Manşet

Emrah Şahan: İmamoğlu ve ekibi İstanbul’un muhafızı oldu

Abone Ol
İstanbul Planlama Ajansı’nın kurucularından ve eski başkanı Emrah Şahan, kariyerindeki ilk söyleşisini Politik Yol’a verdi. Görevlerinden istifa eden ve Şişli Belediyesi Başkanı aday adaylığını duyuran Şahan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi(İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte İBB yönetiminde geçirdikleri yaklaşık beş yıllık süreçte karşılaştıkları sorunları ve attıkları adımlara anlattı.

Şahan, İBB yönetimine gelmeleri ile birlikte eski yönetim ve merkezi iktidar eli ile İstanbul’da yaklaşık 85 milyar dolarlık rant yaratıldığını ve bunun aktarıldığını tespit ettiklerinin söyledi. Şahan, söz konusu 85 milyar dolarlık rantın, 5 milyar dolarlık bölümünün yalnızca Şişli’den elde edildiğine dikkat çekti.

Şahan’ın PolitikYol’a yaptığı açıklamaların tamamı:

Geniş kamuoyu adınızı muhtemelen daha az duysa da siyaseti takip edenler daha çok duydu. Şişli’nin belediye başkanı olmaya aday olan Emrah Şahan kimdir?

İnsanın kendisini anlatması zordur, ama kısaca size kendimi anlatayım. Mimar Sinan Üniversitesi mezunuyum, şehir plancısıyım. 2005 yılından beri çeşitli kamu kurumlarında veya kuruluşlarda görevler aldım. 2014’ten 2019’a kadar Ekrem Başkan ile Beylikdüzü’nde hem teknik koordinasyonda hem de proje koordinasyonunda çalıştım.

Sonrasında siyasi alana da girdim, Şişli’den İstanbul Büyükşehir Belediyesi meclis üyesi ardından Belediye Başkan Yardımcısı oldum. Kente uzmanlık alanımda hizmet verebilmek adına, İstanbul Planlama Ajansı’nın kurulması sürecinde kurucu ekip içinde yer aldım. İstanbul için genç ve uzman bir ekip ile birlikte çalışmalar yaptık. Kentsel planlama, kent suçları, afetler, kentin sorunlara çözüm üretilmesi amacıyla projelerin hazırlanması, anlatılması ve ortaklaştırılması gibi pek çok alanda çalışmalar yürüttük. Bunları geniş çerçevede İPA çatısı altında kentin hizmetine sunduk.

Emrah Bey, İPA’yı biraz anlatır mısınız? Nedir bu İPA, ne iş yapar?

İPA, geleceksiz bırakılmak istenen bir kentin geleceğinin planlanması hedefiyle kurulmuş bir hibrit organizasyon. Dünyada bu tarz organizasyonların örnekleri boldur, ama İstanbul gibi kentte bunun bir örneği yoktur. Daha yeni yola çıkan, 4 senelik bir organizasyon olarak büyük işleri hedefleyen ve başaran bir organizasyon.

Genç olmasına rağmen, İstanbul’a dair geleceğine dair söz söyleme hedefini büyüten bir organizasyon oldu. Çünkü arkasında İmamoğlu gibi güçlü bir siyasi irade vardı. Bu irade İstanbul hakkındaki her konuda söz söylerken bilimsel ve ortak akla inanan, bunu hayata geçiren bir iradeydi. İPA da bunun kanıtı olarak geleceksiz bırakılmak istenen İstanbul’a 2050 vizyonunu, arkasındaki siyasi iradenin koşulsuz güven ve desteği ile ortaya koyan yapıdır. Bu kent artık bu nedenle ne sahipsiz ne de geleceksizdir.

İmamoğlu ve ekibi bu kentin tabiri caiz ise muhafızı olurken, İPA da bu sürecin bir parçasıdır.

Muhafız çok iddialı bir söylem değil mi?

Bu siyasi irade ve kadro İstanbul’u tam anlamıyla muhafaza etti. Gerçekten bir muhafızlık durumu var. Sadece bir plancı olarak söyleyebilirim ki bu alanda verdiğimiz mücadele ile bu İstanbul’u kurtardığımız çok hançer var. En basit ve en büyük örnek de Kanal İstanbul projesidir. Bu dönem bu kentte Ekrem İmamoğlu olmasaydı, Kanal İstanbul siyasi iktidarın başladığı bir proje haline dönüşebilirdi. Dolayısıyla biz bu kadim şehri koruyoruz, korurken de geleceği ile ilgili de bütün süreçleri yürütüyoruz ve devam edeceğiz. Bu nedenle iddialı değil, gerçekçi bir söylem.

