Arap Baharı sonrası süreçte tüm Ortadoğu’da değişen siyasi iklim Türkiye-Suriye ilişkilerini de etkiledi. Tüm dünyayı küresel anlamda da değiştiren bu krizin Türkiye-Suriye açısından sonuçları ve sebeplerini Suriye haberlerini yakından takip eden gazeteci Musa Özuğurlu yazdı. Türkiye Suriye ilişkileri kabaca Cumhuriyet öncesi (Osmanlı dönemi), 2000 yılına kadar olan dönem, 2000 sonrası ve AKP iktidarı dönemi olarak birkaç döneme ayırarak anlatılabilir. İki ülke arasında yaşanan krizler kabaca taşınmazlar krizi, 1957 krizi, 70’lerde Türkiye’nin İhvan’a verdiği destek, 90’larda Suriye’nin PKK ve lideri Abdullah Öcalan’a verdiği destek ve iki ülkenin savaşın eşiğine gelmesi, zaman zaman yaşanan su (nehirler – barajlar) ve 2011 sonrası süreç başlıkları altında görülebilir. Osmanlı Yavuz Sultan Selim’in Ağustos 1516’da Halep’e girmesi ile Ortadoğu – İslam dünyasına ilk adımını attı. Yaklaşık 400 yıl süren hakimiyetten sonra Osmanlı 1918’de Suriye’den çıktı. Bu süre Türkiye’de bazı tarihçiler arasında “sorunsuz, barış içinde yaşanan” bir süreç olarak tarif edilse de aslında Yavuz’un Suriye’ye adım attığı dönemde ve sonrasında çeşitli isyanlar / isyan denemeleri yaşandı. Bugün Suriye’de Mehmet Ali Paşa, İbrahim Paşa, Cemal Paşa dönemlerinde “Osmanlı zulmünü” anlatan çok sayıda dizi halen gösterimdedir. Türkiye – Suriye ilişkilerinin gelişmeye başladığı 2000’lerden itibaren tarih kitaplarından çıkarılan bu gibi anlatılar 2011 sonrası yeniden müfredata girdi. Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan Arap İsyanları, Milliyetçi hareketlerin de merkezlerinden biri Suriye’dir. Suriye’nin Osmanlı döneminde yapılan kapitülasyon anlaşmaları nedeni ile 1600’lerde ilk kez tanıştığı ve daha sonra Suriye üzerinde İngilizler ile paylaşım mücadelesi yaşayan Fransızlara karşı da yükselen milliyetçi dalganın merkezi Suriye’dir. Antun Saada, Michel Eflak, Zeki Arsuzi gibi Fransız milliyetçiliğinden etkilenmiş isimler ile Kral Faysal gibi “emperyalizme karşı savaşan” devlet adamlarının mücadele sahası (Irak ile birlikte) Suriye oldu. Suriyeliler bu milliyetçilik dalgasını “Osmanlı tecrübesi” ile ördüler aslında. Yani tarih boyunca Türkiye (Osmanlı) – Suriye ilişkileri sorunluydu. Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin Suriye ilgisi “azaldı.” Genç Cumhuriyet yüzünü Batı’ya çevirdi ve eski Osmanlı coğrafyası iktisadi – siyasi ilişkilerin en aza indirgendiği hatta “görmezden gelindiği” bir coğrafya oldu. Türkiye’yi yönetenlere göre Batı Türkiye ile son buluyordu ve geri kalan bölgeler Doğu’ydu. Modern Cumhuriyet ile Suriye arasındaki ilk kriz taşınmazlar krizidir. Osmanlı’nın Suriye’yi terk etmesi sonrası iki tarafta kalan aileler, bunların bıraktığı miras iki ülke arasında sorun teşkil etti. Suriye, Osmanlı döneminde Türklerden kalan mallara el koydu. Buna karşılık Türkiye düzenlediği yasa ile karşılık verdi. Zaman içinde güncellenen yasa bugün hala yürürlüktedir ve bu nedenle bugünlerde tartışma yaratan, Suriyelilerin Türkiye’de edindiği mülkler aslında yasal değildir. (1) 1939’da gelindiğinde ise halen iki ülke arasında en büyük krizlerden olan Hatay krizi patlak verdi. Ayrıntılarına girmeyeceğimiz bir sürecin sonunda Hatay 1938’de yapılan referandum ile Türkiye’ye bağlandı. Suriye tarihi boyunca referandumun hileli olduğunu ve Hatay’ın kendisinden gaspedildiğini savundu. İki ülke arasında