Hiç bir popülist toplumda hangi ölçekli, katmanda, sebep veya savunucu gerekçelendirme, sonradan aklama (“justification”) ile olsun, hiç bir kutuplaş(tır)ma tek taraflı başla(tıl)maz. Hele hele sürdürülmesinde eş-sorumluluktan kaçılamaz. Türkiye siyasetinin yarım asırdır gündemindeki bir soru: “N’olacak bu CHP’nin hali?” Parti muhalefet konumuna geçtiğinden beri bir tekerleme gibi tekrarlanmış bu soruyu başta CHP olmak üzere, toplumsal siyaset bugün artık “N’olacak Kılıçdaroğlu’nun hali?” sorusuna dönüştürmüş durumda. Keza, tıpkı “Asiye nasıl kurtulur?” gibi, “Türkiye nasıl kurtulur?” diye merak edenlerin geniş muhalefetten, öncelikle de Altılı Masadan beklentileri giderek arttı. Uzunca bir süredir hala tatminkar yanıtlar alınmadıkça da endişeler tırmandı. Farkında olunsa da, olunmasa da, geçtiğimiz hafta Bartın’daki feci patlama sonrasında, toplumun “siyasetin fıtratına” duyduğu öfke artık patlama derecesinde ve fakat anlaşılır biçimde çoğaldı. Belli ki retorik olan, yani değil kurtulmak, demokratikleşmek, özerkleşmek, özgürleşmek, vs, yanıt aramak ve bulmak üzere bile sorulmayan bu soruları ciddiye alanlar da oldu. MUHALEFET N’APSIN? Elbette halk daha iyi günler için muhalefete her zamankinden daha fazla bel bağlamış idi. Hatta yerel seçimler sırasında siyasete verdiği mesaj ve sonunda oluşan Millet İttifakı ile bayağı da umutlanmış idi. Oysa, bu iktidar ortak düşmanlığı üzerinde oluşmuş araçsal ittifak, Meclis’te elde edilebilecek 360 Millet Vekili sayısının teminatı değil. Dahası, sonrasında ülkeyi iyi yargı ve güçlü demokrasiye taşıyacak koşulların garantisi hiç değil. Hal böyleyken, muhalefetin çok daha özenli ve sorumlu davranması gerekiyor. İnsanlar, zaten mutsuz, umutsuz, COVID yorgunu ve bunalımda. Hemen her şeyden memnuniyetsiz ve sabırsız. Ne yazık ki kendi siyasi iradesini seçim sandığına kadar askıya almaya da alış(tırıl)mış. Dolayısıyla, haklı veya haksız, en yüklü faturayı da işin doğası ve tanımı gereği muhalefete kesiyorlar. Öyleyse, muhalefetin de yılmaması ve özellikle şu üç noktada hata yapmaması artık zorunlu: (1) İktidarın yol açtığı çarpıklıklar, ahlaksızlıklar, yanlışlar, vb halkın zaten “bildiği” şeyler. Bunların sözde demokrasimize aykırılıklarını, muhalefetin mantıklı argümanları üzerine görmeleri ve böylece paradokslardan çıkıp taraf değiştirmeleri beklenmemeli. Yani tıpkı sigara tiryakilerinin de aslında sigaranın öldürücü, kanser yapıcı veya kısırlaştırıcı, vs olduğunu gayet iyi bildikleri halde, bu bilişsel çelişkilerinden bilişsel yollarla kurtulamadıkları gibi. (2) Bu toplumun duygusal durumlarındaki oynamalar ve iktidarın stratejik manevraları muhalefetin kararsız, kafası karışık, odaksız veya cılız hamlelerinden çok daha hızlı. Hızın başlı başına siyaset aracı olduğu günümüzde, şu söz her zamankinden daha geçerli: “Demir tavında dövülür.” (3) Toplumdaki özgürlük kıvılcımını ateşleyerek, özerklik duygusunu kamçılayarak ve sönmeye yüz tutmuş “yaşam arzusunu” (tıpkı T.C.’nin kuruluş yıllarındaki Bergsoncu “elan vital” gibi!) canlandıracak radikal bir atılım yapmalı. Aksi takdirde, klasik siyaset anlayışının, pratikteki alışkanlıkların ve rasyonel retoriklerin sürdürülmesinin, bozuk düzenin yeniden üretilmesinden başka hiç bir şeye yaramayacağı iyi bellenmeli. KÖKTEN DÖNÜŞTÜRÜCÜ ADIMLAR Mevcut koşullarda, nelerden kesinlikle uzak durulması ve nelerin radikal dönüştürücülük işlevi görebileceği ise artık belli: (1) Muhalefet, sadece iktidarın belirlediği gündem