Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarıyla başlayan tartışmaları konuştuğumuz Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Vahap Coşkun; AK Parti Kürt seçmenlerin taleplerini karşılamada yetersiz kaldığı için kaybediyor, dedi. Coşkun tam bu dönemde kurulan alternatif partilerin de AK Parti’nin seçmen desteğinin ciddi manada düşmesine sebebiyet verdiğini söyledi. Sunuş CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümü için Meclis’i adres gösterip, HDP’nin meşru siyasi muhatap olduğunu bir kez daha açıklamasıyla, uzunca süredir konuşamadığımız Kürt sorununu, HDP’nin rolünü ve Kürt seçmenlerin tercihini konuşmaya başladık. Kürt sorununun çözümü konusunda farklı inisiyatiflerde çalışmalar yapan, Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Vahap Coşkun ile başlayan bu tartışmaları konuştuk. Coşkun, AK Parti’nin muhalefetin tamamını HDP üzerinden terörle irtibatlandıran bir siyaseti beş yıldır sürdürdüğünü ifade ederek, başlayan bu tartışmanın kaçınılmaz olarak bütün siyasi aktörleri etkileyeceğini söyledi. Bu tartışmanın HDP’yi siyaseten güçlendireceğini ifade eden Coşkun, kayyum politikasının ise Kürtlerin seçme ve seçilme haklarının gaspı olduğunu söyledi. Coşkun, yeni çözüm sürecinin başlamasının ise Suriye’deki Kürt yapılanmasının Türkiye’nin de kabul edebileceği bir forma sokulmasına bağlı olduğunu da ekledi. Murat Aksoy CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda Meclis’i adres göstermesi ve HDP’yi siyasi muhatap kabul etmesi ile bir tartışma başladı. Siz nasıl okuyorsunuz bu tartışmayı? Kılıçdaroğlu’nun açıklamasında işin bir süreklilik tarafı bir de yeni olarak nitelendirebileceğimiz bir tarafı var. Süreklilikten kasıt; uzunca bir süredir bu pozisyonda durmasıdır. O, hep çözümün Meclis’te olduğunu söyledi ve siyasi partileri meşru muhatap olarak gördü. Nitekim CHP’nin çözüm süreci sırasında hazırladığı “22 Soru, 22 Cevap” belgesinde de bu yaklaşımı görmek mümkündür. Yeni olan nedir? İki husus var: Birincisi, Kürt meselesinin bu kadar açık bir şekilde varlığının kabul edilmesidir. Kılıçdaroğlu, o belgeselde, sorunun varlığını, siyasetin bunu çözmekle mükellef olduğunu ama çözmediğini vurguluyor. İkincisi, HDP'yi “çözümün muhatabı” olarak nitelendirmesidir. İktidar tarafından kuşatıldığı bir konjonktürde HDP’nin adres gösterilmesi önemlidir. BU AÇIKLAMA HDP’Yİ SİYASETEN GÜÇLENDİRİR Neden? Temel olarak iki açıdan: İlk olarak, özellikle 2016’dan sonra Cumhur İttifakı’nın resmi söylemi “Kürt meselesi yoktur” üzerine oturdu. Meselenin varlığını konuşmak ve konuşturmak dahi istemeyen, bütün propaganda araçlarıyla da kamuoyuna bu yaklaşımı hâkim kılmayı amaçlayan bir yaklaşım söz konusu. Atmosfer bu iken, ana muhalefet partisinin Kürt meselesine işaret etmesi ve siyaseti de bunu çözmekle sorumlu kılması değerlidir. İkinci olarak, hakkında kapatma davasının açıldığı ve bir siyasi parti olarak bütün işlevlerinden yoksun kılındığı bir ortamda HDP’nin meşruiyetin altının çizilmesi ve çözümde işlevsel bir rolünün olabileceğinin hatırlatılması kıymetlidir. Bu açıklama nasıl bir değişimin yolunu açar? Kılıçdaroğlu’nun açtığı tartışma zemininin çözüm açısından son derece önem taşıdığı kanısındayım. Ana muhalefetin bu tavrı evvela kendisinin