Çeviriler

Doların hâkimiyetinin sonu mu?

Abone Ol
Michael Roberts Geçen yaz ABD Afganistan’dan kaçtığında doların egemenliğinin tarihi üzerine bir yazı kaleme almış[1] ve ABD dolarının öngörülebilir gelecekte dünyanın hâkim para birimi olmaya devam edeceğini, ancak ABD emperyalizmi 1970’lerin ortalarından bu yana diğer rakip ekonomilere kıyasla zayıfladığı için doların da diğer para birimlerine nazaran  düşüşte olduğunu savunmuştum. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali küresel sermayenin ana akım iktisatçıları ve stratejistleri arasında bu tartışmanın yeniden gündeme gelmesine sebep oldu. ABD dolarının hâkimiyetinin azalacağı ve dünya ekonomisinin batı ve doğu olmak üzere iki bloğa bölüneceği konuşuluyor (burada batı ABD, Avrupa ve Japonya; doğu ise Hindistan ile birlikte Rusya ve Çin’in “otokratik” rejimleridir). Peki bu, para birimleri ile sermaye akışlarına yönelik olası bir yeniden yapılandırma anlamına mı geliyor? Bir önceki yazımda ABD dolarının ticarette, sermaye akımlarında ve rezerv para birimi olarak sahip olduğu hâkimiyetin tarihi düşüşünü ayrıntılı olarak ele almıştım. Bunun üzerinde tekrar durmayacağım. Bu yazıda, emperyalist güçler, “batı” tahakkümüne direnen “yükselen” ekonomiler ve periferik ve yoksul ülkelerden oluşan geniş coğrafya arasındaki rekabette yaşanan yeni gelişmelerin geleceğine ve sonuçlarına bakmaya çalışacağım. ABD emperyalizminin Rusya ve Çin gibi uluslararası rakipleri, rutin olarak yeni bir uluslararası mali düzen çağrısında bulunuyor ve mevcut küresel para rejiminin zirvesinde bulunan doların yerini almaya çalışıyorlar. IMF’nin özel çekme haklarını oluşturan para birimleri sepetine 2016 yılında renminbi’nin eklenmesi Çin para biriminin artan uluslararası kullanımının küresel anlamda kabulünü temsil ediyordu. Ve Ukrayna ihtilafı, ticaret ve para piyasalarında dolar ve euro’ya erişimlerini azaltacak ciddi ve uzun süreli yaptırımlarla karşı karşıya kalacakları için Rusya ve Çin’in bu hamlesini açıkça hızlandıracak. Ancak uluslararası piyasalarda ABD dolarına hâlâ gerçek bir alternatif yok. Birincisi, uluslararası para metası olarak altına dönüş artık mümkün olamaz; ikincisi, IMF’nin Özel Çekme Haklarında (SDR’ler) yarattığı şekliyle uluslararası paranın rolü asgari düzeydedir; üçüncüsü, kripto para birimleri gibi diğer potansiyel parasal varlıklar istikrarsız bir gelecek sunar. Ve ABD doları (ve daha küçük ölçüde euro) uluslararası ödemelerde hâkim para birimi olmaya devam ediyor. Bununla birlikte yakın tarihli bir IMF raporu önemli bir eğilimi ortaya koymaktadır. ABD dolarının yerini yavaş yavaş euro, yen ve hatta Çin renminbisi değil, bir grup küçük para birimi alıyor. IMF’ye göre, merkez bankalarının ABD doları cinsinden tuttukları rezervlerin payı yüzyılın başından bu yana 12 puan düştü: 1999’daki yüzde 71 seviyesinden 2021’de yüzde 59’a geriledi. Bu düşüş, ABD doları, euro, Japon yeni ve İngiliz sterlini (“büyük dörtlü”) dışındaki para birimleri şeklinde tanımlanan, yani IMF’nin “geleneksel olmayan rezerv para birimleri” olarak adlandırdığı Avustralya doları, Kanada doları, Çin renminbisi, Kore wonu, Singapur doları ve İsveç kronu gibi para birimlerinin yükselişi ile aynı oranda. IMF’nin tespitine göre, geleneksel olmayan para birimlerine geçiş oldukça kapsamlı: “Portföylerini bu yönde değiştiren 46 aktif özne belirledik, bunlar rezervlerinin en az yüzde 5’ini geleneksel olmayan para birimlerinde tutuyorlar.” Herhangi bir ticaret veya döviz kriziyle başa çıkmak için