın ekonomide rahatlama için Şubat-Mart 2023 tarihlerini işaret etmesinden anladığımız üzere önümüzdeki kışın zor geçebileceğini iktidar cenahı da kabul etmiş durumda. Türkiye’nin ihracatında büyük bir paya sahip olan Avrupa’da enerji krizi ve resesyon beklenirken, dolar güçleniyor, hammadde fiyatları artıyor. Türkiye ekonomisinin üzerindeki baskı büyüyor. Fakat Erdoğan da ekonomi, dış politika ve turizmde yaptığı kumar nitelikli hamlelerle Türkiye’ye Körfez ülkeleri ve Rusya ile Avrupalı turistlerle birlikte sıcak para sokmayı hedefliyor. 2023 seçimleri Erdoğan’ın kısa vadede istihdamı koruyan fakirleştirici büyümeye dayalı büyük kumarının tutup tutmayacağını gösterecek.