ve içinde yer aldı ittifakın duruşunu etkileyecektir. Ama aynı zamanda HDP’nin ve iktidarın –Cumhur İttifakı’nın- tavrına da tesir edecektir; sürecin içinde yer alan bütün aktörlerin yeni bir pozisyon belirleme mecburiyetinin altına sokacaktır. Bu bağlamda, farklı kapıları açması ve farklı ilişkileri tetiklemesi son derece muhtemel; tartışmanın derinleşmesi Türkiye siyaseti için de bir fırsat. İKTİDAR İYİ PARTİ’Yİ İTTİFAKTAN KOPARMAK İSTİYOR Kimi nasıl etkiler? Mesela İYİ Parti’yi nasıl etkiler? İYİ Parti, Millet İttifakı’nın “en zayıf halkası” olarak görülen Kürt meselesi üzerinden hassasiyeti sürekli kaşınan bir parti. İktidar “teröristlerle işbirliği” söylemiyle, İYİ Parti’nin bu ittifak içindeki varlığını daima bir sorgulamaya tabi tutuyor; İYİ Parti’yi bu ittifaktan koparmaya ve ittifak içindeki partilerin arasını açmaya çabalıyor. CHP, Millet İttifakı’nın en büyük ve bir nevi lokomotifi olan bir parti, Kılıçdaroğlu’nun açıklaması, zorunlu olarak İYİ Parti’nin de tavır almasını gerektirdi. Nitekim İYİ Parti’den HDP’nin meşruluğunu merkeze alan açıklamalar geldi. Bundan hareketle, Millet İttifakı’nın Kürt meselesindeki duruşunun, çözümün Meclis’te aranması ve HDP’nin meşruluğu noktasında stabil hale geldiği söylenebilir. Muhalefetin bu asgari müşterek üzerinden birlikteliğini devam ettirmesi, hem meselenin konuşulabilmesi hem de muhalefetin bu meselede iktidar karşısında bir ağırlık noktası oluşturabilmesi için önemlidir. Bu durumda Millet İttifakı’nın iki partisi olan CHP ve İyi Parti’nin bu anlamda buluştukları nokta çözümün zeminin parlamento olması ve HDPnin meşru bir siyasi aktör olarak kabulü… Evet. HDP’NİN ÖNÜNDE İKİ YOL VAR Peki bu tartışmalar HDP’yi nasıl etkiler? HDP, bilhassa son dönemlerde, muhalefetin kendisiyle kaçak göçek değil, açık ve sağlıklı bir ilişki kurması gerektiğini dile getiriyor. Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi çözümün muhatabı olarak göstermesi, bu sağlıklı ilişkinin temelini oluşturabilir. Bu konuya şöyle bakıyorum: HDP’nin kendisinden beklenen rolü oynayabilmesi iki faktöre bağlıdır. Birincisi, diğer partilerin HDP ile kuracakları ilişkinin niteliğidir. Siyasetin normal, meşru ve diğer partilerle aynı haklara sahip bir aktörü görüldüğü müddetçe HDP’nin siyasi alanı genişler. İkincisi de, HDP’nin kendisine biçtiği kıymetle alakalıdır. Kürt meselesinde HDP nerede duracaktır? Siyaset belirleyen etkili bir aktör olacak mıdır olmayacak mıdır? Bugün açılan siyaset kapısını ardına kadar aralayacak mıdır aralamayacak mıdır? HDP’nin bunlara vereceği cevaplar onun yerini de tayin edecektir. Hülasa, HDP’nin konumu salt diğer partilere bağlı değil, HDP’nin kendisine biçeceği misyonla da ilgilidir. HDP içinde bu yönde bir tartışma var mı? Bir bilgiye ya da duyuma dayalı olarak değil ama benim o çevreyi takip ederek vardığım kanaat, böyle bir tartışmanın olduğu yönündedir. Nitekim HDP’nin rolüne dair bir gündem olduğunda bu tartışma bir şekilde dışa yansıyor.  Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının ardından partinin eski eş genel başkanı Sezai Temelli’nin “Adres, İmralı’dır” çıkışını bu tartışmanın bir karinesi olarak değerlendirebiliriz. Peki, bu tartışmanın tarafları kimler? Bana göre HDP içinde iki grup var: Bir grup, “Kürt siyaseti” içindeki rol dağılımında HDP’nin payını artırmasını, siyasetin ön plana çıkmasını ve belirleyici olmasını savunuyor. Diğer grup ise mevcut halin devamından yana tavır takınıyor. Kılıçdaroğlu’nun tartışması bu gruplar arasındaki tartışmayı da açığa çıkardı. Temelli’nin açıklamasına yanıt Selahattin Demirtaş ve Mithat Sancar’dan geldi, onlar HDP’nin muhatap olduğunu ifade ettiler. Bu tartışma yeni mi yoksa var olan bir tartışma mı? Bana kalırsa bu yeni değil, yürüyen bir tartışma. Ben, siyasetin daha ağırlık kazanacağı bir dönemi bekliyorum. Birkaç sebebi var bunun. Nelerdir bunlar? Birincisi, son beş yıllık yıkıcı süreç, siyasetin dışında herhangi bir çözüm yolunun olmadığını net bir şekilde ortaya koydu. İkincisi, siyasetin HDP’ye kazandırdığı görüldü. Çözüm sürecinde genişleyen siyasal alan ve Türkiyelileşme siyaseti, 7 Haziran 2015 seçim başarısını getirdi. Üçüncüsü, HDP’nin asıl dayanağı olan Kürt seçmende ciddi bir sosyolojik değişim yaşanıyor. Nasıl bir değişim bu? Radikal yöntemlerden uzaklaşan ve siyasete olan ilgisi artan bir taban var. Şehirleşen, orta sınıflaşan, siyasetle daha fazla hemhal olan ve kendi kimliğini farklı alanlarda kuran bir sosyoloji geliyor. Elbette bu tablo HDP’yi de değişime itiyor. SİYASET GÜÇLENECEKTİR HDP bu değişime bir cevap verecek mi? Burada, sizin de tarihsel dediğiniz ve temel bir problem var. PKK ile HDP arasında aynı sosyolojik tabana oturmalarından kaynaklı birtakım ilişkiler bulunuyor. Bu ilişkiler, bazı sorunlara yol açıyor. PKK’nin her zaman daha ağırlıklı bir yapı olması buna mukabil siyasetin sürekli geri planda kalması, en önemli problem alanı. Zira bu hem HDP’nin siyaset içindeki yerini tartışma konusu kılıyor hem de HDP’nin kendisini büyütmesini, sahasını genişletmesini engelliyor. Bugünün temel sorunu HDP bu ilişkiyi tersine çevirip çeviremeyeceği, siyaseti karar alıcı bir noktaya çıkarıp çıkaramayacağıdır. HDP’yi zorlayacak bir sorun.            Evet, hem zorlayacak hem de ciddi bir dönüşümü getirecek. Çünkü bu tartışma, HDP içindeki diğer sorunların da konuşulmasının önünü açacak. Mesela, Türk sol kesimlerle kurulan ittifak modeli, bu modelin doğru kurulup kurulmadığı, aktörlerin doğru seçilip seçilmediği, bu aktörlerin toplumsal etkileri ile parti içindeki güçleri arasındaki makas, vb. konular da masaya yatırılacak. Fakat bir daha altını çizerek belirmeliyim ki, HDP için esas belirleyici olan siyaseti ikinci plana iten ilişki modelinin değişip değişmeyeceğidir. İÇERİDE CİDDİ TARTIŞMA VAR Değişme potansiyeli var mı ya da değişiyor mu? Zor bir denklem bu, zira bir tarihsel arka planın üzerine oturuyor. Lakin bir taraftan HDP’nin Türkiye siyasetinde daha büyük bir aktör olabilmesi için bunun değişmesinden başka bir şansı yok. Diğer taraftan da hem siyasetin gerekleri hem de sosyolojik yönelim bu değişimi zorluyor. HDP’nin içerisinde bu mecburiyeti görenler var. Her ne kadar yüksek sesle kamuoyunun önünde konuşulmuyorsa da içeride ciddi bir tartışmanın olduğunu zannediyorum. Peki Kılıçdaroğlu’nun açıklaması siyasi iktidar boyundaki MHP ve AK Parti’yi nasıl etkiler? MHP, Kürt meselesi ve benzeri hayati konularda, hemen bir açıklama yaparak sınırlarını belirliyor ve bu sınırlar içinde iktidarı hareket etmeye