“Değişim” jenerik bir kavram. Yine de bu haliyle bile, hatta tam da o sebeple, tanımı gereği bazı “değişmez” özellikleri var. O halde önce bunlardan söz etmeli. Hatta önkabüllerde hemfikir olmadan gereksiz mesai yapmamalı.
DEĞİŞİMİN DEĞİŞMEZLERİDaha sistematik olması açısından, her hangi bir kronolojik veya gelişimsel hiyerarşi gözetmeksizin en belirgin olanları madde madde sıralayayım:
1) Her şeyden önce, değişim dinamik bir süreçtir.
2) Geri dönüşsüz tarihsel zaman ile senkronize yol alır.
3) Değişim talebi şimdiki ana ve mevcut duruma aittir.
4) Değişimin de, tıpkı Peirce’in “şimdi” için tanınmış deyişinde olduğu gibi ,“yarısı geçmiş, yarısı geleceğe aittir”.
5) Türü belirsizdir. Örneğin, fiziksel/mekanik, biyolojik/organik, simgesel/sembolik, vb. değişimler kısmen benzer, kısmen farklı süreç ve mekanizmalara işaret eder.
6) Yönü belirsizdir. Örneğin, t1 anındaki mevcut A noktasından t2 anında B, C veya N noktasına da geçebilir.
7) Hedefi belirsizdir. Örneğin, t1 anındaki mevcut A sözgelimi Kuzey veya “iyi”, B ise Güney veya “kötü” yönde olabilir.
8) Temposu veya hızı belirsizdir. Örneğin, t1 ile t2 arasındaki zaman standart olabilse de, mevcut A’dan A1’e geçilmiş ve henüz B’ye varılmamış olabilir.
9) Şiddeti ve enerjisi belirsizdir. Örneğin, ister dış etkilerin itmesiyle veya onlara reaktif tepkilerle oluşuyor olsun, ister kendi motivasyonu veya arzusuyla daha proaktif olsun, değişimin dozu veya yoğunluğu çeşitlilik gösterir.
10) Nesnesi, öznesi ve de projesi belirsizdir.
En sonuncusundan fakat belki de en önemli olanından da anlaşılacağı üzere, bu soyut ve çıplak meta-çerçevedeki tüm bilinmezleri önce bir giydirmek gerekir.
En birinci madde olarak koyduğum görelilik ve ilişkisel sistemik özelliğini de hiç unutmamak özellikle önemlidir.
Çünkü, programlı değişimi planlarken, incelerken veya yaşarken her hangi bir analitik noktada “dinamik dünya görüşünden”, simgesel temsiller dışında (yani hakikatteki karşılığı olarak) “statik dünya görüşüne” kayış, başlı başına oksimoronik problemler yaratır.
Kaldı ki, zaman içinde ekosistemdeki tüm bileşenlerin değişimlerine bağlı olarak sürecinin kendi niteliği de değişir. Yani değişim tanımı gereği olumsal, göreli, ilişkisel ve dinamik bir süreçtir.
CHP’NİN DEĞİŞKENLERİGeçtiğimiz hafta “değişim de değişim” sesleri CHP bağlamında Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Özel gibi muhtelif partili aktörlerin ve parti sözcüsü Öztrak tarafından seslendirildi malum.
Öyleyse, biz de yukarıdaki 10 madde üzerinden CHP’ye daha bir yakından bakalım.
İlk sorumuz şu olmalı: Hangi sıfatla? Yani kendi özne konumumuzu belirlemeli. Haydi diyelim ki toplumun içinden, fakat partinin dışından işgüzar bir “danışman” gibi. (Tabii kimsenin danıştığı, fikir sorduğu filan bile yok. O bakımdan “işgüzar” zaten!)
Salt bu durum, yani “değişim öznesini nesneleştiren” pozisyon bile sürecin öznelliğine ve ilişkiselliğine ket vurur. Geçen haftaki “Demir tavında ve tasarıma göre dövülür” başlıklı yazımda değindiğim ad hoc izleme ve etkileşimsel geri-besleme meselelerini sabote eder. Yani, madde 5, 6, 7, 8, 9’daki belirsizlikler yine havada veya spekülatif kalır.Daha yerimiz olduğundan yazıdan “kaytarmayalım”. Hadi salt bilinenlere, dışarıya yansıyanlara, vs. göre devam edelim. “Olmazsa olmaz” dediğime göre sondan ve 10. maddeden başlayalım:
Yani partiye yine dışardan bir “nesne” gibi bakabilir ve hakkında “nesnel ve mesafeli” ahkam kesebiliriz. Ancak tabii ki değişecek olan CHP’dir. Yani kurumsal özne, bir tüzel kişilik. Fakat bu değişim ünitesinden çıkan temsili “değişim” seslerinin çoğu şifreli, kimi seçim kampanyasından kısık, kimi yenilgiyi telaffuz edemese de sıkılgan veya utangaç, kimi adamakıllı ve yukarıda dediğim oksimoronluk derecesinde detone. Hangisi muhatap alınmalı?