Sizin özellikle deprem başta olmak üzere kentlerin karşı karşıya kaldığı felaketler konusundaki makaleleriniz var. Fakat bir de itirazınız var. Her şey iklim değişikliğinden kaynaklı değil diyorsunuz. Bu ne demek?

Günümüzde Türkiye’de yaşanan sel, orman yangını gibi birçok felaketi ele aldığımızda, birçok katmanını ele almamız gerekiyor.  Genellikle iklim değişikliğine bağlanan bu olayların sorundan felakete dönüşmesinin temel sebepleri plansız ve rant odaklı kentleşme politikalarının olduğu görebiliriz.

Deprem, sel gibi afetleri sadece afet öncesi önlemler ve afet sonrası müdahale bağlamında değil, aynı zamanda planlama ve imar gibi alanlarda son 20 yıllık süreci de hesaba katarak yeniden düşünmek gerekmektedir. Bu yaklaşım, yönetilememe sorunlarını daha geniş bir çerçeveden değerlendirmek gerekiyor.

Son 20 yılda etkisi gözlemlenen süreçler üzerinde iki temel konu başlığı öne çıkmaktadır. Birincisi, idari dönüşümler ve bu dönüşümlerin merkezileşmesi, yerelin süreçlere olan etkisini azaltmıştır. İkinci olarak, afet algısının sadece deprem odaklı olması ve bu durumun kentsel rant açısından tartışılması sorunu ön plana çıkmaktadır.

Sermayenin yapılaşma baskısı yasal düzenlemeler yüzünden kırsal alanlara yayıldı.

Mekânsal planlama sistemi içindeki dönüşüme rağmen, sınırları sebebiyle iklim değişikliği gibi konularda kalıcı ve gerçekçi çözümler üretilememektedir. İmar kanunu üzerinde gerçekleştirilen değişiklikler ve imar afları ise plansızlığın belirgin bir yansımasıdır. İklim değişikliği gibi sorunların mekânsal planlama sistemi tarafından yeterince ele alınmamasının yanı sıra, AKP hükümetinin imar kanunu üzerindeki müdahaleleri, imar mevzuatının mantıksal bütünlüğünü bozarak olumsuz bir etki yaratmıştır.

Bu bağlamda, günümüzde karşılaştığımız yönetilememe sorunları, aslında son iki on yılda gerçekleşen yasal düzenlemeler ve kurumsal değişimlerin bir sonucudur. Yasal düzenlemelerin merkezi yönetim tarafından elde toplanması, iklim değişikliği ve deprem gibi konularda tek tip çözümlerin üretilmesi riskini beraberinde getirmektedir.

Özellikle AKP hükümeti döneminde başlayan imar kanunundaki değişikliklerin devamı niteliğindeki geniş kapsamlı imar afları, kırsal ve kentsel mekanların düzenlenmesi çabalarının aslında planlı bir yaklaşım değil, tam aksine plansızlığın bir ürünü olduğunu göstermektedir.

Kent suçları denildiğinde en çok akla gelen kentlerden biri İstanbul. Biz İmamoğlu’nun yönetime geçtiğinde karşılaştığı İBB’deki maddi konulara dayalı suçları duyduk ve çok konuştuk. Ama bu yönetimi aldığınızda kent suçları da gördünüz sanırım.

İstanbul kentsel alanı, 1999 Depreminden sonra rant odaklı projeler ve büyük ölçekli ulaşım yatırımları doğrultusunda kuzey yönünde genişlerken, mevcut kentsel alan yoğunlaşarak, donatı alanları, yeşil ve açık alanlar yetersizleşti.

Aynı doğrultuda, afet ve acil durumlarda vatandaşların bir araya geleceği, yaşanan paniğin önleneceği ve sağlıklı bilgi alışverişinin sağlanacağı güvenli alanlar olan toplanma alanları da yetersiz hale gelmiş oldu.

İstanbul’da son 20 yılda, büyük ölçekli projelerin sayısı artarak kent konut, ticaret, ulaşım ve tüketim odaklı bir gelişimin içine dahil edilerek, kamu yararını gözeten planlı bir süreçten çok; sermayeye artı kazanç sağlama ve rant üretimi yönünde bir yaklaşım benimsendi.