ilişkilerin düzelmeye başladığı 2011 öncesi kısa dönem hariç haritalarında ya da televizyonlarda yayınlanan hava durumu haritalarında daima Hatay’ı Suriye içinde gösterdi. Bugün Suriye Hatay’ı ikinci Golan olarak görmekte ve gelecekte Suriye’ye katacağı iddiasını sürdürmektedir. Üçüncü kriz 1957’de yaşandı. İki ülkenin kuruluşlarından sonra zaman içinde Türkiye Batı / ABD / NATO bloğu içinde yer alırken Suriye Sovyetler Birliği ile ilişkilerini geliştirdi. Dolayısıyla iki komşu ülke karşı bloklarda yer aldı. Türkiye’de Demokrat Parti iktidara geldiğinde Suriye Hatay’ı Türk toprağı olarak tanımıyordu. (2) Suriye’de 1954’te yapılan seçimlerde Komünist Parti’nin ve BAAS’ın başarı kazanması hem Türkiye’de hem Batı dünyasında “Suriye’nin komünistleşmeye doğru gittiği” endişesini doğurmuştu. Suriye basını ise Türkiye’nin Suriye’de komünizmin yayıldığı bahanesini kullanarak Suriye’ye müdahale etmeye çalıştığını yazıyordu. Ama asıl kırılma noktası dönemin başbakanı Adnan Menderes’in 1955’teki Şam gezisi oldu ve Menderes ABD öncülüğünde kurulan Bağdat Paktı’na katılması için Suriye’yi ikna etmeye çalıştı. Ancak başarılı olamadı. Menderes sıcak karşılanmamıştı ve aleyhinde gösteriler düzenlenmişti.
Karşılıklı olarak iki tarafın da birbirlerinden beklentileri olduğu bir dönemdi. AKP Suriye’yi Ortadoğu’ya, Suriye ise Türkiye’yi Avrupa’ya açılan kapılardan biri olarak görüyordu.
Suriye Bağdat Paktı adımında karşı Mısır ile yeni bir pakt için anlaşma yapma girişiminde bulununca Türkiye buna sert tepki gösterdi ve Suriye’ye nota vererek bu anlaşmanın Türkiye karşıtı bir anlaşma olarak görüleceğini belirtti. Bu arada Suriye ile Sovyetler arasındaki yakınlaşma daha da arttı ve iki ülke arasında 1957’de çeşitli anlaşmalar imzalandı. Burada 1957’de yaşanan bir olayı not olarak aktarmak lazım: ABD 1957’de Şam’da darbe girişiminde bulundu. Dönemin istihbarat başkanı girişimi haber alınca Suriye güvenlik güçleri ABD büyükelçiliğini kuşattı ve darbe girişiminde yer aldığını öne sürdüğü 3 ABD’li diplomatı sınır dışı etti. Bu ve benzeri gelişmeler üzerine dönemin ABD başkanı Eisenhower “Suriye’de kontrolün kaybedilmemesi için Suriye’nin komşularının harekete geçmeleri gerektiğini” ifade etti ve hem Irak’ta hem de Türkiye’de orduların Suriye sınırına yığınak yapmaları telkin edildi. Türkiye bir dizi gelişmenin ardından Suriye sınırına askeri yığınak yaptı. Sovyetlerin ve Mısır’ın da Suriye lehine devreye girdiği süreç savaş ile sonuçlanmadı ancak Türkiye ve Suriye’nin merkezinde olduğu uluslararası bir çatışmaya çok yaklaşılmıştı. Bu kriz sona erdikten sonra 1970’lere kadar iki ülke ilişkileri “yatay bir seyir” gösterdi denilebilir. Ancak 70’lerde ve devamında 80’lerde tansiyon yeniden yükselmeye başladı. Bu kez problem Müslüman Kardeşler örgütüydü (İhvan). Mısır merkezli İhvan hareketinin en büyük faaliyet alanlarından birisi Suriye’ydi. Üstelik İhvan Suriye’de silahlı mücadele içindeydi. Türkiye o dönemlerde Suriye’ye karşı İhvan’ı desteklemiştir. (3) Öyle ki İhvan’ın Türkiye’de (Hatay – Samandağ) eğitim kampları bile vardı. İki ülkeyi savaşın eşiğine getiren en ciddi krizlerden birisi 1998’de yaşandı. PKK lideri Abdullah Öcalan o dönemde Suriye – Şam’da ikamet ediyordu. Türkiye Suriye ile yapılan tüm görüşmelere rağmen Öcalan’ın ve PKK’nın faaliyetlerinin önlenmemesi nedeni ile Suriye ile savaş ihtimalini dillendirmeye başladı.
