Dünya demokratikleşmeden uzaklaşıyor. Larry Diamond bu dönemi “demokratik resesyon” olarak adlandırıyor. Son dönemde popülist liderlerin artığını, hatta uluslararası arenada güç kazandıklarını görüyoruz. Populist liderliği, uluslararası anlamda bir ideolojiye çeviren ise Putin. Kendisi adeta popülist liderliğin mentoru…
Popülizmin yükselişi ve demokraside geriye gidiş, gelişmekte olan ülkelere özgü de değil üstelik. Tüm dünyada bir kayış var. Trump’ın 2016’da seçilmesi, seçmeni ile kurduğu ilişkiler, Brexit referandumu ve ardından İngiltere’de iş başına gelen hükümetler, hepsi bu ülkelerde de popülist söylemlerin arttığının göstergeleri. Economic Intelligence Unit verilerine göre ABD demokrasi endeks puanı 2006’da 8.22’den 2022’de 7.85’e gerilemiş. 167 ülke arasında 30.sırada yer alıyor.
Freedom House, Freedom in the World 2023 Raporunda ise daha ilginç bir veriye yer verilmiş. Son 17 yıldır, otoriterleşmeye giden ülke sayısı demokratikleşme adımı atan ülke sayısından fazla. Üstelik otoriter toplumların %50’sinde baskı son yıllarda daha da artmış.
Sanırım toplumsal olarak otoriterleşmeyi de kanıksamaya başladık. World Values Survey sonuçları bize ilginç bir şey gösteriyor. Otokratik liderleri iyi ya da çok iyi olarak nitelendirenlerin oranı 2009 yılında %38 iken, 2021 yılında %52’ye çıkmış. Yani dünyada her iki kişiden biri otokratik liderlere olumlu bakıyor.
Demokrasiden uzaklaşma yeni nesillerde ne yazık ki daha belirgin. Democracy Satisfaction raporuna göre milenyum doğumlu gençlerin %24’ü demokrasiyi kötü ya da çok kötü olarak nitelemiş. Yani demokrasiye inancımızı kaybediyoruz.
Banka kurtarmalarında yaşanan skandallar, alınan desteklerle bonusların ödenmesi, finansal sisteme ve de elitlere tepkiyi arttırdı. Popülist liderler de bu boşluğu görerek doldurdular. Trump meşhur söylemi “Amerika’yı yeniden büyük yap” ile bu kitleyi hedef aldı.KAYBOLAN ORTA SINIF
Peki demokrasiden uzaklaşma ve otoriterleşmenin sempatik hâle gelmesine ne sebep oldu? Buna birçok sosyal ve sosyoekonomik neden sıralayabiliriz. İşin özü şu ki demokrasi vatandaşlar arasındaki güven ilişkisine dayanıyor. Ama eşitsizlik bu güven ilişkisini bozuyor.
Bu eşitsizliğin artmasına neden olan ise 1980 sonrası hâkim olan neoliberal politikalar. Reagan ve Thatcher ikilisinin öncülüğünü ettiği; piyasaların deregülasyonuna dayanan, üst gelir gruplarının vergi oranlarını düşüren politikalarının tümü gelir dağılımında ciddi bir bozulmaya yol açtı. Halbuki Hayek bize piyasaya erişim tamsa eşitsizlik de ortadan kalkacaktır, diyordu. Ne yazık ki olmadı. Gelir dağılımı hızla bozuldu. Üst gelir grubu gelir dağılımından aldığı payı arttırırken, alt gelir grubunun gelir düzeyi de transfer harcamaları ile sağlanmaya çalışıldı. Peki sonuç; orta gelir grubunun gelir düzeylerinde hızla azalma…
Aşağıdaki grafik literatürde “Fil Eğrisi (Elephant Curve)” olarak biliniyor. İlk olarak Lakner- Milanoviç ortaya atmış, farklı gelir gruplarına ait kümülatif gelir artışını gösteriyor. X ekseni gelir dilimini gösterirken, Y ekseni 1980-2018 arasında kümülatif olarak ne kadar büyüdüğünü gösteriyor. Bu tüm dünyayı kapsayan veriden elde edilmiş. Tüm dünyada alt gelir grubundaki ülkelerde yaşanan ekonomik büyüme, bu ülkelerde yaşayan birçok kişinin aşırı yoksulluktan kurtulmasına yol açtı. En yüksek gelire sahip olan kesim ise bu aşamada gelirlerini hızla arttırdı. Yani sözün özü orta sınıf şekilden de görüldüğü gibi kan kaybetti…
Şekil.1 Fil Eğrisi (Elephant Curve, 1980-2018)Kaynak: piketty.pse.ens.fr/ideology
Aristoteles, bundan 2500 yıl önce demokrasinin devam etmesi için orta sınıfın gerekli olduğunu işaret etmişti. Hatta Roma’da Cumhuriyetin yıkılmasını, generallerin servetlerinin artması ve orta sınıfın çökmesine bağlamıştı. Ancak biz piyasaları serbestleştirmek adına hızla orta sınıfı yok ettik. O dönemin savunucularına göre üst gelir grubu büyüyecek ve damlama yani trickle-down ile aşağı gruplara inecekti. Tabii ki olmadı. Sosyal devlet statüsünü koruyan bazı Avrupa devletleri gelir dağılımında adaleti bir miktar sağladılar. Ancak ABD başta olmak üzere Türkiye’de dahil birçok ekonomide gelir dağılımında adalet bozuldu ve de orta sınıf kan kaybetti.Yıllar içinde gelir dağılımında yeterince adaletin sağlanmaması bir grubun Martin Wolf’un deyimiyle “statü konusunda endişe duymalarına” neden oldu. Tabii 2008 finansal krizi, kriz sonrasında banka kurtarmaları ve mali sıkılaşmanın birlikte yaşanması, işsiz kalmış, mali sıkılaşmanın yükünü çeken orta gelir gruplarında tepkiye yol açtı. Tıpkı Almanya’da iki savaş arasında yaşanan enflasyon döneminin ve tabii Büyük Depresyon sonucu finansal istikrarsızlığın, faşist bir partiye zemin hazırlaması gibi.
