DİSK Basın İş Genel Başkanı Faruk Eren: Gazeteciler halkı, haber alma hakkına sahip çıkmaya çağırıyor
Söyleşi: Aylin Kaplan
Uğur Mumcu, Metin Göktepe, Hrant Dink gibi gazeteci katliamlarının yıldönümleri dolayısıyla hazırladığımız “Türkiye'de Gazetecilik” dosyamız için DİSK Basın İş Sendikası Genel Başkanı Faruk Eren ile konuştuk.
DİSK Basın İş Genel Başkanı Faruk Eren, her bir gazeteci cinayetinin ayrı bir öyküsü olduğunu söylerken aynı zamanda bu cinayetlerin bir ortak yanı olduğuna dikkat çekiyor: “Susturma ve gözdağı!”
Eren AKP'nin basını tamamıyla sansürlemesinin çok zor olduğunu söylerken iktidarı ürküten başka bir noktaya da dikkat çekiyor: “Sosyal medyayı kullanan muhaliflerin gençliği ve mizah zekası.”
Basına, gazetecilere dönük baskı, sansür, tutuklamalar karşısında gazetecilerin halkı kendi haber alma hakkına sahip çıkmaya çağırırken demokrasi mücadelesine de çağırdığına dikkat çekiyor ve tüm gazetecileri örgütlenmeye ve DİSK Basın-İş’e çağırıyor.
-Ocak ayını Uğur Mumcu, Hrant Dink, Metin Göktepe gibi gazetecilerin katledilmesiyle anarız. Bugünden bakınca bu cinayetleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu ülkenin basın tarihi aslında bir yandan da baskı ve yıldırma tarihidir aynı zamanda. Gazeteci örgütlerinin veya gazetelerin binaları öldürülen gazetecilerin fotoğraflarıyla doludur. Gazeteciler ya katledilir, ya hapishanelere atılır, ya da açılan davalarla, işsizlikle yıldırılmaya çalışılır. Bu ne yazık ki matbuatın kurulduğu ilk günden bu yana böyle.
Devlet basını hep kontrol etmeye çalıştı, yapılan yayınların devlet diliyle olması istendi. Bu çizgiye uymayanlar, evrensel ilkelerle gazetecilik yapmaya çalışanlar ya da iktidarları basın yoluyla eleştiren, yanlışlıkları, yolsuzlukları haberleştiren gazeteciler her dönem devletin hışmına uğradı. Bu gün de olduğu gibi…
Aslında her bir gazeteci cinayetinin ayrı ayrı öyküsü var, ama aynı zamanda ortak bir yanı da var: Susturma ve gözdağı!..
Tabii ki kaybettiğimiz meslektaşlarımızın, arkadaşlarımızın yeri doldurulamaz, ama tüm katliamlara rağmen gazetecilik yapılmaya kamuoyuna gerçekler bir şekilde duyurulmaya çalışıldı. Bundan sonra da duyurulmaya çalışılacak.
-Türkiye bugün gazetecilerin en çok hapsedildiği ülke, baskı gördüğü bir ülke. Herkesin buna bir açıklaması var, siz bir sendika başkanı bir basın emekçisi olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Az önce söylediğim gibi Türkiye’de gerçek anlamda özgür basın hiç olmadı neredeyse. Cumhuriyet tarihi boyunca gazetecilerin özgürce yazıp çizdiği yılların sayısı iki elin parmak sayısına ulaşmaz neredeyse. Devletin doğrudan baskıyı azalttığı dönemlerde birtakım paramiliter gruplar gazeteciler ve aydınlar üzerinde baskı kurdu. Ama basın ve ifade özgürlüğü açısından cumhuriyet tarihinde hiçbir dönem bugünkü kadar sıkıntılı olmadı.
Uluslararası kuruluşların yaptığı bağımsız araştırmalarda, Türkiye her yıl tepetaklak aşağı yuvarlanıyor. Evet Türkiye dünyada gazetecilere, gazetelere, yayın organlarına en çok baskı yapan ülke durumunda. Hapishanelerdeki gazeteci sayısı açısından Türkiye vahim durumda. Üstelik hapishanelerde meslektaşlarımız hayli kötü koşullarda tutuluyor. Dışarıyla her türlü iletişim yasaklanmış durumda, kitap ve gazete verilmiyor ya da keyfi olarak seçilerek veriliyor. Dahası aralarında çok sayıda yaşlı ve düzenli tedavisi gerekenler de var. Ancak onların bu özel durumları da hiçbir şekilde dikkate alınmıyor. Yani hayati tehlike de var ne yazık ki.
Ama baskı bununla sınırlı değil. Bir bütün olarak basın ve ifade özgürlüğü vahim durumda. Örneğin sosyal paylaşım sitelerindeki mesajları nedeniyle 14 bini aşkın insan için soruşturma açıldığı söyleniyor.
Kapatılan gazete, televizyon, radyo, dergi, haber ajansı ve internet sitelerinde yüzlerce basın emekçisi işsiz kaldı. Bu arkadaşlarımız iş bulmakta zorlanıyor, mesleklerini yapamaz hale getiriliyor. Çoğu geçinmek için gazetecilik dışındaki işlere yönelmek zorunda kalıyor.