Erdoğan’ın Esad’a “kardeşim” diye hitap etmesi yukarıda belirtildiği gibi ikili temaslar ve işbirliği anlaşmaları tam bir “bahar havasının” yaşandığını düşündürmeye başlamıştı ki 2010’da “Arap Baharı” adı verilen isyanlar patlak verdi.
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ve diğer yetkililer “Türkiye’nin sabrının tükenmeye başladığı” vurgusunu yaptı. Silahlı kuvvetler ise sınıra mühimmat yığdı. Suriye de buna karşılık kendi sınırına askeri yığınak yapmaya başladı. Aracılar devreye girdi ve Suriye kriz savaşa dönüşmeden Abdullah Öcalan’ı sınır dışı etti. Daha sonra Türkiye ile Suriye arasında PKK özelinde “terörle mücadelede iki ülkenin birbirlerine yardımcı olması huşularını içeren” Adana Mutabakatı imzalandı ve iki ülke arasında ortak mekanizma kuruldu. Osmanlı’nın çıkması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması sonrasında iki ülkeyi yaklaştıracak ilk temas 2000 yılı haziran ayında hayatını kaybeden Suriye cumhurbaşkanı Hafız Esad’ın cenazesinde sağlandı. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Esad’ın cenaze törenine katıldı ve oğul Beşşar Esad ile görüşerek ilişkilerin düzeltilmesi için ilk adımı attı. Beşşar Esad klasik BAAS dönemi sert politikalarının dışına çıkmak isteyen, daha liberal çizgide dış politika yürütme düşüncesindeydi. Beşşar Esad Sezer’in daveti ile Ocak 2004’te Ankara’yı ziyaret etti, bunu aynı yıl dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Ahmet Necdet Sezer’in Nisan 2005’te yaptıkları Şam ziyaretleri izledi. Karşılıklı olarak iki tarafın da birbirlerinden beklentileri olduğu bir dönemdi. AKP Suriye’yi Ortadoğu’ya, Suriye ise Türkiye’yi Avrupa’ya açılan kapılardan biri olarak görüyordu. Suriye Arap dünyasının dev pazarı için köprü, AB adayı Türkiye ise devletçi ekonomiden Liberal ekonomiye geçmek isteyen Beşşar Esad için büyük bir pazardı. Suriye’nin diğer Arap – İslam ülkeleri ile “gümrük birliği anlaşması” var. Bu anlaşmaya göre “made in Syria” damgası taşıyan ürünler avantajlı şekilde diğer Arap ülkelerine giriş yapabiliyordu. Türkiye’de hükümet bu nedenle Suriye’de imalat yapılmasını teşvik etti.
Esad Suriye’de isyanın başlamasından sonra verdiği röportajlardan birinde Erdoğan’ın kendisinden Müslüman Kardeşler’in iktidara ortak edilmesini istediğini açıkladı.
