Geçtiğimiz mart ayında 33 yaşındaki Sarah Everard’ın bir polis memuru tarafından kaçırılıp, tecavüz edildikten sonra öldürüldüğünün ortaya çıkmasının ardından birçok kentte protesto eylemleri düzenlendi. İkisi ağır 20 polisin ağır yaralandı, polis araçları ateşe verildi. Bir gösterinin kamusal alanda kargaşaya yol açması ve kamu malına ciddi hasar vermesi halinde kısıtlayıcı önlemler alabilecek. Eylemlerin başlama ve bitiş saatlerine, hangi alanların kullanılabileceğine İçişleri Bakanlığı karar verecek. İngiltere'de tartışılan tasarı... Köklü demokrasi geleneğine sahip İngiltere’de hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı had safhada önemli bir yer tutar. Londra’ya yolu düşenler bilirler. Şehrin kalbinde yemyeşil bir arazi üzerine kurulu Hyde Park içinde yer alan Konuşmacı Köşesi (Speakers’ Corner) turistlerin uğrak yerlerinden biri olagelmiştir. İsteyen herkes bu kürsüye çıkıp, dilediği saatte, dilediği konuda konuşma yapmakta özgürdür. Konuyu biraz dağıtmak gibi olacak ama bu kürsünün karanlık bir geçmişe sahip olduğunu çok sonradan öğrendim. 1196-1783 yılları arasında parkın yakınındaki Tyburn Gallows’da (adından anlaşılacağı üzere) idam cezaları infaz edilirmiş. İdam mahkumlarına infazdan evvel son sözlerini söyleme hakkı tanınırmış. Tartışmalara tanıklık etmek isteyen insanlar- sanki bir sosyal etkinlikmiş gibi- bilet alıp idamları izlemeye gelirlermiş. Gel zaman git zaman, biriken kalabalığın kontrolden çıkmasından endişe eden yetkililer, idam cezalarının infazını New Gate Hapishanesi’ne almış. Ancak Hyde Park ve çevresi protesto ve yürüyüşlere sahne olmaya devam etmiş. 1872 yılında parlamentodan geçen park düzenleme yasası ile Konuşmacı Köşesi bugünkü “serbest kürsü” işlevini kazanmış. Bugün dahi günün herhangi bir saatinde Hyde Park’ın Marble Arch’a bakan köşesinden geçerseniz, protesto için açılmış pankartlara, duyuru yapan insanlara rastlayabilirsiniz. Zaten protesto yürüyüşlerinin klasik güzergahı, o köşeden başlayarak, Piccadilly’ye doğru döner ve Trafalgar Meydanı’nda son bulur. İfade özgürlüğü ve barışçıl protesto hakkının toplumda nasıl bir yer tuttuğuna dair bir fikir vermesi açısından bu kadar ayrıntılı bir giriş yaptım. Çünkü İngiltere’de Muhafazakar Parti hükümeti meclisten bir yasa tasarısı (Polis, Suç, Ceza ve Mahkeme Yasa Tasarısı) geçirmeye çalışıyor. Buna göre, kolluk kuvvetleri, “bir gösterinin kamusal alanda kargaşaya yol açması, kamu malına ciddi hasar vermesi ve toplumsal yaşamda kesinti yaratabileceğine” hükmetmesi halinde İçişleri Bakanlığı aracılığıyla, kısıtlayıcı önlemler alabilecek. Biraz daha açarsak, yeni düzenlemeler protestoların başlama ve bitiş saatlerini, hangi alanların eylem için kullanılabileceğini ve en önemlisi gösterilerin ses limitini belirleme hakkını hükümete veriyor. Zaten yasaya ilişkin en çok tepki çeken maddelerden biri de bu ses sınırlaması. Adı üzerinde protesto gösterisinin amacı zaten göz ardı edilen bir konuya toplumun ve pek tabii, iktidarın dikkatini çekebilmek, mağdur kesimlerin seslerini duyurmak. Bu sebeple, getirilmesi hedeflenen düzenlemelerden bir