mecbur ediyor. Tabii, bu da AK Parti’nin oyun alanını daraltıyor. Ak Parti bu sınırları esnetmeye çalışsa da genellikle bu sınırların içinde kalıyor. İktidarın beş yıldır sürdürdüğü ve bütün bir muhalefeti HDP üzerinden terörle irtibatlandıran bir siyaseti var. Kılıçdaroğlu’nun açıklaması iktidar ortaklarını bir ikilimde bıraktı. MHP, bu siyaseti daha üst bir perdeden devam ettirme yönünde bir irade ortaya koydu. AK Parti ise, seçimlerde Kürt seçmenin belirleyiciliğini göz önünde bulundurarak daha dengeli bir tavır almaya çalıştı. Nitekim Bahçeli’nin Kürt meselesinden bahsetmeyi Türkiye düşmanlığı ile bir tutan söylemine karşılık, Erdoğan daha alttan alan bir dile başvurdu; “Biz bu meseleyi çözdük, zaten çözümün adresi de biziz, bizimle birlikte yürümek isteyenlere kapımızı açık” minvalinde ifadeler kullandı. ÇÖZÜM SÜRECİ HER ZAMAN OLASI Bu koşullarda yeni bir çözüm süreci başlayabilir mi? Hiçbir ihtimal yabana atılmamalı, bu ihtimal de akılda tutulmalı. Nihayetinde Öcalan halen cezaevinde ve devletin kontrolünde, dolayısıyla iktidar Öcalan üzerinden bir takım hamleleri gerçekleştirebilir. Yerel seçimlerde denedi bunu, genel seçimlerde de deneyebilir. Seçimlere gitmenin adım atmayı zorlaştırdığını iddia edenler var ama ben farklı düşünüyorum. Eğer iktidar sonuç alıcı bir hamle olacağını düşünürse, böyle bir adımı atmaktan imtina etmeyebilir. Ezcümle seçim zorlayıcı olduğu kadar, teşvik edici ve kolaylaştırıcı da olabilir. Düşünün, PKK’nin Türkiye’ye karşı silah bıraktığı ve çatışmaların tamamen sona erdiği bir senaryo, iktidar için muazzam bir seçim kozu da olabilir. Bununla birlikte, bu ihtimali mümkün kılacak başat faktör, Suriye’deki durumdur. Nasıl yani? Öteden beri, içeride bir sürecin başlamasını tarafların Suriye’de asgari bir mutabakat sağlayıp sağlayamayacaklarına bağlı olduğu fikrini taşıyorum. Eğer taraflar asgari müştereklerde anlaşırlarsa, bu içeriye yeni bir süreç olarak yansıyabilir. Ama böyle bir mutabakata varılamadığı sürece de içeride müspet adımların atılması çok güç olur. Nasıl bir asgari müşterek? En genel ifadesiyle bu, Suriye’deki Kürt yapılanmasının Türkiye’nin de kabul edebileceği bir forma sokulmasıdır. Kuzey Irak modeli gibi mi? Suriye’deki modelin ne olacağını, elbette sadece Türkiye belirlemeyecek. Orada Amerika, Rusya, İran ve Suriye rejimi gibi bölgesel ve uluslararası güçler de var. Başlıca iki modelden bahsedilebilir: Birincisi, Irak’taki federal bir yapının olmasıdır. İkincisi, kültürel kimlik haklarına ve idari özerkliğe dayanan, Şam’a bağlı bir yönetim modelidir. Birincisinin ABD, kincisinin de Rusya’nın isteği olduğu söylenebilir. Kürt yapısının hangi modele yakın olacağını gelecekteki gelişmeler tayin edecek. Fakat ister özerk ister federatif bir yapı olsun, Türkiye bu yapının kendi hassasiyetlerini gözeten bir şekle bürünmesini talep ediyor. Türkiye’nin itirazı ne? Türkiye’nin temel itirazı, bu yapının tamamıyla PKK’nin denetiminde olmasıdır. Dolayısıyla PKK’nin izini taşıdığı sürece Türkiye bu yapının kendisi için tehdit oluşturacağını belirtiyor ve karşı çıkıyor.  