O dönemde Suriye kendi imalat sanayisini korumak amacı ile dışarıdan gelen mallara yüksek vergi koyuyordu. Başta mobilya olmak üzere bazı Türk firmaları Suriye pazarına giriş yaptılar. Bu gelişmeler ile birlikte iki ülke arasında ekonomik, askeri işbirliği alanlarında işbirliği artmaya başladı. Öyle ki daha önce savaşın eşiğine gelmiş iki ülke 2009’da ortak askeri tatbikat gerçekleştirdiler ve askeri işbirliği anlaşmaları imzalandı. Siyasi alanda özellikle dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ziyareti sonrasında ilişkiler ortak bakanlar kurulu toplantıları yapılacak düzeye varmıştı. Beşşar Esad ve eşinin 2007’de yapmış olduğu Türkiye ziyareti, Erdoğan’ın Esad’a “kardeşim” diye hitap etmesi yukarıda belirtildiği gibi ikili temaslar ve işbirliği anlaşmaları tam bir “bahar havasının” yaşandığını düşündürmeye başlamıştı ki 2010’da “Arap Baharı” adı verilen isyanlar patlak verdi. 2011 VE SONRASI Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Ortadoğu Arap – İslam coğrafyasına yönelik dış politikası ve bu temelde Türkiye – Suriye ilişkileri kabaca 2011 öncesi ve sonrası dönem olarak ikiye ayrılabilir.  AKP, iktidarının ilk yıllarında Batı’ya karşı muhafazakâr – demokrat, İnsan haklarına önem veren, (Hıristiyan) AB’nin (Kopenhag) değerlerini reddetmeyen bir görüntü çiziyordu. Madalyonun diğer yüzünde ise Müslüman kimliğin öne çıktığı, İslam ülkeleri ile dindaşlık üzerinden kurulacak lider – ortaklık ile Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası üzerine yükselen bir ilişki modeli beklentisi vardı. Böylece Türkiye İslam coğrafyası için Batı’nın, Batı için ise Arap – İslam dünyasının en yakın ve köprü ülkesi olarak konumlanacaktı. Müslüman Kardeşler örgütünün AKP açısından hem bir model hem de partner olarak görüldüğünü de not edelim. AKP’nin iktidara geldikten sonra yukarıda özetlemeye çalıştığımız dış politika anlayışı ile açılım başlattığı ülkelerden biri de Suriye oldu. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız çeşitli temaslar, anlaşmalar gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Erdoğan o dönemlerde “kardeşim Beşşar Esad” diyordu. Öyle ki Suriye’nin Hatay ısrarından vazgeçtiğinin ilanı sayılan bir barajın temeli bile atıldı. Ancak 2010’daki “Dostluk Barajı” temel atma töreni iki ülke arasındaki son dostane temastı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye Başbakanı Naci Itri tarafından yapılan temel atma töreninden sonra Erdoğan Helikopter ile Halep’e geçti ve Halep’te bulunan Beşşar Esad ile görüştü. Esad Suriye’de isyanın başlamasından sonra verdiği röportajlardan birinde Erdoğan’ın kendisinden Müslüman Kardeşler’in iktidara ortak edilmesini istediğini açıkladı. Bu dostluk ve kardeşlik günleri sırasında, Suriye’de isyan başlamadan önce Türkiye’de “gelecek ile ilgili” hazırlıkların yapıldığı sonradan anlaşıldı. Özellikle sınır illerinde belirgin bir hareketlilik vardı. “Mülteciler” için kamplar, mekanlar hazırlanmaya başlamıştı. Bu çalışmaların gösterdiği Türkiye’nin Suriye’nin “başına gelecekleri” en azından tahmin ettiğiydi. Suriye’de Mart 2011’de gösterilerin başlamasından sonra hükümet Esad’a karşı açıktan tavır almaya başladı.
Türkiye diğer yandan Suriye yönetimi karşıtı koalisyonlar ve ülkeler ile doğrudan iş birliği yaptı. İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler nezdinde Suriye yönetiminin izole edilmesi için çalıştı.
