Biraz da pirimiz Evliyâ Çelebi ile gezelim kasabaya: Seyyahımız “Abelyond Kalesi’nin özelliklerini” anlattıktan sonra gölde turna, sazan ve kerevit olduğunu söyler. Kelimeleriyle çektiği 17. yüzyıl fotoğrafında, Uluabat gölünün ortasındaki bu yarımadanın büyük kiliseleri, çarşı-pazarı, hanları, meyhaneleri, bağları ve bahçeleri olduğunu gösterir. Hesapsız olduğundan kırmızı üzüm şırasının çok beğenildiğini kaydedip şu cümleyi not düşer: “Yılda bir kere yüz bin insan toplanıp büyük panayırı kurulup, bütün kıymetli eşyalar bol bol bulunup alış satışlar olur.” Evliyâ’nın bu tümcesini 1924’e uzatalım; çünkü Lozan Antlaşması sonrası Türkler ve Yunanlılar arasında bir de Nüfus Mübadelesi ek protokolü imza edilir. İşte, köyün görece yerlilerinin büyük bir çoğunluğu Selanik’ten Bursa’ya gelen evlâd-ı fatihân’dan mürekkep. Bugün Aziz Panteleimon Kilisesi’ne eski Apolyontluların torunları gelip; dedelerinin topraklarında ayin yapıyorlar, hatırlatalım.
GÖL: KÖYÜN TARLASIGölyazı halkının geçim kaynağı balıkçılık, tarım ve son yıllardaki popülaritesinden dolayı da turizm. Ama köyün esas maişeti, balıkçılık üzerine kurulmuş. Hemen her evin önüne park etmiş sandallardan anlıyorsunuz bunu. Gölde en çok avlanan balık türleriyse turna, sazan ve köylülerin feki adını verdikleri bir çeşit küçük balık. Burada 100 yıldır her gün balık mezadı gerçekleşiyor ki böylesi bir ‘şenlik’i mutlaka görün.
Biliyor musunuz? Şairlerin muhayyilesinde böylesi lirik sahneler bırakan Gölyazı’nın çevrelediği Uluabat Gölü’ne uzmanlar 40 yıl ömür biçiyor. Çünkü nesli tükenmekte olan canlıların yaşam alanları yok oluyor, çünkü göl suyu her geçen gün fabrikalar yüzünden kirleniyor.
Köy meydanında cami, kahvehaneler ve ‘ağlayan çınar’ adıyla da bilinen bir anıt ağaç sizleri selamlıyor. Ağacın ağlaması mübadil Türk ile Rum kızının trajik ayrılığına bağlanıyor halkın muhayyilesinde. Osmanlı’nın da Cumhuriyet’in de Kuruluş’unda Türk-Rum aşkları her daim fonda asılı duruyor. Ağacın bir başka ağlama sebebiyse Yunan işgali sırasında gördüğü zulümmüş. Köylüler, bazı geceler, dallarından kırmızı bir suyun damladığına inanıyor. Öyle ki bu gözyaşları görünsün diye dalların altına mermerden yapılmış bir yaprak figürü konmuş.
GÖL YAZI EVİ YA DA ÇAPRAZ İLİŞKİLER KAFESİ Şimdi başlığa uzanıp aşağı çekelim: 2014’te Nilüfer Belediyesi’nin uygulamaya koyduğu ve Aziz Panteleimon kilisesinin hemen yanında bir kültür evi olarak tasarlanan Göl Yazı Evi’nin amacı; yazar, şair, çevirmen, akademisyen, editör ve araştırmacıları ev ortamında ağırlamak. Enis Batur da bu özel evin misafiriydi ve buradaki günlerini Göl Yazı/Çapraz İlişkiler Kafesi adıyla kitaplaştırdı. Şair-Yazar şu cümleleri kaydetmişti defterine: “Çocukluktan ergenliğe geçiş döneminde, her kış Uludağ’a ailece gidişlerimizden birinde, belki de dönüşümüzde ama kıyısında biriki saat konaklamıştık, belleğime mıhlanan görüntü hiç silinmedi. Gökyüzü gölyüzüne sonsuz bir tül perdeyi çağrıştıran bir sis tabakasında kapaklanmıştı. Başka göllere yolum düştü sonraki yıllarda, bazılarına sokulmuş otellerde, hanlarda kaldığım oldu, her seferinde sisli Apolyont’u anımsadım, o görüntüyü durmadan rötuşlarla kayıt defterindeki yerinde sağlam, kalıcı ve ısrarlı kılmayı denedim.” APOLYONT BENİM SON GÖLÜM OLABİLİR Biliyor musunuz? Şairlerin muhayyilesinde böylesi lirik sahneler bırakan Gölyazı’nın çevrelediği Uluabat Gölü’ne uzmanlar 40 yıl ömür biçiyor. Çünkü nesli tükenmekte olan canlıların yaşam alanları yok oluyor, çünkü göl suyu her geçen gün fabrikalar yüzünden kirleniyor, dedemin yüzdüğü sular azalıyor ve balıkçılık can çekişiyor. Yeri gelmişken; Medyascope’dan Fazıl Alp Akiş’in Türkiye’nin tehdit altındaki gölleri yazı-dizisini tavsiye ederim. Evet, birbirlerini hiç tanımasalar da Enis Batur’la dedem aynı cümlede birbirlerine bakıp, ‘aynalar günlüğü’ne şu cümleyi yazıyorlar: “Apolyont benim ilk gölümdü.” Bense çürümenin ortasında, sazlıklardan havalanan yalnızlığın içinde, kendime garip ve hüzünlü bir yer ediniyorum: “Apolyont benim son gölüm olabilir.”