Eğer söz konusu yapı, tümüyle PKK’nin denetiminden çıkarılır ve Suriye’deki bütün Kürt grupların katıldığı bir yapı haline getirilirse, bu çözüme kapı aralayabilir. Bunun için sürdürülen ciddi çabalar var. ABD, bu yapıya diğer Kürt grupların ve Arap aşiretlerin dâhil edilmesi için uğraşıyor, SDG ile PKK’yi ayrıştırmaya çalışıyor, vs. Süreci belirleyecek olan, bütün bu çabalarda bir noktaya varılıp varılmayacağı ve nihayetinde Türkiye’nin bunu kabul edip etmeyeceğidir. KÜRTLER AK PARTİ’Yİ TERK EDİYOR lgede Kürt seçmen AK Parti’den uzaklaşıyor mu? 2002’den ama özellikle 2004 yılından sonra bölgede iki partiye - HDP ve AK Parti’ye- dayanan bir siyasal denge oluştu. Bazen HDP, bazen de AK Parti öne çıktı ama oyların büyük bir kısmını bu iki parti aldı. AK Parti’nin bu kadar geniş bir tabana oturmasının başlıca üç dinamiği vardı: Bir, ekonomik gelişme; iki, AK Parti’nin dindar ve mağdur kimliği; üç, Kürt meselesini demokratik mekanizmalarla çözme umudu.  2015’ten bu yana izlenen siyaset, bu üç dinamiği de aşındırdı. Ekonomik sıkıntılar arttı ve gelecek beklentisi azaldı. AK Parti’yi milliyetçi bir yöne savruldu ve mağduriyet yaratan bir kimliğe büründü. Ve Kürt meselesinin demokratik çözümünü de paranteze aldı.  Dinamiklerdeki bu menfi değişim, doğal olarak, AK Parti ile ona oy veren Kürt seçmenin bir bölümü arasında ciddi bir rahatsızlığa sebebiyet verdi ve bu rahatsızlık her geçen gün büyüyor. YENİ PARTİLER BİR SEÇENEK DEVA ve Gelecek gibi AK Parti’den ayrılanların kurduğu yeni partilerin varlığı nasıl etkiledi bu durumu? Derin etkiledi. Çünkü geçmişe kıyasla artık yeni bir siyaset sahnesi var. Geçmişte bu rahatsız seçmen, şikâyetleri fazla olsa da sahnede alternatif bulmadığı için yine partisinde kalmak zorunda kalıyordu. Oysa şimdi kendilerinin içinden çıkan, AK Parti’de başbakanlık yapmış Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Parti’si ile AK Parti’nin on yıl boyunca ekonomik politikalarını yürütmüş olan Ali Babacan’ın Deva Partisi gibi, yeni seçenekler var. Her iki parti de, Kürt meselesinde mevcut AK Parti’nin değil geride aklan AK Parti’nin söylemlerine benzer söylemler kullanıyor. Dolayısıyla AK Parti ile arasına mesafe koyan seçmenler için bu iki parti bir çekim merkezi oluşturabilir. Hülasa AK Parti’nin gerek Kürt seçmenlerin taleplerini karşılamadaki yetersizliği ve gerek sahada kendisine alternatif olabilecek ciddi rakiplerin varlığı, AK Parti’nin açmazını büyütüyor. Bu açmazda kayyum atamalarının etkisi var mıdır? Kayyum politikaları en açık ifade ile Kürtlerin seçme ve seçilme haklarının, yani en temel siyasi haklarının elinden alınmasıdır. Bir belediye başkanı bir suç ithamı altında olabilir; ancak bu, bütün seçmenlerin demokratik iradelerinin gasp edilmesinin bir gerekçesi olamaz. Eğer suç ithamı altındaki belediye başkanın görevden uzaklaştırılması gerekiyorsa, belediye meclis üyelerinden biri o göreve seçilir ve böylece seçmen iradesinin tecellisi sağlanmış olur. Seçmen iradesine anti-demokratik yöntemle el konulmasının, AK Parti döneminde gerçekleşmiş olması da ayrı bir ironi; zira bu parti “milli irade”yi kutsallaştıran bir gelenekten geliyor. Seçmen iradesinin her şeyin üzerinde olduğuna yaslanan geleneğin temsilcisi olarak AK Parti, seçmeni yok sayıyor ve atadığı bir memur ile bu iradeyi gasp ediyor. Demokraside ciddi bir geriye gidişi simgeleyen bu siyasetin kabul edilebilir bir yönü bulunmuyor. Kanımca, sadece HDP’ye oy veren Kürtler değil, AK Parti’ye oy veren Kürtler de bu tavırdan hoşnut değiller. CHP DOĞRU YOLDA CHP’ye bölgede olan ilgi nasıl? Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra mesaisinin önemli bir kısmının, partisinin uzunca bir süredir uzak durduğu toplumsal kesimlere ilişki kurmaya harcadı. Bu çerçevede muhafazakâr-dindar kesimlerle ve Kürtlerle bağını güçlendirmeye çalıştı ve bu yönde çeşitli adımlar attı 2018’den bu yana Kürtlerle ilişkileri artırmaya dönük adımların sıklaştığı görülüyor. Elbette atılan bu adımlar, Kürtler ve özelikle de HDP’ye oy veren Kürt seçmeneler nezdinde ürkek ve zayıf adımlar olarak görülebilir. Ama CHP açısından önemlidir. Kürdistan Bölgesi’ne yapılan ziyaret, HDP’nin muhataplığına vurgu, Türkiye’nin sorunları dostlarla çözüleceğine dair açıklama bir sürekliliğe işaret ediyor. Elbette bu olumlu gelişmelerden kalkarak, CHP’nin kısa süre içinde bölgede ağırlıklı bir siyaset merkezine dönüştüğü söylenemez. Çünkü araya girmiş çok uzun bir mesafe var. Yine de bu çabalar, Türkiye’nin yeni siyasi yapısı ve seçim sistemi bağlamında çok anlamlı. Nasıl? Genel seçimler, artık iki ayaklı: Parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimi. Parlamento seçimlerinde HDP ve CHP’nin birbirlerine ihtiyaçları yok. Fakat cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’nin bu hamleleri önem kazanacak. HDP ve Kürt seçmenle kurulan bağ, seçmenin CHP’nin aday tercihi doğrultusunda hareket etmesini kolaylaştıracak. 2019 seçimlerinde bunun bir tecrübesi yapıldı. 2019’dan bu yana CHP, iktidara nazaran, zeminini daha da güçlendirdi. KAYBETMEYE BAŞLAYANLAR SİYASİ MÜHENDİSLİĞE SOYUNUR Seçim sistemi üzerinde çokça tartışmalar yapıldı. Dar bölge ve daraltılmış bölgeden de barajın % 5’e ya da % 7’ye düşürülmesinden de bahsedildi. Bugün görünen iktidarın % 7 üzerinde mutabık olduğu. Seçim barajının % 7’ye düşürülmesi iktidar ve muhalefeti nasıl etkiler? Seçmen desteğini kaybetmeye başlayan bütün iktidarlar siyasal mühendislik yapmaya başlarlar. Dar bölgeyi AK Parti de MHP de kabul etmez. Daraltılmış bölgeyi ise MHP istemez, çünkü kaybı çok fazla olur. O nedenle en fazla seçim barajı üzerinde bir oynama yapabildiler, önce % 5 derken sonra % 7’de karar kıldılar. Tek başına barajı % 7’ye indirmenin seçimler üzerinde esaslı bir tesirinin olacağını sanmıyorum. Büyük ihtimalle bu, MHP’nin baraj altında kalmasını önlemek ve tek başına seçime girmesi gerekirse bir baraj sorunu yaşamamak için başvurulan bir yoldur. Bana göre bu mühendislikler işe yaramaz. HDP’nin bir baraj sorunu yok; bütün araştırmalar partinin % 10-12 bandında olduğunu gösteriyor, seçim düzlemine girildiğinde bu oran artabilir de. Aslında ittifak sistemi mevcut haliyle devam edecekse barajın bir manası da yok. O nedenle dar mühendislik çalışmalarından medet ummak yerine, yapılması gereken seçim ve siyasi parti düzeninde gerçekten demokratikleştirici bir düzenlemelere gitmektir. OTORİTERLİK TAHKİM EDİLMEK İSTENİYOR Gelelim yeni anayasa arayışına. 