Yönetime geldikten sonra özellikle İmar Şehircilik Daire Başkanlığı bünyesinde ve İPA ile beraber yaptığımız önemli bir çalışma oldu. İmar planları ya da mimari projelerde yapılan değişiklikler sonucunda 78’i donatı alanı ve 7’si orman alanında olmak üzere kamuya ait 130 alandaki projelerden 85 milyar dolar rant elde edildiği görüldü. Bu kazanç ile İstanbul’daki orta ve üzeri riskli yapıların tamamı dört kere dönüştürülebilirdi.

İstanbul’da herhangi bir yeri ile ilgili, bir gecede karar alabilecek kurum, kuruluş veya yönetsel çerçeve sayısı 24 yasa 11 yönetmelik 19 kurum. İstanbul böyle yönetilecek bir kent değildir, planlama aklı dediğimiz şey bu değildir. Deprem ile böyle mücadele edemezsiniz. Depremle daha kapsamlı, bütüncül ve herkesin birbirini gördüğü ve işittiği bir yerden mücadele edebilirsiniz. Bu yasal çerçeveler İstanbul’da o kadar araçsallaştırılmış durumda ki 85 milyar dolar, plan konuları, kent suçu olarak tanımladığımız konular durumu net olarak özetliyor.

Peki İstanbul’un gettoları ne olacak?

Kentin kendi haline bırakılmış gettoları kentsel rant ve dönüşüm için bahane edilen alanlar halini alıyor. Kentin bu alanları önümüzdeki dönem gerçekçi, toplumsal dokusunu gören, halkı ile konuşacağımız ve kararlar alacağımız konuların başında geliyor. Çıkan yasa ve yönetmelikler ile İstanbul’un yoksul mahallelerinde dönüşüm adı altında yapılmak istenenlere tanıklık ettik. Yeni dönemde başka bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Çünkü mevcut yaklaşımlar, insanları kendi mahallesinin emlakçısı haline getirdi. Oysa burada bütüncül bir iş var, yani vatandaşa da yerel yönetime de merkezi yönetime de burada bir iş düşüyor. Aynı zamanda sermayeye, sivil topluma ve aktörlere görevler düşüyor. Bugüne kadar getirilen süreçler, maalesef aktörlerin hepsini bir tarafa itti, doğruyu söyleyeni bir tarafa itti ve korkunç bir yetki karmaşası ile süreci bugüne getirdi.

Biz Ekrem Başkan’ın dört buçuk yıllık sürecinde tanımladığı seferberlik söylemi ile yeni bir süreci tanımladı. Bu iş bir birlikte bu konuyu masaya yatırdığımız, birlikte çözüm aradığımız ama taşın altına da birlikte elimizi koyduğumuz bir süreçtir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak yetkimiz çerçevesinde pek çok adımı attık, atmaya da devam ediyoruz. Israrcıyız,

önümüzdeki dönemde de devam edeceğiz.

İstanbul kırsal alanları da hızlıca yapılaşmaya açılan bir kent. Ne oluyor? Bunun temelinde yalnızca konut sorunu olmasa gerek.

Büyük ölçekli ulaşım projelerinin de etkisiyle 2000-2018 yılları arasında İstanbul’da 23.766 hektar orman alanı kaybedildi. Bu rakam 18 yılda orman alanlarının yüzde 10’a yakın azalması anlamına geliyor.

Buna ek olarak 2000-2018 yılları arasında İstanbul’da inşaat sahaları yaklaşık 7 katına çıktı, İstanbul’da 2018 yılında 11.399 ha alan temel kazıları, toprak işleri vb inşaat faaliyetlerinde kullanıldı. Bu alan Şişli ilçesinden daha büyük bir yüzeye tekabül ediyor.

İstanbul’da maddi kazanç adına kaybedilen doğal alanlar orman alanları ile sınırlı kalmazken, tarım alanları da 2000-2018 yılları arasında yüzde 23 azaldı. Bölgenin betonlaşması yerine tarımsal üretim devam etmekte ve bunun için gerekli destekler yapılmaktadır.

