Loading...
Demokrasinin bir ülkede güçlenmesinin temel kıstası olan “Denge ve Denetleme Sistemi”nin gelişmemesi, o ülkede sistemin iyi işlememesinin ve demokrasinin güçlenmemesinin ana nedenidir.İki olasılık arasındaki fark, hatta zıtlık, demokrasinin güçlendirilmesinin ya da zayıflatılmasının sonuçları arasındaki farktır. Biliyoruz ki, (a) Türkiye’nin son altmış yıllık demokrasi deneyimi içinde ortak sorun, demokrasinin gerek yönetim gerekse de devlet-toplum/birey ilişkilerinde, kurumsallaşmaması ve aktörler tarafından içselleştirilmemesi oldu. (b) bu sorun Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi içinde derinleşti, yaygınlaştı ve yönetim ve devlet alanlarında da kriz yaşanmasına neden oldu ve (c) bu anlamda da demokrasiyi kurumsal, uygulama ve içselleştirme boyutları içinde güçlendirecek bir Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçmemiz gerektiği ortaya çıktı. Bu noktada şu öneriyi yapmak istiyorum: Demokrasinin bir ülkede güçlenmesinin temel kıstası olan ve siyasi ya da devlet iktidarına karşı etkin işlemesi gereken “Denge ve Denetleme Sistemi”nin gelişmemesi, o ülkede sistemin iyi işlememesinin ve demokrasinin güçlenmemesinin ana nedenidir. Türkiye, bu durumun aydınlatıcı örneklerinden biridir. Önceki dönemlerde, askeri vesayet, dolayısıyla, seçilmiş hükümetlerin askeri bürokrasi tarafından kontrol edilmesi sorunken, bugün güç ve iktidarı aşırı merkezileştiren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin denge ve denetleme sistemini yok etmesi sorununu yaşıyoruz. Bu anlamda da esas tartışılması gereken soru, iktidarın ve gücün kurumsal ve kültürel -zihniyet- olarak nasıl dengeleneceği ve denetleneceğidir. DENGE VE DENETLEME Peki, denge ve denetlemeden ne anlayacağız? Denge ve Denetleme Sistemi, “yatay” ve “dikey” hareket eden beş ayaklı bir ilişkiyi içeriyor: Yatay düzeyde:
(1) Yasama-yürütme-yargı arasında “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin güçlü olması ve böylece Parlamento’nun ve Millet Vekillerinin etkin çalışabilmesi,
(2) “Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı” ve yargı kararlarının iktidarın korunması amacını değil, aksine, demokratik hukuk normları temelinde haklar ve özgürlüklerin korunmasını benimsemesi.
Devlet-toplum-birey ve bireyler arası ilişkilerde Dikey düzeyde:
(1) Kentleşen ve Orta Sınıflaşan Türkiye’de, merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkilerinde, yerelin, kent yönetimlerinin, dolayısıyla “âdem-i merkeziyetçilik” anlayışının güçlendirilmesi”,
(2) Toplum sosyolojisi içinde kültürel kimliklerin “farklılıkların tanınması” ilkesinin benimsenirken, kimlik sorunlarının çözümünde, demokratik hukuk normları içinde gelişen ve uygulamaya sokulan “eşit vatandaşlık” kavramının kullanılması,
(3) Toplumsal sorunlarının çözümünde, farklılıklar arası güvenin arttırılmasında ve devlet-toplum ilişkilerinde katılım ve müzakere kültürünün geliştirilmesinde “canlı ve etkin sivil toplum”un rol oynaması.
Bu beş boyut içinde, denge ve denetleme sisteminin ve kültürünün güçlenmesi, demokrasinin kurumsallaşarak ve aktörler tarafından içselleştirilerek güçlenmesini sağlayacaktır. Ekonominin tekrardan canlanmasını ve yurt içi ve dışında güven kazanmasını olanaklı kılacaktır. Farklılıklar arası birlikte yaşama ve güven inşa etme süreçlerini başlatacaktır.
Tüm bu noktalar içinde, “denge ve denetleme” kavramının, ülkemizin geleceğinin nasıl şekilleneceğini belirleyen kilit unsur olduğunu önermek istiyorum. Böyle olduğu içinde, sadece siyasi partilere, devlet kurumlarına ve ekonomik aktörlere bırakılmayacak kadar ve sivil toplum ve bireyler olarak hepimizin üzerinde çalışması gereken ciddi ve önemli bir alandır.
Örneğin, benim de üyesi olduğum, Denge ve Denetleme Ağı (DDA), yaklaşık on yıldır ve ülkenin farklı yerlerinden gelen üç yüze yakın sivil toplum örgütüyle birlikte, denge ve denetleme sistemi ve kültürünün geliştirilmesi için çalışmaktadır. Bu tür örneklerin desteklenmesi ve geliştirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.