Savaş, özellikle küresel ekonomi de küreselleşmenin zayıfladığı (de-globalization), buna karşılık ulus-devlet temelli ekonomik milliyetçiliğin ve bölgesel ittifakların güçlendiği bir dönemi başlatmış gözüküyor. Dünya Savaşı ve Küresel Kıyamet senaryolarının konuşulduğu endişelerin ve korkuların umudun önüne geçtiği ve insani ve yaşamsal güven alanında geleceğe güvensiz bakışın güçlendiği bir döneme girdiğimiz üzerine oydaşma, siyasi, kamusal ve akademik tartışmalarda giderek artıyor. Dünyanın nereye gittiği sorusu güvensizlik, belirsizlik ve riskin hâkim olduğu bir tedirginlik ve endişe içinde soruluyor ve tartışılıyor. Son dönemde Londra, Oxford, Berlin, Washington’da, Ukrayna Savaşı, dünya siyaseti, küreselleşme ve küresel ısınma konuları üzerine katıldığım toplantılar, okuduğum yazılar ve dinlediğim değerlendirmeler temelinde üzerinden bu soruya ve Türkiye’nin yeri ve Muhalefet konusuna yaklaşmak istiyorum. En genel düzeyde, Ukrayna savaşının, bir taraftan, yeni bir sisteme geçişi ve değişimi çok hızlandırdığını, diğer taraftan da dünyayı çok ciddi bir “liderlik”, “küresel yönetim” ve “dışlayıcı milliyetçilik” sorunlarına savurduğunu görüyoruz. Dört noktayı vurgulayarak bu saptamayı açayım: Birincisi: Doğrudur, savaş, Amerika-İngiltere-Avrupa stratejik ilişkilerini canlandırıyor ve “Transatlantik İttifakını” güçlendiriyor. NATO-AB mimarisi ve vizyonu değişiyor; Finlandiya ve İşviçre’nin NATO üyeliği, Ukrayna, Gürcistan ve Moldova’nın AB üyeliği tartışmaları ciddiyet kazanıyor. “Stratejik otonomi” ve “jeopolitik-jeostratejik Avrupa” düşüncesi tekrardan gündem oluyor. AB’nin genişlemesi hızlanabilir (üye sayısının 27’den 37’ye çıkarak) ve “oy birliği ile karar alma” ilkesi değişebilir. Ama şu da doğru: Savaş, Çin-Hindistan-Rusya ve Türkiye vb. ülkelerin gücünü ve önemini arttırarak, “Pax Amerikana”, “Amerikan Küresel Liderliği” ve “İkinci Dünya Savaşı Sonrası Düzen” döneminin bittiğini de ortaya çıkartıyor. Savaş ile sistemsel geçiş birlikte yaşanıyor; İkincisi, Batı ve Transatlantik İttifakı düşüncesinin aktörlerinin kendi içlerinde çok ciddi sorunlar yaşadığını ve bu sorunların birlikte hareket etme ve liderlik alanlarını büyük ölçüde engellediğini gözlemliyoruz. Amerika, kendi içinde kutuplaşma sorununu hala yaşıyor; Demokratlar ara ve gelecek başkanlık seçimlerini kaybedebilirler. “Trump hayaleti” hala çok güçlü ve Cumhuriyetçilerin güçlenmesiyle dış politika da transatlantik eğilimden “izolasyonist eğilime” geçileceği tartışılıyor. Biden’ın, Amerika’nın son “Transatlantik Başkanı” olabileceği söyleniyor; İzolasyonizm, yani “ulus devlet olarak, kendi çıkarına dönük ve sınırlı küresel açılım temelinde hareket etme” tartışması büyüyor. Avrupa ve AB’de de “dışlayıcı milliyetçilik” ve “liderlik sorunu” yaşanıyor.  Fransa ve Polonya aktif siyaset izlerken Almanya’da yeni hükümet sorunlu ve muğlak bir pozisyonda. Avrupa ve AB’nin, sadece demokrasi-ekonomi-iklim ekseninde değil, jeopolitik ve jeostratejik olarak da canlanma süreci ivme kazanıyor ama bu süreç “liderlik ve stratejik vizyon eksiklikleri” sorunlarını da içeriyor. Üçüncüsü, savaş sadece Polonya, Estonya, vb. Baltık ülkelerinde değil, Sovyetler-sonrası coğrafyada, Azerbaycan, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, vb. ülkelerde de endişelere yol açıyor. Uzman değerlendirmelerinden şu saptamayı çıkartabiliyorsunuz: tüm bu ülkeler de Rusya’nın Ukrayna işgali ve savaş desteklenmiyor, aksine ciddi endişe yaratmış durumda ve savaşın diplomatik yolla bitmesi isteniyor. Ama Rusya’nın tümüyle kaybetmesi, çok zayıflaması ve sistem dışına itilmesi diğer bir değişle Amerika’nın ve Batı’nın kazanması ve çok güçlenmesi de istenmiyor.