Banka kurtarmalarında yaşanan skandallar, alınan desteklerle bonusların ödenmesi, finansal sisteme ve de elitlere tepkiyi arttırdı. Popülist liderler de bu boşluğu görerek doldurdular. Trump meşhur söylemi “Amerika’yı yeniden büyük yap” ile bu kitleyi hedef aldı. Aslında bir kimlik siyaseti yapıyordu, beyaz Hristiyan Amerikalıya hitap etti. Hem de demokrasinin beşiğinde. Atlantik’in diğer tarafında ise insanlar Brexit ile İngiliz kimliğini yeniden yaratmayı arzuladılar.
Gelir dağılımında adaletin sağlanması tek başına demokrasinin problemlerini çözmez ama popülist söylemlerin, otokratik liderlerin geniş bir taban bulmasını engeller. Bu önemli başlangıç olur.
Türkiye’de de benzer süreçler yaşandı. Tabii birçok sosyolojik ve siyasi faktörün de etkisiyle. Kimlik siyaseti ön plana çıktı. Seçim sonuçlarında neden milliyetçi akımlar bu kadar ön plana çıktı diye tartışır olduk. Halbuki nedeni aynıydı.
Ancak bu durum oldukça tehlikeli. Demokratik resesyonun, 2. Dünya savaşında olduğu gibi depresyona dönüşme ihtimali var. Bugün Putin’in tavrı bu tehlikenin bir ön gösterimi aslında. Demokrasiden uzaklaşmış, popülist söylemlerle bu liderler kitleleri irrasyonel eylemlere çekebiliyorlar.
NE YAPMALI?Demokrasi sorunlu olabilir. Ancak tarım devriminden, yani devlete ihtiyaç duymaya başladığımızdan beri bir yönetici erke de ihtiyacımız var. Yönetici erki seçmek için en iyi yol ise demokrasi. Öyleyse demokratik zafiyete neden olacak eşitsizliği düzeltmek gerek. Tocqueville’in de ifade ettiği gibi ekonomik eşitlik olmadan politik eşitliği sağlayamayız.
Nasıl düzelteceğimize gelirsek, aslında cevap basit. 1950 ve 60’larda ne yapıyorsak yeniden benzer uygulamalara geçerek başlayabiliriz. Özellikle gelir dağılımında adaletsizliği engelleyecek önlemler almak gerekiyor. Bunun içinde vergi politikası hayati önem taşıyor. Oliver Wendell Holmes’un meşhur deyimiyle “Vergi, medeniyetin fiyatıdır”. Artan oranlı vergilendirme ve servet vergisi gibi uygulamalar, gelir dağılımında adaletin sağlanmasında oldukça önemli. Mark Zuckerberg’in sadece %13 vergi ödediği bir ekonomide gelir dağılımında adaletten bahsedemezsiniz.
Bu asla yeteneklerin cezalandırılması anlamına gelmez. En yüksek gelire sahip olan %1’lik kesimin acaba gelirinin ne kadarı onların süper işler başarmasından geliyor? Hepimiz bu gelirin önemli bir kısmının ranttan kaynaklandığını biliyoruz. Tabii madalyonun diğer yüzü de bu vergi gelirlerinin nasıl harcanacağı. Eğitim ve sağlık konusunda daha fazla yatırım yapılması oldukça önemli. Eğitim ve sağlıkta iyileştirme beşeri sermayeyi de iyileştirecektir.
Elbette ki gelir dağılımında adaletin sağlanması tek başına demokrasinin problemlerini çözmez ama popülist söylemlerin, otokratik liderlerin geniş bir taban bulmasını engeller. Bu önemli başlangıç olur.