2018de değişti şimdi yeni bir anayasa arayışı ne anlama gelir? AK Parti’nin ve MHP'nin yeni anayasaya ilişkin açıklamalarında mevcut cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden ödün verilmeyeceği ve yeni anayasanın bunun üzerine inşa edileceği vurgulanıyor. Bugünkü hükümet sistemi üzerine kurulacak bir anayasa, ülkeyi demokratikleştirmez, aksine daha da otoriterleştirir. Denge ve denetleme mekanizmalarından mahrum bir hükümet sistemine dokunmayan anayasa, birtakım makyaj müdahaleleri yapar ama esası düzeltmez. İktidarı anayasa tartışmalarına iten saik, muhalefet partilerinin hükümet sistemi değişikliği yönünde ortaklaşmaya çalışmalarıydı. Aralarında farklılıklar olsa da muhalefet partileri bile güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunuyorlar. Bunun kamuoyunda bir gündem oluşturması karşısında hükümet daha büyük bir iddia ortaya attı ve “biz sadece hükümet sistemi ile ilgili değil bütün anayasanın değiştirilmesini ve yeni bir anayasanın yazılmasını talep ediyoruz” dedi. Hâlihazırdaki koşullar dikkate alındığında –mevcut parlamento aritmetiği ve keskin kutuplaşmış siyasi iklim- yeni bir anayasa yapmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Yeni bir anayasa tartışması, ancak seçimlerden sonra oluşacak Meclis tablosuna göre gerçekçi bir şekilde yapılabilir. ARAŞTIRMALAR BUGÜNÜN FOTOĞRAFINI ÇEKER Peki beklentiniz nedir? Bütün siyasi araştırmalar bize şu anki fotoğrafı verir. Yarın nasıl bir Meclis manzarasıyla karşılaşılacağını, yarınki koşullar belirleyecektir. Yine de iki önemli parametre var: Birincisi, ekonominin durumudur. Seçmenin tamamı ekonomik hassasiyetlerle veya kaygılarla oy vermeseler de, ekonomi belirleyici bir faktördür. İkincisi de, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adayların kimliğidir.   Cumhur İttifakı’nın adayının Erdoğan olduğunu biliyoruz, Bahçeli bunu daha seçimlere üç yıl varken deklere etti. Peki, Millet İttifakı’nın adayı kim olacak? Millet İttifakı tek bir aday üzerinde karar kılabilecek mi? Yoksa her parti kendi adayıyla mı seçime girecek? HDP aday gösterecek mi ya da kimi gösterecek? Seçimin sonucunu bu sorulara verilen cevaplar belirleyecek. Eğer 2018’de olduğu gibi her partinin kendi adayıyla sandığa gitmesi, Cumhur İttifakı lehine işler. Ancak muhalefet ortak bir adayda uzlaşırsa, kazanma ihtimalini yükseltir. Şüphesiz ortak adayın nitelikleri de önem taşır; muhalefetin farklı toplumsal kesimlerin oylarını alabilecek bir adayı ortaya çıkarabilmesi lazım. Muhalefetin hem dindar-muhafazakarlardan hem Kürtlerden ve hem de gençlerden oy alabilecek yeni bir adayı bulup bulamayacağı ve uzlaşma becerisini gösterip gösteremeyeceği, seçimin sonucunu tayin edecektir. Dört aday var görünüyor. Gerçi İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener aday olmayacağının sinyalini verdi ama… İmamoğlu ve Yavaş’ın adaylıklarına çok sıcak bakıldığını düşünmüyorum. Pratik bir sebepten; zira başkanlardan biri aday olduğunda muhalefet bu ilin belediyesini kaybediyor. Çeyrek asır sonra büyük mücadelelerle kazanılan ve iktidara karşı muhalefeti temellendiren bir şeyden böylece kolay vazgeçmek, seçmene zor anlatılır. Akşener, zaten aday olmayacağını ilan etti. Kılıçdaroğlu ise muhalefetin kendisi üzerinde uzlaşması halinde aday olabileceğini söyledi. Doğrusu ben Kılıçdaroğlu'nun da aday olmayacağını düşünüyorum. Evet, masada şu anda dört aday var ama bu dördünden birinin aday olacağı anlamına gelmiyor. Zannım o ki Millet İttifakı’nın arayışı devam ediyor.