O halde ve açıkçası, jenerik (madde 1) değişim sürecinin içini önce “yeterince iç tutunumu ve eşgüdümü olan bir özne-leşme” şeklinde doldurmalı. Bu da bir siyasi partinin seçmeninden, rozetli üyesine ve diğer örgütlenmesine kadar, eski/yeni milletvekillerini, mevcut genel başkan ve olası adaylarını kapsar elbette.
Denilebilir ki, dışa yansıyana bakmayın siz. Yeterince “harmonik bir yapıyız, yani bütüncül bir “değişim öznesi”yiz biz; siz devam edin. O halde, değişmesi istenen ne? Parti içi yönetsel yapı? Partinin toplumu sosyal demokratikleştirme programı? Seçim kazanma garantili eylem planı? Peki proje/tasarım ne?
DEĞİŞİM RÜZGARLARIBilinen şu ki, CHP yerel seçimlerde başta İstanbul ve diğer büyük şehirlerdeki B.B. Başkanlıklarını kaybetmemek ve diğer illerde de kazanmak istiyor. Bu bir hedef. Fakat bunun öznesi ve belirleyicisi toplumdaki olası seçmenleri; CHP değil.
Eğer hala “akılsız ve amip gibi davranan, iktidarın kara propagandalarının esiri veya kurbanı olan”, vb. kendisine oy vermemiş seçmen yüzünden kaybettiği anlayışındaysa, onun “beynini yıkamak”, “başarılı algı operasyonları yapmak”, vs. üzere yine kendisini değiştirmesi gerekiyor.
Bu da bizi 3. ve 4. maddelere götürüyor: Mevcut, yani yarısı geçmişte olan, durumun analizini CHP’nin ne şekilde yaptığına bakmaya davet ediyor. Yukarıda dediğim gibi seçmen yetersiz, kendisini anlamadığı, seçim koşulları eşitsiz olduğu, hile hurda karıştığı, CB adayı yanlış olduğu, vs için mi? Bunların birisi hariç hepsi kendi dışında, doğrudan kontrol ederek değiştiremeyeceği durumlar.
Elbette kamudaki tartışmalardan epeydir biliyoruz ki, “yeterince bütüncül özne CHP”nin bir kısmı hariç dediğim durumu, yani Genel Başkan değişikliğini kast ediyor. Fakat ben buna “değişim süreci” filan değil; takas veya “değiş tokuş eylemi” derim. Ayrıca, böyle bir durumda zaten “danışmanlık” filan da yapılamaz. Zira danış(may)anın kendisi teşhisini koymuş, kendi kararını vermiş olarak bize gel(me)diğine göre, danışacak her hangi bir gereksinimi de yok demektir.
Tabii unutmamalı ki kazanmak istediği seçimler de zaten CB veya TBMM genel seçimler değil, yerel seçimler.
Öte yandan CHP’de “değişim rüzgarı” esiyor diyenler ne bunun Meltem mi, İmbat mı, Karayel mi, vb olduğunu söyleyebiliyorlar, ne de şiddetini. Bana kalırsa seçim sonrası yapılan MYK yenilemek, ilişik kesmek, filan gibi değişikliklerden gördüğüm kadarıyla, elbette kendi analitik ölçütlerim açısından, CHP’de yaprak bile kıpırdadığı yok.
Seçmen kendisinden bunu bekliyor varsayımı ile, yani kendince onun talebini karşılamaya çalışıyor belli ki. Diğer tüm değişim maddeleri sabit kalmak kaydıyla yani. İşte bu da Cumhuriyet’in kurucu ve kökleri derinde denilen adamakıllı tutuculaşmış ve hantallaşmış siyasi partisi için “değişim planlamanın ve projelendirmenin” ne kadar abes olduğunun bir göstergesi.
Oysa iktidara seçimi kazandırmaya başlamanın üzerinden en az iki yıldan fazla ve sonucun kesinleşmesinin üzerinden de iki haftadan çok zaman geçti. Hala da değişimin geçmiş yarısının belirlenmesi için, sandığı gitmemiş, kendisine oy vermemişlerden vaz geçtim, kendisine oy vermişlerin CHP’den ne beklediğinin anlaşılması için onlarla hesaplaşılmadı.
Konuşulmaması da bir yana, tüm yansıyanlar siyasi içgörüde pek gelişme kaydedilmediğini anlatıyor. Tersine ciddi bir duygusal/bilişsel ketlenme ve öğrenme güçlüğü tablosu veriyor. Bu da ihmal edilmiş kendi seçmeninde daha çok infiale yol açıyor. CHP içinde öncelikle eğilinmesi gereken de bu husustur.