Birkaç gazete ve televizyonun dışında iktidar propagandası yapmayan yayın organı kalmadı. Buralarda çalışan meslektaşlarımızın, basın emekçilerinin büyük bölümü, işsizlik tehdidiyle kendilerine dayatılan işi zorla yapılıyor. Editöryal bağımsızlık çoktan unutulan bir kavram oldu.
Bir baskı da kapatılan gazete ve televizyonlara ve internet sitelerine ilişkin. AKP'nin basını tamamıyla sansürlemesi mümkün mü?
Aslında iktidarın en çok korktuğu ve bu nedenle sık sık engellediği alan internet. İstenildiği kadar baskı yapılsın özellikle iletişim teknolojisinin geldiği bu aşamada mutlak bir sansür uygulamak çok zor. İktidarı ürküten, biraz da sosyal medyayı kullanan muhaliflerin gençliği ve mizah zekası.
Burada handikap şu: Sosyal medya ya da internet üzerinden sınırlı sayıda insana ulaşabiliyorsunuz. Televizyon kanalları gibi yaygın izleyiciye ulaşmak zor görünüyor, ama dediğim gibi gençlik ve mizah zekası her türlü sansürü aşabilecek yaratıcılıkta.
-Gazeteciler hem çok fazla saldırıya açık hem de siyasal tartışmaların odağında. Demokrasi mücadelesinde haber yapmanın ve yazmanın ötesinde gazetecinin güncel bir başka rolünden de söz edebilir miyiz?
Basın ve ifade özgürlüğü demokrasinin en önemli göstergesi. Basın ve ifade özgürlüğü ne kadar genişse o ülkedeki demokrasi de o kadar gelişmiştir. Ülkemizde tam tersi olduğu gibi. Gazeteciler haber yapma, yazma hakkı için mücadele ederken aslında demokrasi için de mücadele ediyorlar. Bu nedenle de demokrasi mücadelesinde yer alacak önemli bir meslek oluverdi gazetecilik.
Örneğin halkın haber alma hakkından bahsediyoruz. Bunu en çok gazeteciler dile getiriyor ama, bu sadece gazetecilerin sorunu da değil. Gazeteciler bir yandan halkı kendi haber alma hakkına sahip çıkmaya, yani demokrasi mücadelesine de çağırıyor.
Yaşadığımız diktatörlük koşullarında gazetecilik faaliyetini yürütebilmek için de ayrıca bir mücadele gerekiyor. Gazeteciler tüm bu baskılara karşı neler yapabilir/yapmalı?
Böylesi zor koşullarda gazetecilik de haliyle zor. Zorluk sadece baskı değil, örneğin haber kaynaklarınız da ürküyordur, eskisi gibi haber alamazsınız. Ya da birçok örnekte olduğu gibi bazen bir fotoğraf çekmek, görüntü almak büyük bir cesaret gerektirir. Güvenlik güçleri gazetecileri “olağan düşman” olarak görüyor ve işlerini yapmasını doğrudan engelleyebiliyor. Gazeteciler tüm baskılara rağmen haber yapmaya devam edecek. Ve tabii ki bunu kamuoyuna ulaştırmanın bir yolu bulunacak.
Son olarak bu baskılar cinayetler tutuklamalar karşısında bir sendika olarak göreviniz ekonomik mücadelenin ötesinde ne anlam kazanıyor? Gazetecilerin örgütlenmesini nasıl bir yere koyuyorsunuz?
“Ne ekersek biçeriz” dersem ayıp olmaz her halde. Ne yazık ki bu ülkedeki gazetecilerin büyük bölümü çeşitli nedenlerle örgütlü olmaktan, sendikal mücadele içinde yer almaktan uzak durdu. (Bu galiba birçok sektör için de böyle ama gazeteciler çok örgütsüzdü.) Bu kadar çabuk kıyılmamızın bir nedeni de bu galiba.
Kapatılan gazete ve televizyonlar nedeniyle yüzlerce meslektaşımızın işsiz kaldığını söylemiştim. İşsizlik oranının bu kadar yüksek olduğu bir sektörde, üstelik de gazeteciler bu kadar hedefteyken sendikalar klasik anlamda işlerini yapamaz elbette. Gazeteci örgütleri de demokrasi mücadelesinin bir parçası haline dönüştü. Adliyeler, hapishaneler önünde açıklamalar yapıyorlar, sokaklarda gösteri düzenliyorlar -ki bu epeydir mümkün olmuyor-, bildiri dağıtıyorlar, ülkeyi ve dünyayı Türkiye’de neler yaşandığı konusunda bilgilendirmeye çalışıyorlar.
Ama bildiğimiz bir şey var. Tüm ülke bu durumdan ancak örgütlenerek kurtulur. Gazeteciler de. Tüm gazetecileri örgütlenmeye ve DİSK Basın-İş’e çağırıyorum.
Bunlar da ilginizi çekebilir