Biden’ın, Amerika’nın son “Transatlantik Başkanı” olabileceği söyleniyor; izolasyonizm, yani “ulus devlet olarak, kendi çıkarına dönük ve sınırlı küresel açılım temelinde hareket etme” tartışması büyüyor.
Belarus gibi olmak istemeyen bu ülkeler, Rusya’nın aşırı zayıflamasıyla Batı’ya karşı çok kırılgan duruma düşmekten korkuyorlar. Dördüncüsü, başka bir yazıda üzerinde uzunca duracağım, şimdi kısaca not edeyim: savaş, özellikle küresel ekonomi de küreselleşmenin zayıfladığı (de-globalization), buna karşılık ulus-devlet temelli ekonomik milliyetçiliğin ve bölgesel ittifakların güçlendiği bir dönemi başlatmış gözüküyor. TÜRKİYE’NİN YERİ VE MUHALEFET Tüm bu noktalar ışığında şu sonuca varabiliriz: Ukrayna Savaşı, sistemsel geçiş dönemini derinleştirirken, Rusya’nın kazanamayacağı ve zayıflayacağı, ama Batı’nın ve Amerika’nın da kazanan taraf olmayacağı bir sona doğru gidiyor. Dünya siyasetinde ve uluslararası ilişkilerde, sistemsel geçişi lider ve strateji eksikliği sorunuyla eş zamanlı yaşadığımız bu dönemde “denge kurucu” ya da “dengeleyici” aktörlere gereksinim var. Türkiye, bu aktörlerden bir tanesi. Hatta, sistemsel geçiş döneminin denge kurucu aktörlerin başında geliyor. Ama vurgulayalım; demokrasi, hukuk, haklar ve özgürlükler alanlarında bu kadar geriye gitmiş, bu gerilemeyi sergileyen örneklerden biri olan Gezi Davası’nda kabul edilemez kararlar almış Türkiye’nin bu rolü oynaması da mümkün değil. Dışarısının stratejik ve ideolojik miyopluğu kadar, Türkiye’nin bugünkü yönetim tarzı ve iktidarı, Türkiye’nin bu rolü oynamasının ve dengeleyici aktör olarak algılanmasının önündeki temel engellerin başında geliyor. Tam da bu nedenle Amerika ve Avrupa’da savaş ve sistemsel değişim konuşulurken, Türkiye çok az konuşuluyor, hatta dışlanıyor. Başta Fransa ve Macron olmak üzere, farklı aktörler, Türkiye’yi dışlayacak bir tarzda denge kurma rolüne soyunuyorlar. Dışarısının stratejik ve ideolojik miyopluğu kadar, Türkiye’nin bugünkü yönetim tarzı ve iktidarı, Türkiye’nin bu rolü oynamasının ve dengeleyici aktör olarak algılanmasının önündeki temel engellerin başında geliyor. Muhalefet, sadece ekonomi ve demokrasi alanlarına değil, dünya değişirken Türkiye’nin yeri ve rolü sorusuna da odaklanmalı düşüncesindeyim. Seçimlere hazırlanırken, sadece iç politika değil, dış politikada da aktif olan bir muhalefete gereksinimiz var. Kendi içinde ekonomi, demokrasi ve iklim alanlarında olumlu adımları atan bir Türkiye’nin, dünyada yaşanan sistemsel geçiş döneminin dengeleyici aktörü olma rolünü başarıyla oynayabileceğini seslendiren bir muhalefetin, seçimleri kazanmanın ötesinde sadece ülkemize değil dünyaya da çok önemli ve olumlu katkı vereceğini unutmayalım. Yüzyıl önce Atatürk, Türkiye’nin dünya siyaset ve uluslararası ilişkilerde dengeleyici aktör konumunu hem sahada hem masada hem de algıda çok başarılı biçimde gerçekleştirmişti. O dönemden ders alan ve öğrenen bir muhalefet bu başarıyı bugün de ve 2023’de Cumhuriyetin yüzüncü yılına girerken gerçekleştirebilir.