gerekli olanın üzerinde döviz rezervine –IMF’nin “fazla” döviz rezervi olarak adlandırdığı– sahip olan ülkeler bu fazlalığı giderek artan oranda “büyük dörtlü”den uzaklaştırıp daha küçük para birimlerine dönüştürüyorlar. IMF, fazla döviz rezervlerinin şu anda 1,5 trilyon dolara veya emperyalist olmayan ekonomilerdeki toplam rezervlerin %25-30’una ulaştığını tahmin ediyor. Bir de “fazla” rezervi olmayan, tam tersine kıt dolar rezervine sahip ülkeler var. Bu ülkelerden El Salvador ve Nijerya dahil olmak üzere bazıları kripto para birimleri gibi alternatif para birimlerine yöneldi. Örneğin bir yıl önce El Salvador, bitcoin’i yasal bir araç olarak kabul etti ve bitcoin ile ödenecek bir devlet tahvili ihraç ettiğini duyurdu. “Volkan tahvilleri”[2] adı verilen bu kağıtlar, beş yıl içinde dolar karşılığında satılarak hükümet ve yatırımcılar için fon sağlamak üzere tasarlandı. Tabii ki hepsi o zamana kadar bitcoin’in dolar cinsinden değerinin ne olacağına bağlı. Geçen yıl bitcoin’in dolar kurundaki oynaklık oldukça fazlaydı. Bütün bunlar, Ukrayna savaşından sonra uluslararası para birimlerinin değerindeki kaymanın, çoğu kişinin iddia ettiği gibi bir Batı-Doğu bloğuna değil, para rezervlerinin parçalanmasına doğru gideceğini gösteriyor. IMF’den alıntı yapacak olursak: “Eğer dolar hâkimiyeti sona ererse (bu bir senaryo, öngörü değil) yerini büyük rakipleri değil, geniş bir alternatif para birimi grubu alacak”. Bunun, dünya barışı ve dünya kapitalist ekonomisinin genişlemesi açısından, batı ve doğu arasındaki bölünmeden daha kötü sonuçları olabilir. Gerçekten de bu senaryo emperyalist ekonomilerin, özellikle de ABD’nin dünya para piyasaları üzerindeki kontrolünü kaybedebileceği neredeyse anarşik bir para durumunu ima ediyor. Dahası, aynı senaryo, küresel para, ticaret ve finansta yeni bir koordineli dünya düzeni kurma yönündeki Keynesyen umutların da ortadan kalktığı anlamına geliyor. UNCTAD’ın (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı) solcu iktisatçıları Kevin Gallagher ve Richard Kozil-Wright, The Case for a New Bretton Woods adlı yeni kitaplarında, COVID’in ardından hükümetlerin, “müreffeh, adil ve sürdürülebilir bir Covid-sonrası dünya ekonomik düzenini teşvik etmek için, yani 21. yüzyılda bir Bretton Woods dönemi inşa etmek için kuralları (cesurca) yeniden yazma” ve kapsamlı reformlar uygulama fırsatına sahip olduklarını; aksi takdirde “iklim kaosu ve politik işlev bozukluğu tarafından boğulma riskini göze almış olacağımızı” savunuyorlar. Gallagher ile Kozil-Wright, ülkelerin uyumlu ticaret ve sermaye akışları deneyimleyebilmesi amacıyla uluslararası kurallar belirleyen Keynesyen esintili Bretton Woods anlaşmasını hatırlatıyor. Bretton Woods, görünüşe göre 1945 sonrasındaki yirmi yıllık refah ve büyümede büyük önem taşıyordu. Yazarlar, büyük finans kapitalin anlaşmaya dâhil olmadığını, bunun, ABD Başkanı Roosevelt tarafından 1930’ların Büyük Buhranı’nı sona erdirmek için başlatılan oldukça başarılı istihdam ve büyüme programı New Deal’ın uluslararası ölçekte devamı niteliğinde olduğunu düşünüyorlar. Gallagher ile Kozul-Wright’a göre “New Deal programı sadece altın standardını terk etmekle kalmadı, aynı zamanda hem yurtiçinde hem de yurtdışında finansal seçkinleri bünyesine katarak uluslararası liberal alandan koptu ve aktivist bir kamu politikası gündemini benimseyen alternatif bir anlatıya kapı açtı”. Yazarlar, bundan sonra dünya ekonomisinin uyumlu biçimde işlemesini ve hatta genişlemesini sağlamak için tekrardan