Beton Kanal projesine ele aldığımızda; 135 milyon m2 tarım alanını, 13 milyon m2 mera alanını yok edilecek, tarım alanlarını yapılaşmaya açacak olan Kanal İstanbul Projesini ortaya attılar. Kanal İstanbul, 30.000 kişilik tarımsal istihdam imkanını ortadan kaldırıyor, sağlıklı ve yerel gıdaya erişim hakkına yönelik ciddi bir tehdit oluşturuyor. Proje bölgede yüksek yoğunluklu yapılaşma baskısına neden olacak ve zaman içerisinde bölgedeki yaşamsal önemdeki ekosistemler yok olma tehdidi ile karşı karşıya kalacak. Proje hem tarım, orman ve sulak alanların yok ederek hiçbir ekolojik duyarlılık taşımıyor. Dün söyledik bugün de söylüyoruz bu proje her yönüyle felaket, ihanet ve cinayet projesidir. Şimdi bir de yeni bir yasa değişikliği oldu ve mülksüzleşme riski ortaya çıktı.

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun “Türkiye’nin riskli bölgelerinin ve binalarının depreme ve diğer afetlere hazırlanması için mülkiyet haklarına saygılı, sağlıklı ve düzenli yerleşme, daha az maliyet ile en fazla sosyal faydanın temin edilmesi, kaynakların planlı, sağlıklı ve verimli kullanılması” hedefiyle ilk olarak 2012 yılında yürürlüğe girdi. Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ve kanun hükmünde kararnamelerle toplamda 11 kez değişikliğe uğradı. Son düzenleme ise geçtiğimiz günlerde kamu ile paylaşıldı.

Düzenlemeyle mülksüzleşme meselesinin haricinde de tartışmaya açılan pek çok konu oldu:

Rezerv yapı alanlarının tanımından "yeni yerleşim alanı olarak" ibaresinin çıkarılması, mevcut yerleşim yerlerine yönelik uygulamalar konusunda belirsizlikleri ortaya çıkardı.

6306 sayılı Kanun kapsamına alınan bazı yerlerde tescil dışı alan niteliğindeki park vb. aktif yeşil alanlar ile yolların ana arter veya tali yol olup olmadığına bakılmaksızın Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na devrinin söz konusu olabileceğine dikkat çekmektedir.

Koruma kapsamındaki alanların yapılaşmaya açılması, sosyal ve teknik altyapı olarak planlama potansiyeli taşıyan askeri alanlar ve yeşil alanların rezerv alan olarak ilan edilmesi ile yapılaşmaya açılmasının önü açıldı.

Kanun değişikliği, risk derecelendirmesi ve yapı güçlendirme konularında herhangi bir düzenleme içermiyor. Bu nedenle uygulamaların nasıl yürütüleceği konusunda belirsizlikler hakim.

Yeni düzenlemedeki öne çıkan somut adımlardan biri de üçte iki çoğunluğun aranması zorunluluğunun kaldırılması oldu. Salt çoğunluğun yeterli kılınması farklı yorumlamalara açık bir konu olarak öne çıktı. Bir yandan kentsel dönüşüm uygulamalarının hızlanması olarak tanımlansa da konutların niteliğine yönelik bir avantaj sunup sunmayacağı ya da rıza göstermeyen mülk sahiplerinin olası hak kayıpları yaşama durumları konusunda soru işaretleri oluşturmaktadır.

Kanun değişikliğiyle riskli yapı tebliğ süresinin, riskli yapıların tahliye süresinin, hisse satışı işlemlerinde tebligat süresinin, plan askı ve itiraz sürelerinin kısaltılması uygulama sürecini hızlandırmayı amaçlasa da bir taraftan vatandaşın kentsel dönüşüm sürecindeki katılımını kısıtlı bir zamana sıkıştırmaktadır. Bu durum ilan/askı süresinde “itiraz” hakkı fiilen kullanılamaz hale gelecek, konutlarının sürecini takip edemeyen kişilerin mağdur olmasına sebep olacaktır.

Yapılan değişiklik ile hak sahipliği çalışmalarında hak sahiplerinin pasifleştirildiği, Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’nın inisiyatifinin artırıldığı bir durum olarak değerlendirilmekte.

Mülga durumda bakanlıkta olan yetkilerin Cumhurbaşkanlığına devredilmesi, halihazırda kentsel dönüşüm konusunda yetkileri kısıtlı olan yerel yönetimlerin hareket alanını daha da kısıtlamakta ve planlamada yerindenlik ilkesini temelinden sarsmaktadır.

Mevcut düzenleme ile belediyelere verilen sorumluluk riskli yapı tespiti ile sınırlandırılmıştır.

Kanun’daki değişikliklerle birlikte kentsel dönüşümün de bir gelir kaynağı haline gelmesi riskini beraberinde getirmekte ve kent mekanına yönelik uygulamalarda “kamu yararı” olgusu tehlikeye atılmaktadır.