Arzulanan ve arz edilecek değişimi şimdi talep eden çoğunlukla seçmeni olduğuna göre, o halde onun motivasyonu ile ilgilenmeli. Kırgınlığı, öfkesi, terk edilmişliği, önce umut ve beklentileri adamakıllı yükseltilip sonra da üstelik iyice şeytanlaştırdığı iktidar karşısında korunmasız ve damdazlak ortada bırakılmışlığı ile empatik yüzleşilmeli.
Hemen her kurumu ataerkil aile modeli ile yönetilen bu yarı geleneksel , yarı cemaatçi toplumda devlet-baba, mafya-babası ve ana-muhalefet, ana-vatan kavramları üzerine daha önce yazmıştım. Dünkü yazımda ise hem Kılıçdaroğlu-İmamoğlu arasındaki “baba-oğul” benzetmesine değindim, hem de iktidarın daima eril (ataerkil) gücü, muhalefetin de dişil (anaerkil) gücü temsil ettiğini vurguladım. Öyleyse şimdi de Babalar Günü şerefine yine bir aile tablosu çizeyim.Çünkü CHP’den ister tek başına Kılıçdaroğlu sorumlu tutulsun, ister Sağ kolu Sol kolu, diğer kurmayları ve siyaset, iletişim, vb. danışmanları ona akıl versin, öncelikle ve ivedilikle yüzleşilmesi ve karşılıklı iyileşilmesi gereken psikososyopolitik tablo şudur:
Zaten diğer partilere bazıları da yanlış “milletvekili peşkeşinden” sonra hem hayırsız ittifak ortakları ve hem de küskün partidaşları tarafından yalnızlaştırılmış ve ani (hormonal değişimler gibi!) “değişik” söylemlere ve “dramatik” davranışlara (doğum öncesi endişe ve panik ile!) sıra dışı başka destek (Zafer P.) arayışlara kalkışmış evin anasının seçim sonrası “zafer” doğuramamış olmanın ciddi düş kırklığı, adeta bir post-partum depresyonu gibi (ki hem 6’lı ittifakın gebelik öncesinden beri bir “ölüdoğum” olduğunu ve seçim öncesi süreçte yapılan irili ufaklı hataları yine Politikyol’da yazmış idim!) ciddi çöküntüye dönüştü.Kılıçdaroğlu CHP’nin “kozmik yatak odasından”/ “kaptan köşkünden” hala doğru dürüst çıkamadı. Ne kendi üzüntüsü ve sevenlerini, sayanlarını da üzmüş burukluğu ile başa edebildi, ne de onları teselli edip karşılıklı güven tazeleyebildi.
Öyleyse, başkalarına fatura kesmeyi ve sitem etmeyi filan bir an evvel bırakıp, CHP’li olsun olmasın milyonlarca halk evladıyla kucaklaşmalı. Yani, ana-muhalefet partisi lideri “kaptan” sorumluluklarını önce bu şekilde yerine getirerek değişimi başlatmalı.
Toplumu batmakta olan Titanik’e benzetmeler zaten sosyal medyada dolaşmaya başlayalı yıllar oldu. Salt ekonomi okyanusunun dalgaları bile CHP gemisinin boyunu çoktan aştı. Zaten ülkede “değişim kasırgası” çıkalı da çok oldu. (Bugün konuştuğum bir Avrupalı gazeteci de şaşkınlıkla “tayfun da çıksa, hortum da çıksa batmıyorsunuz ama” dedi!)
Bu hengamede CHP kaptanı gemisini terk etmeyeceğini, limana sağlam yanaştıracağını söylüyor. Fakat o gemi de çoktan su almaya başlamış, yolcuları bir kısmını deniz tutmuş, kimleri oraya buraya kusuyor, çoğu umutsuz artık ve çok mutsuz. İlk güvenli liman parti kurultayı bile olsa, yolcular “şimdi” teskin edilmek istiyor. Hal böyleyken, üstelik “9 ay sonra doğması arzulanan” yeni sağlıklı bebek için (belki bu kez tercihan genlerinde sosyal demokrasi erki olan?) donörler aranıyor.
Gönüllüler çok. Şimdi CHP’yi kurtarma operasyonu için “beyin fırtınası” estirelim deniyor.
Fakat mademki arzulanan bilinçli bir değişim sürecidir; önce tüm toplumsal özneler kendileri değişmelidir. Değişim de “değişim istiyorum”, “tamam söz, değişeceğiz”, vs. demekle olmaz.
Önce bu ilk ve temel meseleler hal edilmeden “yarısı gelecekte” olan değişimin somut ayrıntılarını konuşmak bile gerçekten çok anlamsız.