uygulamamız gereken modelin bu olduğunu iddia ediyorlar: “Bu model, gezegenimizin geleceğiyle ilgilenen hiç kimsenin kaçırmayı göze alamayacağı bir değişim fırsatı sunuyor.” Ne yazık ki bu “model” 21. yüzyılda uygulanmayacak. Bretton Woods anlaşması ancak 1944’te ABD dünyaya hükmettiği ve uluslararası ticaret, ödemeler ve para birimi kontrollerinin koşullarını dikte edebildiği için mümkün oldu. Ve 1944’ten sonraki ilk yirmi yıl, büyük ekonomilerde, tüm katılımcıların küresel olarak (eşit olmayan bir şekilde) ucuz emeğin ganimetlerinden (Üçüncü Dünya olarak adlandırılan ve Bretton Woods’da söz hakkı olmayan ülkeler pahasına) ve savaş sırasında geliştirilen yeni teknolojilerden yararlanmasına olanak tanıyan, sermaye kârlılığının oldukça yüksek olduğu bir dönemdi. Ancak Marksist teorinin kanıtladığı gibi, bu “altın çağ”, sermayenin kârlılığı düşmeye ve ABD’nin ticaret ve sermaye akışlarındaki hâkimiyeti azalmaya başladığında devam edemezdi. Bretton Woods’un sonu, küresel sermaye için değişen koşulların bir ürünüydü. Bunun nedeni, ekonomik ideolojinin Keynesyen uluslararası makro yönetimden para birimleri ve ticarette “neoliberal” serbest piyasalara geçiş yapması değil, ekonomik koşullarda iktisadı ve politikacıların ideolojisini “serbest piyasalara”, dalgalı para birimlerine ve ticaret ve sermaye akışlarının kuralsızlaştırılmasına (küreselleşme) zorlayan dönüşümdü. 21.yüzyılda yeni bir “Bretton Woods”un inşa edilmesi mümkün değil. Koşullarını başkalarına dikte edebilecek baskın ekonomik güçler giderek yok oluyor; ve bu, tüm büyük ekonomilerin paylaşabileceği, yüksek kârlılığın “altın çağı” değil. Aksine, büyük ekonomilerde sermayenin kârlılığı 50 yılın en düşük seviyelerine yakın ve dünya kapitalist piyasalarında dört büyük para biriminin egemenliği (IMF’nin de belirttiği gibi) sayısız küçük para birimi rejimine dönüşüyor. Beni yanlış anlamayın, dolar hâlâ dünya piyasalarında kontrolü elinde tutuyor. Gerçekten de küresel durgunluklarda ve jeopolitik krizlerde dolar dünyanın emtia para birimlerinin en güçlüsü haline geliyor. Ve bu, özellikle faiz oranlarının ABD’de diğer büyük ekonomilerden daha fazla artmaya hazır göründüğü durumlarda geçerlidir. Bugünkü durumda farklı olan, yükselen faiz oranlarının ve güçlü bir doların daha uyumlu bir dünya kapitalist ekonomisini müjdelemesi yerine, zayıf ve yoksul ülkeler için bir felaketin habercisi olmasıdır. Dünya Ticaret Örgütü tarafından ticaret kayıpları ve teknoloji yayılımının ölçülmesine dayanan yakın tarihli bir araştırma sonucunda, “küresel ticaret sisteminin iki bloğa –ABD ve Çin merkezli olmak üzere– ayrılmasının 2040’ta küresel refahı yaklaşık %5 oranında azaltacağı” ortaya kondu. “Kayıpların en şiddetli biçimde yaşanacağı yerler, ticaretten kaynaklanan pozitif teknoloji yayılmalarından azami ölçüde yararlanan düşük gelirli bölgeler olacaktır (%10’dan daha fazla bir kayıp)”. Para birimlerinin daha da parçalandığı bir dünyada yoksul ekonomilere verilen zararın artacağını düşünüyorum. Bunu bir sonraki yazımda ele alacağım. -- (Bu yazı Pelin Tuştaş tarafından https://thenextrecession.wordpress.com/2022/03/30/the-end-of-dollar-dominance/ adresinden çevirilmiştir) [1] Söz konusu yazıya şuradan ulaşılabilir: https://thenextrecession.wordpress.com/2021/08/17/the-relative-decline-of-us-imperialism/ [2] Bitcoin madenciliği operasyonlarına güç sağlamak için ülkenin yanardağından üretilen enerjinin kullanılacak olması nedeniyle söz konusu tahviller “volkan tahvilleri olarak adlandırılıyor.