Kentsel dönüşüm uygulamalarında kiracıların gözetilmesi ve olası hak kayıplarına ilişkin herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Bu durum özellikle kiracılar için farklı bir konut krizine altlık oluşturmaktadır.

Soruyu bir de Şişli özelinde sormak isterim. Malum burada yönetime talip olduğunuzu açıkladınız…

Şişli'de yasalar üzerinden yapılan müdahaleler sonucunda elde edilen rant basit bir hesapla ifade edecek olursak 5 milyar dolar oldu. Bu 5 milyar dolarla Şişli'de yapı durumu kötü olan bütün yapıları yıkar, yeniden yaparsınız. Sadece bahsettiğim 5 milyar dolar, koca bir ilçe olan Şişli'deki tüm deprem sorununu yaşayacak binalardan kurtulmak anlamına geliyor.

Şişli iyi bir İstanbul kesitidir. Çok iyi bir İstanbul özetidir Şişli. Kısacası Şişli aslında İstanbul'dur.

Gece ortaya çıkan Şişli ile gündüz ortaya çıkan Şişli’yi iyi ayırt etmek gerekiyor. Gündüz nüfusunun 3 buçuk milyon olduğu bir ilçeden bahsediyoruz. Yani her gün çok yoğun bir insan trafiğinin olduğu, her gün İstanbul'un üzerinden geçtiği bir ilçeden bahsediyoruz. Gece de nüfusu azalan ve farklılaşan bir ilçeden bahsediyoruz. Dolayısıyla böyle iki yüzeyi var bu ilçenin. Ama mekân olarak da İstanbul ile ilgi konuştuğumuz her şeyin özetinin olduğu, kesitinin olduğu önemli bir ilçedir Şişli. Ulaşımdan kentsel dönüşme, yoksulluktan pek çok alana kadar İstanbul ile ilgili konuştuğumuz her şeyin Şişli'de bir yüzeyi vardır.

Kentsel dönüşümü de konuşmak istiyorum. Bu dönüşüm konusunda deprem sonrası tartışmalar oldu. AKP istedi, CHP direndi diye. Kentsel dönüşüm sizce nasıl olmalı?

Konut ihtiyaçlarının karşılanması sürecinde yeni konut ihtiyaçları ve mevcut konutların dönüşümünün bağımsız ele alınması gerekiyor.

Kentsel dönüşüm uygulamaları sağlıklı konuta ve çevreye erişimi sağlamak adına merkezi ve yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve vatandaşların ortak çabası ile gerçekleştirilmelidir. Dönüşümün yalnızca fiziksel bir iyileştirme sürecinden ziyade ekonomik, sosyal ve toplumsal yapıyı, mülkiyet sorunlarına yönelik çözümleri gözeten katılımcı ve kapsayıcı bir anlayış ile gerçekleştirilmesi gerekiyor.

Kentsel dönüşüm yasasına ve konu ile ilgili politikalar değerlendirildiğinde daha kiracıların göz ardı edildiği görülüyor. İstanbul’daki mevcut kiracı sayısını göz önünde bulundurduğumuzda kentsel dönüşüm konusunda tüm konut meselesinde olduğu gibi kiracıları da kapsayıcı politikalar geliştirilmeli.

Bina bazlı dayanıklı yapıdan ziyade meseleye barınma hakkı temelli bakmak oldukça önemli. Yaşayanların yerinden edilmesinin önüne geçilen, sosyal dayanıklılığı da gözeten, fiziksel ve sosyal tüm şartları sağlayan yeni bir dönüşüm yaklaşımı gerekiyor.

Kentsel dönüşümün ardından yerinden edilmenin önüne geçebilmek adına üretilen konutların temelinde burada yaşayan kişileri yerinde tutmayı hedefleyen bir şekilde üretilmesi gerekiyor. Dönüşüm öncesi o bölgede yaşayan kişilerin ihtiyaçlarını ve sorunlarını tespit eden, araştırmalarla desteklenen, merkezi düzeyde gerçekleştirilen ve yerel düzeyde uygulanan bir sosyal politika önerisiyle buluşan, öncelikle de yaşayanların etkin katılımıyla yönlendirilen bir kentsel iyileştirme süreci olarak planlanması önemli.