peşinde gitmiyor. Onun öngördüğü kavram, dil ve düşüncenin dışına da pek çıkamıyor. Böylece, içeriğine itiraz ettiğini düşünürken bile, kafalara zihniyet olarak aynı kalıbın yerleşmesine bizzat katkıda bulunuyor. (2) Baştan çıkarıcı kamuoyu yoklamaları, olası oy hesaplamaları, seçime endeksli her türlü umut ve hayal ötelemeciliği arka plana atılmalı. Hatta bir süre tamamen askıya alınmalı. (3) Gereksiz biçimde yıpratılan, rekabete, bölücülüğe, hatta öngörülemeyen kayıplara sebebiyet vereceği belli, gündemdeki aday isimler üzerinden aday arayışı fikrinden vaz geçilmeli. (4) İyi ve güçlü demokrasi için, iyi ve güçlü yerel yönetimlerin önemi kavranmalı. Başarılı belediye başkanlıklarının CB adaylığı, önümüzdeki dönem için veya şimdiden, söz konusu bile edilmemeli. (5) İktidar adayı belli iken, parçalı ittifakın herhangi bir parti liderinin de adaylığı kamuoyunun gündemine, hatta akıllara bile getirilmemeli. Öncelikle ortak adayda aranacak özellik ve ilkeler üzerinde, toplumun nabzını da doğru yoklayarak uzlaşılmalı. Geniş Türkiye toplumu havuzunda, ismi siyaseten yıpranmamış olasılıkları, geçmiş hataları asla yinelemeden gözden geçirmeli. Günümüzün gerçek ve güçlü liderliğinin, siyaset mutfağında katılımcı ve kapsayıcı demokrasiyi pişiricilik ve iyileştirilmiş parlamenter sisteme geçişi kolaylaştırıcılık olduğunu görmeli. (6) Millet ittifakının, kağıt üzerinde bile bağlayıcılığı olmayan iki parti liderinin siyasi anlaşma bağının varlığı, toplum nazarında bile iyi hissedilmiyor artık. Mutlaka küçük parti tabanlarına da hitap edecek, yani çok daha geniş katılımlı ve partiler üstü ve somut-ilkesel bir siyaset anlayışı benimsenmeli. Aynı kadraja tüm liderler sığamasa bile, bu birliktelik “demokrasiye geçiş birliği” olarak tanımlanmalı ve halka açılmalı. (7) Öncelik, “Kürt meselesine”, HDP’nin klasik ve toplumdaki genç veya çoğulcu ve özgürlükçü demokratik kararsız seçmen için olduğu kadar, kendi aralarındaki olası çatlağın, yol yakınken ve ört pas edilmeksizin giderilmesi açısından da verilmeli. Bu konu, HDP’nin “3. Yolunun” veya AKP ile pazarlıklarının olgunlaşmasına olanak bırakmayacak şekilde ve mutlaka bir “Türkiye meselesi” olarak, demokratik birlik muhalefetinin açık ve ortak gündemine ivedilikle alınmalı. Eşit yurttaşlık, anadilde eğitim, vb. can alıcı noktalarda, adeta yeni bir anayasa tasarlar gibi, ilkesel uzlaşma sağlanmalı ve kamuoyu ile şeffaflıkla paylaşılmalı. (8) Liderler, kendi parti-içlerindeki olası kırılmaları ve kayıpları hesaplamaktan vaz geçmeli. Her halükarda, önümüzdeki yıllarda tüm partilerde önemli bölünmelerin, transferlerin ve yeni kombinasyonların kaçınılmazlığı öngörülebilmeli. Sahici ve dürüst demokrasi ilkelerinden ödün verilmemeli. (9) İktidar hesapları pragmatik açıdan yapılacak olsa bile; iktidar kadar muhalefete karşı da duyulan öfke, tatminsizlik ve düş kırıklıklarının gerçek sebeplerini doğru kavramalı. Türkiye’nin, tarihsel demokratikleşme serüveninde toplumca gelmiş olduğu bu kritik gelişimsel dönemde, siyasetin niteliğini de geriletici ve aşağıya çekici kolaycılıktan kaçınılmalı. (10) Öyleyse atılacak radikal yaratıcı adımın, rastgele bir sansasyonel hamle olmayacağının da bilincinde olmalı. Örneğin, seçim sonrası olası bir koalisyonda hangi bakanlığın hangi partiye verilebileceğinden ve asıl kadrolardan bağımsız olarak, şimdiden bir “geçiş kabinesi” oluşturulabilir. Tüm partilerden genç isimlerle kurulabilecek bu “gölge kabine” adeta bir “stajyer kabine” gibi