Türkiye’den ardı ardına açıklamalar gelmeye başladı. Bunlardan birinde Cumhurbaşkanı Erdoğan Beşşar Esad’ın “halkının isteklerine yanıt vermesi gerektiğini” savundu. O dönemde Ahmet Davutoğlu’nun (Ağustos 2011) Şam’a yaptığı ziyaret tam kopuşun başlangıcı oldu ve AKP yönetimi Suriye’yi düşman olarak görmeye başladı. Türkiye’nin Suriye yönetimi karşıtı adımlarının ilki “mülteciler” ile ilgiliydi. Suriye’de olaylar ülkenin güneyindeki Dera kentinde başlamıştı ancak ilk kaçışlar kuzeyde, Türkiye sınırındaki İdlib’ten oldu. İlk kamplar da Türkiye’de kuruldu. O dönemde mümkün olduğunca çok sayıda mültecinin gelmesi ve sayılarının 100 bini geçmesi hedefleniyordu. Öyle ki o dönemlerde Türkiye’ye gelen Turist Suriyelilerin pasaportlarına da “mülteci” damgası vuruluyordu. Hükümetin Suriye yönetimine karşı etkin şekilde yer aldığı süreç ile ilgili olarak belirtilmesi gereken ikinci önemli husus Türkiye’nin bir silah, mühimmat ve cihatçı geçiş güzergahı olmasıdır. Dünyanın hemen her yerinden gelen silah, arazi araçları, cihatçılar, keskin nişancılar Türkiye sınırlarını aşarak Suriye’ye giriş yapıyordu. Üçüncü husus Türkiye’nin isyana katılan bazı örgütler ile yaptığı işbirliğidir. Ülkenin çeşitli yerlerinde ve özellikle İdlib, Halep, Humus, Şam kırsalı hattında bu damar bariz şekilde çalıştı. Türkiye diğer yandan Suriye yönetimi karşıtı koalisyonlar ve ülkeler ile doğrudan iş birliği yaptı. İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler nezdinde Suriye yönetiminin izole edilmesi için çalıştı, Suriye’ye askeri savaş açılması çağrılarında bulundu. Türkiye’nin de önemli katkı sunduğu Suriye savaşı Suriye’de büyük bir otorite boşluğuna neden oldu ve yüzbinlerce cihatçı Türkiye sınırına yığıldı. Savaşın Suriye’de yol açtığı ekonomik ve toplumsal tahribat tarif edilemez. Sonuçlardan biri de ABD’nin bölgeye girmesi oldu. ABD bugün Türkiye’nin tehdit olarak algıladığı örgütler ile işbirliği yapıyor; Türkiye ise büyük tehlike olarak gördüğü örgütlere karşı Suriye topraklarında operasyonlar düzenliyor. Türkiye Suriye ile tarihinin hiçbir döneminde “çok yakın” olmadı. Yakınlaşmanın görece sağlandığı 2000 ve sonrasındaki dönem ise AKP’nin politikaları sonucunda iki ülke arasında dolaylı bir savaş yaşandı. Bugün iktidar Arap coğrafyası ve özelde Suriye ile yeniden ilişki kurma çabası içinde. Bazı Arap yorumcular Türkiye ile hiçbir zaman için eski günlerin yakalanamayacağını öne sürüyor. Suriye ile ilişkiler de bu tahminlerin dışında değil. Ancak iki ülkenin halklarını birbirlerine mecbur eden bir coğrafya ve küresel anlamda yeni gelişmelerin arifesindeyiz. İki ülkede de yaşanacak siyasal gelişmeler gelecek açısından da belirleyici olacak. (1) "Hudutları Dahilinde Tebaamızın Emlakine Vaziyet Eden Devletlerin Türkiye’deki Tebaaları Emlakine Karşı Mukabelei BilmisilTedabiri İttihazı Hakkında Kanun" (1927 yılında çıkarılmış 1062 sayılı kanun.) (2) http://www.historystudies.net/Makaleler/1975160084_5-Arda%20Ba%C5%9F.pdf (3) Doçent Behlül Özkan, 1980’ler ve 1990’larda Türkiye ve Suriye Arasındaki İlişkiler: Siyasal İslam, Müslüman Kardeşler ve İstihbarat savaşları, S. 8, 16, 18, 20 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/756688