İBB tarafından halihazırda tespit edilmiş pek çok riskli alan var. Kentsel dönüşüm projelerinde süreci hızlandırmak adına bu alanlar içerisinden mülkiyet problemi olmayan riskli alanlara öncelik verilebilir. Kentsel dönüşüm projeleri sonucu artan arazi değerleri kamuya kazandırılacak bir politika kapsamında değerlendirilmeli.

Mevcut ekonomik düzene rağmen insan hayatını ilgilendiren kentsel dönüşüm konusunda tüm aktörlerin, güvenilir ve kamusal bir çatı altında toplanması çok önemli. Bu anlamda kentsel dönüşümün daha güzel ve yaşanabilir bir İstanbul yaratmak adına yol haritası ve dönüşüm özelinde bir planlama yaklaşımıyla ele alınmalı.

İBB olarak ve tabii ki İPA olarak beklenen büyük İstanbul depremi için ne yaptınız?

Deprem Seferberlik Planımızı ilan ettik. Bu planı da hızlıca uygulamaya koyulduk.

Yapı stoğunu tespiti için Hızlı Tarama Yönetimini geliştirdik. Hızlı taramaya başvuran toplam 120.505 binadır. Bunlardan 35.003 binanın hızlı tarama işlemi tamamlanmıştır.

Dönüşümün önünün açılması için yıllardır sorunu çözülemeyen alandan plan çalışmalarını gerçekleştirdik. Kentsel dönüşümde 0 faizli sistemi uygulamaya geçirdik.

Buna ek olarak stokların yerinde dönüşümü için İstanbul Yeniliyor kampanyasına başladık. Yüzlerce başvuru aldık. Birçok projenin temellerini attık. Atmaya da devam edeceğiz. KİPTAŞ’la hem dönüşüm hem sosyal konut üretimine devam ederek 14 projeyi tamamladık. 17 projenin temelini attık.

Maliklere 18 ay boyunca aylık 4.500 TL, binalarda ikamet etmeyen maliklere 18 ay boyunca 3.000 TL, kiracılara ise 12 ay boyunca aylık 4.500 TL kira yardımı yapmaya başladık.

Bugüne kadar İstanbul Yenileniyor kapsamında 448.739 bağımsız birim (29.650 bina) başvuru aldık. Mikro bölgeleme, lojistik merkez, raylı sistem sanat eserlerinin güçlenmesi, karayolları sanat eserleri güçlendirilmesi, acil ulaşım yolları, yönetmelik çalışmaları gibi çalışmalarımızla 2019’dan bugüne kentimizi dayanıklı, planlı ve olası afetlere hazır hale getirecek sorumlulukları almak İBB’nin ana duruşu oldu.

Bir de İstanbul genelini sorayım. Tüm bunlara rağmen çok çetin bir yarışa gireceksiniz. İBB’yi bir kez daha kazanabileceğinize inanıyor musunuz?

Geride bıraktığımız 5 yıllık süreçte Ekrem Başkanımızın “16 Milyon İçin Çalışıyoruz” ve “Birlikte Başaracağız” sloganını somut projelerle ortaya koyan başarılı bir dönem geçirdik. İstanbul’da israf düzeni bitti, İstanbulluların kaynakları İstanbulluların hayatlarını iyileştirecek hizmetlere ayrıldı. Tam da bu yüzden İstanbul Kazandı. Bu kentin gençleri, çocukları, kadınları kazandı. Halk Süt, AnneKart, Kent Lokantaları, öğrenciler için burslar, öğrenci yurtları, metro yatırımları, yeşil alanlar, depreme hazırlık çalışmaları, kültürel miras çalışmaları gibi birçok proje hayata geçti. Tüm bunlar mevcut AKP hükümetinin Ekrem Başkanımıza karşı uyguladığı siyasal ve bürokratik baskılara rağmen hayata geçti. Bu bağlamda hedefimiz sadece İstanbul’u kazanmak değil, hedeflediğimiz tüm projelerin daha hızlı hayata geçebilmesini sağlayabilmek için İBB Meclisindeki temsiliyetimizi de arttırmaktır. Yönettiğimiz ilçe belediye sayısını artırmaktır. İstanbulluların 31 Mart yerel seçimlerinde Ekrem Başkan’a karşı olan memnuniyetlerini ve güvenlerini yeniden göstereceklerine inancımız tam. Biz de bu süreçte hem İstanbul ölçeğinde hem de Şişli özelinde İstanbul için neler yapacağımızı anlatacak, herkesin görüşünü fikrini ve taleplerini dinleyecek ve yeni döneme hazırlıklı bir şekilde başlayacağız.

ü