nevi “Ben sana gösteri yapma demiyorum; hobi olarak gene yap!” anlamı çıkıyor. Ayrıca göstericilerin çanta vb. kişisel eşyalarının güvenlik güçlerince kontrol edilecek olması da, bireyin özgürlük alanına müdahale olarak algılanan ve tepki çeken bir diğer konu. Haliyle, Türkiye’den bakıldığında, yetiştiğimiz siyasi kültür ve deneyimleri baz alırsak, İngiltere’deki tartışma adeta ışık yılı kadar uzak görünüyor. Ancak İngiltere içinde ciddi bir tartışma yaratmış durumda. Özellikle yasa teklifinin muğlak hükümler içermesi ve kuralları ihlal edenlerin 2500 sterline kadar para cezasına çarptırılacak olmasının barışçıl protesto hakkı üzerinde caydırıcı sonuçları olacağı, dolayısıyla demokratik geleneğe zarar vereceğinden endişe ediliyor. Hükümet ise, yasa tasarısına gerekçe olarak, son dönemde şiddet dozu giderek artan ve gündelik hayatı felce uğratan protesto eylemlerini göstermekte. Örneğin, geçtiğimiz mart ayında, 33 yaşındaki Sarah Everard’ın bir polis memuru tarafından kaçırılıp, tecavüz edildikten sonra öldürüldüğünün ortaya çıkmasının ardından birçok kentte kadına karşı şiddeti protesto eylemleri düzenlendi. 2’si ağır 20 polisin ağır yaralandığı, polis araçlarının ateşe verildiği Bristol’daki protestolarda 7 kişi gözaltına alınmıştı. İklim değişikliğiyle mücadele kapsamında çevrecilerin protestoları da son günlerde oldukça tepki çekiyor. Karbon emisyonlarının azaltılmasına katkı sağlamak amacıyla İngiltere’de konutlara ısı yalıtımı yapılmasını savunan Insulate Britain hareketi, son üç hafta içinde pek çok kez ülkenin bir nevi hayat damarlarını oluşturan M1, M4 ve M25 karayollarını geçişe kapattı. Doğrusu, hasta annesini ziyaret etmeye giden bir vatandaşın protestocuları geçişine izin vermeleri için ikna etme çabalarını izlemek insanı ahlaki açıdan ikilemde bırakıyor. İngiltere’deki yasama süreci hakkında bilgi vermek gerekirse…İki kamaralı parlamenter sistemde bir tasarının yasalaşması için teklifin önce Avam Kamarası sonra da Lordlar Kamarası’nda tartışılması, uygun görüldüğü takdirde değişiklikler yapılması ardından Avam Kamarası’nda nihai oylamaya sunulması gerekiyor. Tartışmalı yasa tasarısı şu anda Lordlar Kamarası’nda komite aşamasına geldi bile. Muhafakazar Parti’nin tıpkı Avam Kamarası’nda olduğu gibi burada da sayısal üstünlüğü elinde tuttuğunu not düşelim. Kuşkusuz, İngiltere’deki gelişmeler liberal demokratik düzenin geleceği açısından yol gösterici olacak. İçişleri Bakanı Priti Patel, “Bir azınlığın haydutluğuna ve kargaşa yaratmasına asla müsamaha gösterilmeyecek. Polis memurlarımız, hepimizi korumak için kendilerini tehlikeye atıyorlar,” diyor. Yani, bireysel özgürlükler ve güvenlik dengesinde tercihini güvenlikten yana kullandığını saklamıyor. Tam da bu noktada, Lordlar Kamarası’nın Liberal Demokrat Partili üyelerinden Baroness Miller of Chilthorne Domer’ın tasarının tartışıldığı 2. oturumda, yazar John Grisham’a atıfla söyledikleri üzerine düşünerek kapatalım: “Ayrıcalıklı insanlar protesto yürüyüşü yapmaz. [Zira] onların dünyası güvenlidir, temizdir ve kendilerini mutlu kılan yasalarla idare edilmektedirler.”