işlev görebilir. Bu “özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiye geçiş kabinesi” mutlaka ortak ve somut bir hükümet programının oluşturulması üzerine eşgüdümlü çalışmalı. Ekonomiden eğitime, çevreden tarıma kadar tüm alanlardaki mevcut hasar ve kaynak tespitlerini yapmalı. Birlikte çıkış yollarının ve politikaların belirleneceği, ortak demokrasi programına dönük ve halkın dahil edileceği çalıştaylar başlatılmalı. % 51 ile iktidar olunsa bile halkın %100 demokratik yönetimi için bunlar elzem! DÜN VE BUGÜN Şu ana kadar okuduklarınız bir kaç okuyucuya belki déjà vu gibi gelmiş  olabilir. Yani Fransızcadaki anlamı ile “bunu daha önce gördüm”, zaten duymuştum hissini verebilir. Fakat vermesin lütfen. Kaldı ki ülkenin önde gelen “kanaat önderleri” de bunların (ancak) bir kısmını bolca telaffuz ediyorlar (ancak) bugün. Zira güncel girişi hariç, yukarıdaki satırlar 2 Temmuz 2021 tarihli ve “I gr. Siyasi muhakeme- I” başlıklı yazımın “Muhalefet n’apsın?” ve “Kökten dönüştürücü adımlar” alt başlıklı bölümlerinin harfi harfine, noktasına virgülüne kadar aynısı. Bu alıntıyı koymakta hiç bir beis görmedim. Hatta tam tersine ve özellikle anlamlı buldum! Belki bir gün déjà vu konusunda, ‘nasıl oluyor da oluyor’ gibi meseleleri ayrıca yazarım. Bugün, yani 22 Ekim 2022’de, o yazıdan 16 ay sonra, bu toplum siyaset yaşamında daha önce çok gördüğü bazı tekrarlardan boğuluyor artık. Bu kadar çaresizliği ve güçsüzlüğü kaldıramıyor. Nasıl başa çıkabileceğini bilemedikçe de, Erdoğan’ı veya Kılıçdaroğlu’nu, yanısıra başka parti liderlerini  (tabii partilerini, ittifaklarını, yandaşlarını, tarihsel olarak yüklü tüm temsil ettiklerini) tahayyülde “boğmaya” çalışıyor. İnsanlar, ister iktidar ister muhalefetin tarafını tutuyor veya olası aday(lar)ına oy verecek olsunlar, şu hususu ne kadar çabuk idrak eder, kabullenir ve bırakırlarsa o kadar sağlıklı. Yani kendilerinin, ailelerinin, ait oldukları gruplarının, destekçisi oldukları partilerin ve tabii ki Türkiye’nin bataklıkta boğulmaması ve hatta kurtuluşu için çok daha iyi: Hiç bir popülist toplumda hangi ölçekli, katmanda, sebep veya savunucu gerekçelendirme, sonradan aklama (“justification”) ile olsun, hiç bir kutuplaş(tır)ma tek taraflı başla(tıl)maz. Hele hele sürdürülmesinde eş-sorumluluktan kaçılamaz. Elbette, türlü ve farklı sebeplerle en az Erdoğan kadar hedef tahtası olmuş KIlıçdaroğlu’nun son zamanlardaki “karman çorman hamleleri ile “bireysel ve kişiselleştirilmiş yükü” adamakıllı arttı. Ne oyunun adı, ne kuralı veya normu, ne ekibi, ne rasyoneli belli olan bu adımlar kimine göre büyük hata veya yanlış, kimine göre ise akıllı ve planlı hamleler. Dolayısıyla kimine büyük hüsran, kimine de cılız da olsa hala bir umut yaşatıyor. E, peki şimdi Kılıçdaroğlu ne mi yapsın? Bu soruyu da yine her zamanki gibi retorik olarak değil, ciddiye alarak, ABD’ye bilim-teknoloji gezisinin hemen akabinde Twitter’da naçizane yanıtladım. Hayli bıkkın ve biraz da teessüfle de olsa, fakat elbette toplumsal dönüşüm için sabırlı bir umutla. Ne de olsa ülkenin gereksinimi olan temel düşünsel-bilimsel-teknolojik-siyasi gelişimsel meseleleri de en iyi diasporada ve avantajlı koşularda bilimle filan uğraşanlar değil; her iki dünyayı da birlikte içerden/dışardan damıtarak ve demlendirerek çok daha iyi değerlendirebilen yurtsever dimağlar bilir. Ancak bu yazının haddi doldu. Biz de bu konuyu daha ayrıntılı olarak ve tabii haddimizi  aşmadan bir sonraki yazıda ele alalım efendim.